Bu Blogda Ara

27 Haziran 2010 Pazar

MESNEVİ 6.CİLT

biraz sevindi, yüreklendi.
Suyla alınan aptestin yüzlerce aydınlıgı, nuru, feri vardır ama su olmazsa teyemmüm edilir.
Sofi, baglı esiri alıp gaza etmek üzere çadırın arkasına götürdü.
Oraya tutsakla gitti ama biraz gecikti. Neden o yoksul bu kadar gecikti diye meraka düstüler.
iki eli baglı tutsak. Onu öldürüvermeliydi. Öldürmede neden bu kadar gecikti, sebebi ne? dediler.
3750 Birisi, isi anlamak üzere ardından gitti. Bir de ne görsün? Kâfir, sofinin üstüne çıkmamıs mı?
Erkek, disinin üstüne biner gibi o tutsak da yoksulun üstüne aslan gibi binmis.
Elleri baglı oldugu halde hiddetle sofinin boynunu ısırmada.
Disleriyle bogazını dislemede. Sofi, kâfirin altına düsmüs, aklı basından gitmis.
Eli baglı kâfir, bir kedi gibi, elinde mızrak olmadıgı halde onu berbadetmis,
3755. Disleriyle onu yarı öldürmüs. Boynundan akan kanla sakalı kıpkırmızı kesilmis.
Sen de eli baglı olan nefsinin elinde tıpkı o sofi gibi alta düsmüs, kendinden geçmissin.
Yoldaki bir tepecikten âciz kalmıssın. Halbuki önünde yüz binlerce dag var.
Bu kadarcık bir tepeden korkup ölüye döndün, önünde asılacak dag gibi beller var, nasıl gideceksin?
Gaziler, hiddete gelip derhal acımadan o kâfiri kılıçlayıp öldürdüler.
3760. Kendine gelsin diye de sofinin yüzüne sular saçtılar, gül sulan serptiler.
Sofi, kendine gelip onları görünce ne oldu yahu? diye sordular.
Ey aziz, Tanrı hakkı için bu ne hal? Neden böyle bu derece kendinden geçtin?
Yarı ölmüs, elleri baglı bir tutsaktan neden böyle korktun, aklın basından gitti, bu hale düstün?
Sofi dedi ki: Basını kesecegim sırada o açgözlü, bana öyle bir hısımla baktı ki..
3765. Gözünü açtı, dolandırdı da öyle bir bakıs baktı bana ki aklım basımdan gitti.
Gözünü dolandırması, bana âdeta bir ordu göründü. O nasıl korkuydu? Anlatamam!
Hikâyeyi kısa keselim, iste o bakıstan korktum. Kendimden geçip yere yıkıldım.
"Eli baglı bir kâfirin göz süzmesinden kendinden geçiyorsun, elinden hançer düsüyor. Sende bu yürek, bu öt varken sakın
sakın, savasa gelip de rüsvay olma, sen tekkenin mutfagını gözle" diye gazilerin ögüt vermeleri
Gaziler dediler ki: Sende bu yürek varken sakın savasa girismeye yeltenme.
Eli baglı bir kâfirin göz süzmesiyle gemin kırıldı, gark oldun.
3770. Erkek aslanlar, saldırdılar mı kılıçlariyle baslar top gibi yerlere yuvarlanır.
Erlerin savasına âsinâ degilsin, böyle bir zamanda kan denizinde nasıl yüzebilirsin sen?
Boyunlara inen kılıçların tak tak diye çıkardıgı ses, (bir mahalle öteden duyulan) çamasır dövenlerin tak takını hiçe sayar.
Nice bassız bedenler, yerlerde çırpınır.. Nice bedensiz baslar, kan denizinde habbelere döner.
8nsanları yok eden yüzlerce er, savasta atların ayakları altında yok olur gider.
3775. Sen, bir fareden ürküp uçan bu akılla o savas safına karısıp nasıl kılıç çekeceksin?
Savas bu, bulgur ası degil ki yenlerini sıvayıp girisesin.
Bulgur asını kasıklamaya benzemez, gel de burada kılıcı gör. Bu safta demirden yaratılmıs bir Hamza lâzım.
Savas, öyle hayal gibi bir hayalden ürküp kaçan her yüreksizin isi degil.
Savas, Türklerin isidir, nazenin kadınların degil. Nazlı nazenin kadınların yeri evdir, eve git sen de!
Tanrı rahmet etsin, Ayyazi'nin, sehit olma ümidiyle yetmis kere gögsü açık savasa girmesi, nihayet küçük savasta sehit
olmadan ümidini kesip büyük savasa yüz tutması ve halvete girmesi. Bu sırada gazilerin davulunu duyup nefsinin, zincirini
sürüyerek savasa gitmeyi istemesi ve onun bu istek yüzünden nefsini töhmet altına alması
3780. Ayyazi dedi ki: Tam doksan kere belki yaralanırım diye,
Çırılçıplak savasa girdim, okların önüne gittim, belki birisi gelir saplanır dedim.
Fakat bogaza, yahut can alacak bir yere ok isabeti, devlet sahibi bir sehitten baskasına nasip olmuyor.
Vücudumda yaralanmadık bir tek yer yok. Bedenim, oktan kalbur gibi delik desik oldu.
Fakat bu ne yigitlik, ne de zekâ isi. Baht isi bu, Bir türlü can alacak bir yerime ok isabet etmedi.
3785. Sehitligin kısmet olmadıgını anlayınca halvete gittim, çileye girdim.
Kendimi büyük savasa attım, riyazata, zayıflamaya koyuldum.
Halvetteyken kulagıma gazilerin savasa giderken çaldıkları davul sesleri geldi.
Sabah çagıydı, can kulagımla duydum, nefsim, içimden seslendi.
Kalk, savas zamanı geldi, yürü. Kendini savasa at.
3790 Dedim ki: Ey vefasız habis nefis, savasa meyletme nerde, sen nerdesin?
Ey nefis, dogru söyle, bu hilebazlık, nedir? Yoksa sehvete düskün nefis, ibadete yanasmaz bile.
Dogru söylemezsen üstüne saldırır, seni riyazatla adamakıllı sıkar, sıkıstırırım.
O anda nefsim, içimden seslendi, dilsiz, agızsız, fasih bir surette söz söylemekteydi:
Beni her gün burada öldürüp duruyorsun. Canıma, kâfirlere yapılan eziyetleri yapıyorsun.
3795. Kimsenin halimden haberi yok.. Sen, beni uykusuz, yemeksiz öldürüp durmadasın.
Bari savasta bir yarayla su bedenden kurtulurum da halk da erligimi, fedakârlıgımı görür.
Dedim ki: A nefiscegiz, hem münafık olarak yasamadasın, hem münafıkça ölmedesin, nesin sen?
8ki âlemde de mürai imissin, iki âlemde de hiçbir seye yaramazmıssın meger.
Bu beden sag oldukça halvetten çıkmamayı nezrettim.
3800. Çünkü bu beden, halvette ne yaparsa kadına, erkege görünmek için yapmaz.
Halvetteki hareketi de ancak Tanrı içindir, huzuru ve sükûnu da. Orada niyetinde baska bir sey bulunamaz.
Bu büyük savastır, o küçük savas. Her ikisi de Haydar'la Rüstem'in harcıdır.
Öyle bir farenin kıpırdamasiyle uçup gidecek akıl sahibinin harcı degil!
O çesit adama kanlar gibi savastan, kılıçtan uzak durmak gerek.
3805. O da sofi, bu da. Yazık o sofiye! O, bir igneyle ölmede, bu kılıçlara karsı durmada.
Sureti sofidir ama canı yok. Bu çesit sofiler öbür sofilerin de adını kötüye çıkarır.
Toprakla karılmıs olan su bedenin kapısına, duvarına Tanrı, gayretiyle yüzlerce sofi resmi yaptı.
Büyüden o suretler oynasınlar da Musa'nın asâsı gizlensin dedi.
Sopanın dogrulugu, suretleri yer, siler süpürür. Fakat Firavun'a mensup olan göz, tozla toprakla doludur.
3810. Öbür sofi, harb safına, yaralanmak için yirmi kere girer.
Savas zamanı müslümanlarla beraber kâfire saldırır, bir kere bile geri dönmez.
Yaralanır, yarasını baglar, tekrar saldırır, savasır.
Beden, bir yarayla ölmez diye savasta yirmi kere yaralanır.
Bir yarayla can vermeye açıklanır; dogrulugu elinden canının kolayca kurtulacagından üzülür!
Bir savas eri, her gün gümüs parayla dolu torbasından bir kurus çıkarır, hendege atardı. Nefsinden bir vesvese, bir hırs ve
istek koptu. Mademki bu paraları hendege atıyorsun, bari birden at da su eziyetten kurtulayım. Tamamiyle ümit kesis de iki
rahatlıktan biridir dedi. O er, nefsine, sana bu rahatlıgı da vermeyecegim dedi.
3815. Birisinin elinde kırk kurusu vardı. Her gece birini denize atardı.
Bu suretle de nefsine iyice eziyet etmek, yavaslıkla onun can çekismesini uzatmak isterdi.
Müslümanlarla savasa gider, onlar düsmandan yüz döndürseler bile o geri dönmezdi.
Bir kere daha yaralanır, onu da baglardı. Belki yirmi kere bedeninde mızrak ve ok kırılırdı.
Bu suretle savasa savasa nihayet kuvveti bitti, yere düstü. Askının dogruluguyla dogruluk makamına ulastı.
3820. Dogruluk, can vermektir. Kendinize gelin de bu hususta ileri geçin. Kur'an'dan "Erler vardır ki Tanrıyla ettikleri ahdi
bozmadılar, ahıtlarına dogrulukla sarıldılar" âyetini okuyun!
Mademki bu beden, ruha bir alettir, su halde bu hakiki ölüm degildir.
Nice ham kisiler vardır ki görünüste kanlarını döktüler. Fakat nefisleri diri olarak o tarafa kaçtı.
Aleti kırıldı ama yol kesen diri kaldı. Bindigi at kanlar saçtı ama nefis diri.
At öldü, yolu asılmadı. Ancak ham, kötü, perisan bir halde kala kaldı.
3825. Her kan döken sehit olsaydı öldürülen kâfir de kutlu bir sehit sayılırdı.
Nice sehit olmus güvenilir kisiler de vardır ki dünyada ölürler, sehit olmuslardır, fakat diri gibi yürür gezerler.
Yol kesen ruh olmustur, onun kılıcı olan beden bakidir ve o savas arayan erin elindedir.
Kılıcı, o kılıçtır, fakat, o adam degil. Fakat bu görünüs, seni sasırtır.
Nefis, degisti mi bu beden kılıcı, ihsan ve lütuflar sahibi Tanrı'nın elindedir.
3830. O öyle bir erdir ki gıdasız, tamamiyle dert. öbür erlik ise toz gibi ortası delik bir seydir!
Bîr adamın, Mısır halifesine kâgıda yapılmıs bir cariye resmîni göstermesi, halifenin o resme âsık olarak Musul emîrinin cariyesi
olan o kızı alıp getirmek üzere bir beyi Musul'a göndermesi, savasta bu yüzden birçok adamın ölmesi, birçok yerin yıkılıp
gitmesi
Bir kovucu, Mısır halifesine, Musul padisahının: huri gibi bir cariyesi oldugunu söyleyip dedi ki:
Onun bir cariyesi var ki âlemde onun gibi güzel yok.
Güzelliginin haddi yok, söze sıgmaz, anlatılmaz ki. iste resmi, su kâgıtta, bir bak!
O ulu halife, kâgıttaki resmi görünce hayran oldu, elindeki kadeh düstü.
3835. Derhal Musul'a büyük bir orduyla bir er gönderdi.
Eger o ay parçasını sana teslim etmezse orasını tamamiyle yak yık.
Verirse bir sey yapma, bırak, yalnız o ay parçasını getir de yeryüzündeyken ayı kucaklayayım dedi.
Er, binlerce Rüstem'le, davul ve bayraklarla yola düstü, Musul'a yollandı.
Sayısız asker, sehri mahvetmek üzere tarlama çevresine üsüsen çekirgeler gibi oraya üsüstüler.
3840. Savas için her yana Kafdagı gibi mancınıklar kurdurdu.
Oklar yagmur gibi yagmada, mancınıklarla atılan taslar gök gürler gibi gürlemeye, kılıçlar simsek gibi çakmaya baslamıstı.
Savas, tam bir hafta sürdü, kanlar döküldü. Tastan yapılma kale mum gibi eridi, yerle yeksan oldu.
Musul padisahı, bu korkunç savası görünce içeriden bir elçi göndererek,
Müslümanların kanını dökmekten maksadın ne? Bu siddetli savasta ölüp gidiyorlar. Meramın nedir?
3845. Maksadın, Musul sehrini almaksa böyle kan dökmeden de olur bu is.
Ben sehirden çıkayım gel, sen gir. Tek mazlumların kanı, seni tutmasın.
Yok, muradın mal, altın ve mücevherse bunu, bu sehirden almak, zaten kolay bir sey dedi.
Müslümanların kanları daha fazla dökülmesin diye Musul padisahının, o cariyeyi halifeye bagıslaması
Elçi, o erin huzuruna gelince er, cariyenin resmîni verdi.
Bu kâgıda bak dedi, bunu istiyorum. Derhal teslim etsin, yoksa ben üstünüm.
3850. Elçi gelip maksadı söyleyince o erkek padisah dedi ki: Bu suret eksik olsun, tez götür.
Ben, iman ahdında puta tapanlardan degilim. Putun, puta tapanda olması daha dogru.
Elçi, kızı getirince o yigit er, derhal âsık oldu.
Ask bir denizdir, gökyüzü, bu denizde bir köpük. Ask, Yusuf'un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder.
Gönüllerin dönüsünü asktan bil. Ask olmasaydı dünya, donar kalırdı.
3855. Ask olmasaydı nerden cansız bir sey, nebata girer, onda mahvolurdu; büyüyüp yetisen nebatlar, nerden kendilerini
canlılara feda ederlerdi?
Ruh, nasıl olur da o nefese feda olurdu da onun esintisinden Meryem gebe kalırdı?
Her biri, yerlerinde buz gibi dona kalırdı. Nerden çekirge gibi uçar, gıda arardı ki?
O yücelige âsık olanlar, zerre zerre, fidan gibi yücelige kosmadalar.
Onların bu kosmaları, "Tanrı'yı tesbih" tir. Can için bedeni temizlemededirler.
3860. O yigit er de kuyuyu yol sanmıs, çorak yerden hoslanmıs, oraya tohum ekmeye kalkısmıstı.
O yatıp uyuyan, rüyada bir hayal görür, onunla bulusur, düsü azar.
Uyanıp kendine gelince görür ki o oyunbazlık, uyanıkken olmamıs.
Vah der, beyhude yere erlik suyumu zayi ettim, o isveli hayalin isvesine kapıldım.
O yigit er de beden yigidiydi, asıl erligi yoktu. O yüzden erlik tohumunu öyle bir kuma saçtı gitti.
3865. Ask binegi, yüzlerce gemi atmıs, ölümden bile korkmam diye nara atmaktaydı.
Ask ve sevdada Halifeden pervam bile yok. Varlıgımla ölümüm birdir bence diyordu.
Fakat böyle atesli atesli ekmeye kalkısma. Bir is eriyle danıs.
Fakat mesveret nerde, akıl nerde? Hırs seli, adama yıkık yerleri kazdırır, tırnaklarını uzatır.
Bir güzele âsık olanın önünde de sed vardır, ardında da. öyle adam, artık önünü, ardını az görür.
3870. Kara sel, cana Kasdetmeye geldi mi bir tilki, aslanı kuyuya düsürür.
Dag gibi aslanlar, kuyuda olmıyan bir hayali görürler de kendilerini kaldırıp atarlar.
Hiç kimseyi kadınlarla mahrem tutma. Çünkü erkekle kadın, atesle pamuga benzer.
Tanrı suyu ile yunmus bir ates gerek ki bulûga erme sırasında bile Yusuf gibi kötülükten çekinsin.
Selvi boylu lâtif Zeliha'dan aslanlar gibi kendisini çeksin.
3875. O yigit er de Musul'dan döndü, yola düstü. Yolda bir ormana, bir yesillige geldi.
Ask atesi, öyle bir parlamıstı ki yerle gögü fark etmiyordu.
Çadır içinde o ay parçasına kasdetti. Akıl nerde, Halifeden korkma nerde?
Sehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dedigin ne oluyor ki a turpoglu turp:
Yüzlerce halife, o anda o erin atesli gözüne bir sinekten asagı görünür.
3880. O kadına tapan er salvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu.
Aleti, dosdogru gidecegi yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir koptu.
Er sıçradı, götü bası açık bir halde ates gibi Zülfikar elinde dısarı çıktı.
Birde ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmıs koyvermis.
Atlar, ürküp köpürmüsler, her çadır ve ahır yeri yıkılmıs, herkes birbirine girmis.
3885. Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamıs, havaya deniz dalgası gibi tam yirmi arsın sıçramıstı.
Er, pek yigitti, aldırıs bile etmeden sarhos bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti.
Kılıçla bir vurdu, basını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulundugu çadıra kostu.
O hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti.
öyle bir aslanla savastı da erligi, yine sönmedi, hâlâ ayaktaydı.
3890. O tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erligine sasıp kaldı.
istekle ona kendisini teslim etti. O anda o iki can, birlestiler..
Bu iki canın birbirleriyle birlesmesi yüzünden gayıptan bir baska can gelir erisir.
Kadının rahminde meniyi kabule mâni bir sey yoksa bu can, dogus yoliyle gelir, yüz gösterir.
Her nerde iki adam, sevgiyle, yahut kinle birlesseler, bir üçüncü can, mutlaka dogar.
3895. Fakat o suretler, gayp âleminde dogarlar. Oraya varınca onları gözünle de görürsün.
O sonuçlar, senin birlesmelerinden dogdu. Kendine gel de her ese hemen sevinme.
Vaktini bekle. O zürriyetlerin sana ulasacagından emin ol.
Onlar, amelden ve sebeplerden dogmuslardır. Her birinin sözü vardır, mekânı vardır.
O güzelim perdelerden sesleri erisir: Ey bizden gafil olan, hadi, çabuk yücel!
3900. Kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkegin canı da. Bu âlemde emeklemen nedir ki? Daha çabuk adım at.
O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına. düstü iste.
Baskomutanın, yaptıgı cinayetten pisman olarak
o halayıkcagıza, bu isi Halifeye söylememesi için
ant vermesi
Birkaç gün murat alıp murat verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pisman oldu.
Ey günes yüzlü, bu ise dair Halifeye bir sey söyleme diye cariyeye yemin verdi.
Halife cariyeyi görünce sarhos oldu, onun tası da damdan düstü.
3905. Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, isitmeye benzer mi?
Övme, akıl kulagı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulagın degil.
Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, bâtıl ne?
O er, adamın kulagını tutup bu bâtıldır dedi, gözse haktır onun her seye yakîni vardır.
O, yani duymak, buna nispetle bâtıldır. emin kisi, sözlerin çogu da nispetten ibarettir.
3910. Yarasa günesten gizlenir, perde ardına girerse günesin hayalinden gizlenmis degildir.
Korku, ona bir hayal verir. 8ste o hayal, onu karanlıga çeker.
Nur hayali, onu korkutur da karanlık gecelere sarılmasına sebep olur.
Sen, düsmanın hayali ve tasavvuru yüzünden sevgiliye ve dosta sarılmıssındır.
Ey Musa sana kesfedilen tecelli nurları, daga vurdu. Fakat o hayaller kuran dag, senin hakikatinin ziyasına tahammül edemedi.
3915. Kendine gel de hayaline kabiliyetim var diye gururlanma, bu yoldan hakikate ulasacagını umma.
Savas hayalinden kimse korkmaz. Savastan önce yigitlik yoktur; bunu bil, kâfi.
Pust da, savas hayaline kapılır, aklından Rüstemler gibi yigitlikler geçirir.
Hamam duvarına yapılan Rüstem resmine her ham kisi saldırabilir.
Fakat duymadan meydana gelen bu hayal, göz önüne geldi mi pust kim oluyor? Rüstem bile âciz kalır.
3920. Çalıs da o duydugun seyi gör. Bâtıl olan hak olsun.
Ondan sonra kulagın, göz tabiatını kazanır. Bir yün yumagı gibi olan kulakların, göz kesilir.
Hattâ bütün bedenin aynaya döner. Her tarafın göz ve gönül haline gelir.
Kulak, bir hayal meydana getirir, o hayal de O güzelligin vuslatına miyancıdır.
Çalıs, bu hayal çogalsın da miyancı olan bu hayal, Mecnun'a kılavuzluk etsin.
3925. O ahmak Halife de bir zaman o güzel cariyeye kapıldı, onunla gönül egledi iste.
Tut ki bütün doguyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mademki bu saltanat, kalmayacak, sen onu bir
simsek farzet, çaktı, söndü.
Ebedî kalmayacak mülkü, gönül, bir rüya bil!
Cellat gibi bogazına yapısan debdebeyi, san ve söhreti ne yapacaksın ki?
Bil ki bu âlemde de bir emniyet bucagı vardır. Yalnız münafıkın sözünü az duy, çünkü o söz, zaten söz degildir.
Ahîreti inkâr edenlerin delilleri ve biz bu âlemden baska âlem görmüyoruz sözünden ibaret olan o delillerin zayıflıgı
3930. Ahireti inkâr edenin delili, her an ancak sudur: Eger baska bir âlem olsaydı onu görürdük.
Bir çocuk, aklın eserlerini görmüyor diye akıllı adam, akla ait seyleri nakletmez mi ki?
Akıllı bir adam da ask ahvalini görmezse askın kutlu ayı eksilmez ya!
Yusuf'un güzelligini kardeslerinin gözleri görmedi. Fakat Yakub'un gözünden gizli kalmadı ki.
Musa'nın gözü, asayı bir sopadan ibaret gördü ama gayb gözü de onu bir yılan, bir kıyamet gördü.
3935. Bas göziyle can gözü savastaydı, can gözü, üstün geldi, delil gösterdi
Musa'nın gözü, elini el gördü ama can gözüne karsı o elden bit nurdur parladı.
Bu söz, kemal bakımından sonsuzdur. Hakikatten haberi olmıyan mahrumlara hayal görünür.
Çünkü onca hakikat, ferçten ve bogazdan ibarettir. Onun yanında sevgilinin sırlarını az söyle.
Bizce fere, ve bogaz hayaldir. Bunun için de can, her an cemalini bize gösterir.
3940. Kim ferç ve bogazına düsmüs, bu düskünlügünü kendisine âdet ve huy edinmisse ona denecek söz, ancak "Sizin dininiz
sizin, benimki benim" sözünden ibarettir.
Böyle bir inkâra karsı sözü kısa kes. Ey Ahmet, eski kâfirle az konus!
Halifenin, bulusmak üzere o güzelin yanına gelmesi
Halife bulusmayı diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti.
Onu andı, aletini kaldırdı. O cana canlar katan, o sevgisini gittikçe artıran güzelle bulusmaya niyetlendi.
Kadının ayakları arasına oturdu. Oturdu ama takdir, zevkinin yolunu bagladı.
3945. Farenin catırdısı kulagına degdi. Aleti indi, uyudu, sehveti tamamiyle kaçtı.
Bu ıslık, yılan ıslıgı olmasın, çünkü hasır kuvvetle oynamakta dedi.
Cariyecigin, Halifenin sehvetinin zayıflıgını görüp o beyin kuvvetini hatırına getirerek gülmeye baslaması ve Halifenin
bu gülüsten bir sey anlaması
Cariye, Halifenin gevsekligini görünce kahkahalarla gülmtge basladı.
O erin, aslanı öldürüp geldigi halde hâlâ aletinin inmedigini hatırladı.
Kahkahası arttıkça arttı, uzadıkça uzadı. Kendini tutmaya çalısıyordu ama bir türlü dudaklarını kapatamıyordu ki.
3950. Esrara alısık olanlar gibi boyuna gülüyordu. Kahkaha, kârına da üstün gelmisti, ziyanına da.
Ne düsündü, aklına ne getirdiyse fayda vermedi; aklına getirdigi seyler de gülmesini artırıyordu. Sanki bir selin bendi, birden
yıkılmıstı.
Aglayıs, gülüs gönlün gamı, nesesi.. BU ki her birinin ayn bir madeni vardır.
Her birinin bir ayn mahzeni vardır ve o mahzenin anahtarı, kapalı kapılan açan Tanrı'nın elindedir.
Bir türlü gülmesi dinmiyordu. Nihayet Halife alındı, huysuzlandı.
3955. Hemencecik kılıcını kınından sıyırdı. Habis dedi, neden gülüyorsun? Söyle.
Bu gülüsten gönlüme bir süphe düstü. Hileye kalkısma, dogru söyle.
Yalanla beni kandırmaya kalkısırsan, yahut bos bir bahane icat edersen,
Ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlıyan bir nur vardır. Dogruyu söylemek gerek vesselam.'
Bil ki padisahların gönüllerinde ulu bir ay vardır. Bazı bazı gaflet yüzünden bulut altına girer ama ehemmiyeti yok.
3960. Gönülde gezip dolasma zamanı bir ısık vardır ki hiddet ve hırs vaktinde ligen altında gizlenir.
O anlayıs, simdi benim dostumdur. Söylenecek sözü söylemezsen,
Bu kılıçla boynunu vururum. Bahanen hiç fayda vermez.
Dogru söylersen seni azad ederim. Tanrı hakkı için neseni kırmam.
Yedi mushafı birbiri üstüne koyup sözünü tutacagına yemin etti.
Cariyecegizin kılıç korkusiyle o sırrı Halifeye açması,
Halifenin dogru söyle, bu gülüsün sırrını bildir, yoksa seni öldürürüm demesi
3965. Cariye âciz kalınca ahvali anlattı. O yüz Zâl'e bedel olan Rüstem'in erligini söyledi.
Yoldaki gerdegi, o sırada vukua gelen halleri bîr bir nakletti.
Erin kılıcını çekip gidisini, aslanı öldürdükten sonra gelisini, aletinin hâlâ gergedan boynuzu gibi ayakta oldugunu söyledi.
Ondan sonra namuslu Halifenin gevsekligini ve farenin bir çıtırtısından aletinin söndügünü görünce dayanamayıp güldügünü
bildirdi.
Tanrı sırları meydana çıkarır. Mademki sonunda bitecek, kötü tohum ekme.
3970. Su, bulut, ates ve bu günes, sırlan topragın altından çıkarır.
Yaprakların dökülmesinden sonra gelen bahar, kıyametin varlıgına bir delildir. : Bahar, o sırları meydana kor, su yeryüzü
ne yediyse rüsvay olur;
Yedikleri, agzından, dudaklarından biter, çıkar. içindeki neyse meydana gelir.
Her agacın kökündeki sır ve o agacın yemisi tamamiyle üstünde görünür.
3975. Gönlünü inciten her gam, içtigin sarabın tesiriyledir.
Fakat nerden bileceksin o mahmurluk, o bas agrısı, hangi saraptan meydana geldi?
Bu bas agrısının, o tanenin meyvasından oldugunu aklı, fikri olan anlar.
Dalla meyva, tohuma benzemez. Meni, hiç insanın bedenine benzer mi?
Heyula, esere benzemezken tohum, hiç agaca benzer mi?
3980. Meni, ekmekten meydana gelir, fakat ekmek gibi midir? insan, meniden olur, fakat hiç meni gibi midir?
Cin, atesten yaratılmıstır, fakat nerden atese benzer? Bulut buhardandır, fakat buhar gibi degildir ki.
8sa, Cebrail'in üfürmesinden vücut buldu. Fakat suret bakımından onun gibi midir, yahut ona benzer mi?
Âdem, topraktan yaratılmıstır, topraga benzemez. Hiçbir üzüm, üzüm çotugu gibi degildir.
Hırsız, daragacının ayagı gibi midir? 8badet, ebedî cennete benzer mi?
3985. Hiçbir asıl esere benzemez. Su halde zahmetin ve bas agrısını aslını bilemezsin.
Fakat bu mücazat, mükâfat, bir aslı olmadan vücuda gelmez. Tanrı, hiçbir suçsuz kulunu incitmez.
Asıl neyse, o seyi çeken odur. Ona benzemez ama ondandır.
Su halde bil ki çektigin zahmet, yaptıgın suçun sonucudur. Sana inen bu tokat bir sehvetten ötürüdür.
8bret almaz, o suçu bilmezsen bile hiç olmazsa derhal aglayıp sızlamaya koyul, yarlıganma dile.
3990. Secde et, yüzlerce defa Yarabbi de, bu gam, yaptıgım suçun karsılıgıdır ancak!
Ey rabbim, sen zulümden, sitemden temizsin. Nasıl olur da suçsuz olarak insana bir dert, bir gam verirsin?
Ben suçu belli beyan bilmiyorum, fakat bu derde sebep de mutlaka bir suçtur.
Sebebi örttügün gibi o suçu da ört.
Çünkü ceza, benim suçumu ortaya koymaktır. Ceza sebebiyle hırsızlıgım meydana çıkar.
Padisahın, isi anlayınca o hıyaneti örtüp affetmeyi ve kendisinin, Musul padisahına zulmettigi için "Kim kötülük ederse kendine
eder" ve "Süphe yok, rabbin gözetleme yerindedir, seni görür" âyetleri mucibince bu kötülüge ugradıgını anlayıp intikam
almaya kalkısırsa, bu zulüm ve tamahın cezasını çektigi gibi o intikamın cezasına da ugrayacagını kestirerek cariyeyi o beye
vermeyi kurması
3995. Padisah, kendi kendisine suçunu, kabahatini, kızı ele geçirmek için ettigi ısrarı anıp tövbe etti, Tanrı'dan yarlıganmak
diledi.
Dedi ki: Baskalarına yaptıgım seyler, ceza haline geldi, bana gelip çattı.
Mevkiime güvenip baskalarının esine kasdettim. Bu kasıt, bana döndü, kuyuya düstüm.
Baskasının kapısını dövdüm, o da tuttu, benim kapımı dövdü.
Kim, baskalarının karısına kötülük ederse bil ki kendi karısına pezevenklik eder.
4000. Çünkü bir kötülügün cezası, tıpkı onun gibi olan bir kötülüge ugramaktır. Suçun cezası, o suçun misli olur.
Sen, baskasının karısını, bir sebeple kendine çektin mi aynen sen de onun gibi, hattâ ondan da üstün bir deyyussun.
Ben, Musul padisahının cariyesini zorla aldım, benden de onu derhal aldılar.
Emniyet ettigim bir adam olan lalam, hain çıktı, bana hıyanette bulundu.
Kin gütme, öç alma zamanı degil. Ben kendi elimle bir ham istir, yaptım.
4005. O beye de kin güdersem yapacagım zulüm, yine basıma gelir.
Su ceza, bir kere basıma geldi ya, bunu sınadım, artık sınanmısı tekrar sınamam.
Musul padisahının derdi, boynumu kırdı âdeta. Artık baskasını incitmem.
Tanrı, bize mükâfatı anlattı. "Döner, kötülüge gelirseniz biz de cezanızı veririz" dedi.
Burada ileri gitmek, faydasızdır. Sabırdan, merhametten baska iyi bir is yok.
4010. Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik, bir hatada bulunduk. Ey merhameti büyük Tanrı, bize acı!
Ben onu affettim, sen de yeni suçumu da affet, eski suçlarımı da.
Sonra cariyeye sakın dedi, bu senden duydugum sözü kimseye söyleme.
Seni, beyinle evlendirecegim. Tanrı hakkı için sakın bu hikâyeyi bir daha anma.
Anma da o, benden utanmasın. Çünkü o, bir kötülükte bulundu ama yüz binlerce de iyilik etti.
4015. Ben, onu defalarca sınadım, ona, senden de güzel kadınları emniyet ettim.
Hiç dokunmadı. Bu olan sey, benim yaptıgımın cezası.
Bundan sonra o beyi huzuruna çagırdı. Âlemi: kahretmeyi düsünen hısmını yendi.
Ona kabul edilecek bir bahane buldu. Dedi ki: Ben bu cariyeden sogudum.
Sebebi de su: Çocugumun anası, bu cariyeyi kıskanmada, âdeta bir tencere gibi kaynayıp durmada, yüzlerce sıkıntılara ugradı.
4020. Oglumun anasıdır, onun nice hakları vardır. Böylece cevir ve cefalara lâyık degildir o.
Kıskançlıga basladı, kanlar yutmada. Bu cariye yüzünden pek siddetli acılara düstü.
Hâsılı bu cariyeyi birine verecegim. Buna karar verdikten sonra azizim efendim, senden daha iyisini bulacak degilim ya.
Sen onun için canınla oynadın. Artık onu senden baskasına vermek dogru degil.
Onu, o beye nikahlayıp verdi, öfkesini, hırsını kırdı geçirdi.
"Onların rızıklarını biz taksîm ettik" hükmünce Tanrı,
birisine eseklerin sehvet ve kuvvetini verir, birine peygamberlerle meleklerin kuvvetini.
Bastan hava ve hevesi atmak ululuktur. Hava ve hevesi terketmek, Peygamber'e mahsus bir kuvvettir.
Sehvete mensup olmıyan tohumlar,
Kıyametten baska bir sey koparmaz.
4025. Onda erkek eseklerin gücü, kuvveti yoktu. Fakat peygamberlerin erligi vardı.
Hısmı, sehveti, hırsı terk etmek, erliktir. Bu, peygamberlik damarıdır.
Söyle, damarında esek erligi olmasın da Tanrı onu daima Ulu beylerbeyi diye çagırsın.
Tanrı'dan uzak merdut bir diri olmaktansa Tanrı'nın görüp gözettigi bir ölü olmam daha yeg.
Su erligin içi, sırrıdır, öbürü deriden ibaret. O, adamı cennete götürür, bu cehenneme!
4030. Cennetin, hosa gitmeyen seylerle çevrildigi, kaplandıgı söylenmis, cehennemin hava ve hevesten meydana geldigi haber
verilmistir.
Ey Eyaz, ey Seytan'ı öldüren erkek aslan, esek erligini azalt, akıl erligini çogalt.
Bu kadar yüzlerce âlemin anlayamadıgı sey, sence bir çocuk oyuncagı oldu. 8ste sana er!
Ey benim emrimin lezzetini bulan, ey emrime vefakârlıkta bulunmak üzere canlar veren!
Emre, emrin lezzetine dair mânevi hikâyeyi dinle simdi!
Padisahın, divanda bulunanlara bir mücevher gösterip "Bu ne degerde," diye vezire vermesi, vezirin, mücevherin degerinde
ileri gitmesi, padisahın "Kır bu mücevheri" diye emir vermesi üzerine, ben bunu nasıl kırayım, falan filân diye özür getirmesi
4035. Padisah, bir gün divana gitti. Bütün memleket büyüklerini divanda toplanmıs buldu.
O nurlu padisah, bir mücevher çıkarıp vezirin eline vererek.
Dedi ki: Bu, nasıl bir mücevher, degeri nedir? Vezir, yüz esek yükü altın degerinde bir mücevher dedi.
Padisah, kır bu mücevheri deyince dedi ki: Nasıl kırabilirim? Senin hazinenin, malının iyiligini dileyen bir kisiyim ben.
Deger biçilmez böyle bir mücevherin zayi olmasını nasıl reva görebilirim?
4040. Padisah vezirin sözünü takdir etti, ona bir elbise ihsan etti. O cömert ve er padisah, inciyi ondan aldı.
O cömert padisah, vezire giydigi elbiselerden baska daha ince agır elbiseler verdi.
Onları bir müddet söze tuttu. Yeni seylere, eski vakalara ait bahislerde bulundu.
Sonra mücevheri perdecinin eline verdi, bir isteklisi olsa dedi, ne deger acaba?
Perdeci, bu mücevher dedi, ülkenin yarısı degerinde. Tanrı, ülkeyi tehlikelerden korusun!
4045. Padisah, kır bu mücevheri dedi. Perdeci, ey kılıcı günes gibi parlayan padisahım, bunu kırıp ufalamak pek yazıktır, pek
yazık!
Degeri söyle dursun, su parlaklıga bak. Gündüzün nuru bile ona uymada!
Bunu kırmaya nasıl elim varır? Nasıl olur da padisahın hazinesine düsman olurum? Dedi.
Padisah, ona elbise verdi, gelirini artırdı. Onun aklını övmeye basladı.
Bir müddet sonra mücevheri bir beyin eline verdi. Onu da bir sınadı.
4050. O da öyle söyledi, bütün beyler de. Her birine agır elbiseler ihsan etti.
Elbiselerini artırdı, o asagılık kisileri yoldan çıkardı, kuyuya attı.
Elli altmıs bey, hepsi de veziri taklit ederek böyle söylediler.
Gerçi dünyanın degeri taklittir ama her mukallit de sınanmada rüsvay olur.
Mücevherin elden ele devrederek Eyaz'a gelmesi. Onun, öbürlerine uymayıp, padisahın verecegi mala mülke aldanmaksızın,
elbiselerin çokluguna ve hataya düsenlerin aklını ögmesine kapılmaksızın mücevheri kırması. Mukallidi müslüman saymak
dogru olamaz. Nadir olarak mukallit de, o Tanrı korumasıyla, inanısında dayanır ve bu imtihanlardan selâmetle kurtulur. Çünkü
Hak birdir, ona benzeyen ve insanı yanıltan çok zıtlar vardır. Mukallit, o zıddı tanıyamaz, bu yüzden Hakk'ı da tanımaz. Fakat
o, Hakk'ı tanımasa bile Hâk, ona inayet gözüyle bakarsa bu tanımazlık, mukallide ziyan vermez.
Ey Eyaz, söylemiyorsun, bu parlaklıkta, bu güzellikte olan bir mücevherin degeri nedir?
4055. Eyaz, söyleyebilecegimden de artık deyince Padisah, peki dedi, hadi öyleyse hemen onu kır, hurdahas et.
Eyaz'ın yenlerinde tas vardı. Derhal onları çıkarıp mücevheri kırdı, unufak etti.
Belki o saf ve temiz delikanlı, bu isi rüyada görmüstü de yenine, koltuguna iki tas gizlemisti.
Yusuf gibi hani. O da isinin sonunun nereye varacagını kuyu dibinde görmüstü.
Kime fetih ve zafer, haber verirse onca murada erme de birdir, ermeme de.
4060. Kimin payandası, sevgilinin, vuslatı olursa o, kırılmadan, savasmadan ne korkacak?
Karsısındakini mat edecegini iyice bilen, at gitmis, fil gitmis, aldırır mı? Onca bunlar, zaten saçma seylerdir.
At arayan, atını alıp götürse al götür der, önüne düsecek o at degil ya.
8nsan, atla bir soydan olur mu? Adamın ata olan sevgisi, öne geçmek içindir.
Suretler için bu kadar elem çekme. Suret bas agrısı olmaksızın mânayı elde et.
4065. Zahit, isin sonunu düsünür. Soru, hesab günü hâlim ne olacak diye dertlenir.
Ariflerse baslangıçtan, önden haberdardır, sonu düsünme derdinden de kurtulmuslardır.
Arifte arif olmadan önce korku da vardı, yalvarıs da. Fakat Tanrı takdirini bildiginden, isin önünden haberdar oldugundan bu
bilgi, her ikisini de ortadan kaldırmıstır.
Evvelce mercimek ektigini bildiginden ne mahsul elde edecegini de bilir.
Ariftir, korkudan da kurtulmustur, ürkmeden de. Tanrı kılıcı, o hay huyu kesmis, ikiye bölmüstür.
4070. Evvelce Tanrı'dan korkar, umardı. Korku yok oldu, o yalvarıs meydana çıktı.
Eyaz da o degerli mücevheri kırınca beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu.
Bu ne korkusuzluk, Tanrı hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kâfirdir dediler.
O toplulugun hepsi de körlüklerinden Padisahın inci gibi olan buyrugunu kırmıstı.
Mücevherin degeriyle sevginin sonucu, gönüllerinden gizli kalmıstı.
Beylerin, neden bu mücevheri kırdın diye Eyaz'ı kınamaları, onun cevap vermesi
4075. Eyaz dedi ki: Ey ünlü ulular, Padisahın buyrugu mu daha ileri, mücevher mi?
Sizce, Tanrı hakkı için söyleyin, Padisahın emri mi daha üstün, yoksa bu güzelim mücevher mi?
Ey mücevhere bakan, Padisaha aldırıs bile etmeyen beyler, önünüzde gül var, ana cadde degil!
Ben gözümü Padisahtan ayırmam. Müsrik gibi tasa yüz tutmam.
Boyalı tası seçip Padisahın buyrugunu geri bırakan canda hiçbir gevher, hiçbir deger yoktur.
4080. Gül renkli oyuncagı ardına at. Onlara renk vereni aklına getir ve sas.
Dereye gir, testiyi tasa çal. Kokuya, renge ates ver.
Din yolunda yol kesicilerden degilsen kadınlar gibi renge, kokuya tapma.
Bu sözler üzerine o yüce erler, bu hatalarına özür olmak üzere baslarını önlerine egdiler.
O anda her birinin gönlünden belki iki yüz kere ah çıktı bir duman gibi ta göge kadar ulastı.
4085. Padisah, ihtiyar cellâda emir verdi: Bu çerçöpü, benim yüce tapımdan uzaklastır!
Bu asagılık adamlar, bu yüce makama lâyık degiller. Bir tas için benim buyrugumu reddettiler.
Buyrugum, bu çesit fesatçılarca bir boyalı tas için hor hakir oldu.
Padisahın beylerin öldürülmesini emretmesi, Eyaz'ın "Af, daha dogrudur" diye sefaata bulunması
Bunun üzerine merhametli Eyaz, sıçradı, o ulu Padisahın tahtına dogru kostu.
Secde edip bogazını tutarak, padisahım dedi, senin gibi yüce bir padisahın sultanlıgına gökyüzü bile hayran olmustur.
4090. Ey hüma kusu, hümalar kutlulugu senden bulur, cömertler, cömertlige senden ererler.
Ey kerem sahibi, âlemdeki kerem ve ihsanlar, senin bagıslamana karsı mahvolur gider.
Ey lütuf sahibi, kırmızı gül seni görünce utancından gömlegini yırtar.
Yarlıgama, senin yarlıgamanla doymus, tilkiler, senin affınla aslanlara üstün olmustur.
Senin buyruguna karsı korkusuzca harekette bulunan, affından baska nereye dayansın?
4095. Bu suçluların gafletleri, küstahlıkları, ey af madeni padisah, senin affının çoklugundan meydana geldi.
Gaflet, daima küstahlıktan meydana gelir. Ululama gözden kuru agrıyı giderir.
Gaflet ve kötü bir alısma olan unutkanlık, ululama atesiyle yanıp gider.
Onun heybeti adama uyanıklık ve anlayıs verir, adamın içindeki unutkanlık ve yanılma çıkar, kalmaz.
Yagma zamanı, halkın uykusu gelmez. Kimse, hırkamı çalmasınlar diye uyumaz.
4100. Hırka korkusiyle bile uyku kaçarsa artık can ve ' bogaz korkusu ile kim uyur ki?
Buna tanık, "Rabbimiz, unutup isledigimiz suçlarla bizi suçlu sayma" âyetidir. Çünkü unutma da bir bakımdan suçtur.
Unutan, onu lâyık oldugu veçhile ululamıstır. Yoksa hiç savasta adamı uyku tutar mı?
Unutma, çaresiz gelip çatar ama buna tutulmamak için de sebeplere yapısmak lâzım.
Çünkü onu ululamada gevseklik gösterdi mi insanda ya unutma meydana gelir, ya yanlıs.
4105. Sarhos gibi hani. O ada cinayetlerde bulunur, sonra da mazurdum, ne yapayım der.
Ona derler ki: Dogru ama a kötü isli, o zıkkımı sen içtin, dileginle, isteginle zıkkımlandın.
Sarhosluk, sana kendi kendine gelmedi, onu sen davet ettin. O dilegi de kendin meydana getirdin.
Sarhosluk, senin kastın, çalısıp çabalaman olmasaydı da kendi kendine sana gelip çatsaydı can sakisi, senin ahdını korur,
gözetirdi.
Sana arka olur, senin adına o, özür dilerdi. Tanrı sarhosluguna kul köle olayım.
4110. Ey her çesit elde edilen sey, kendisinden olan Tanrı, bütün âlemin af ve ihsanı, senin ihsanından bir zerredir.
Aflar, senin affını överler, insanlar, sakının, ona benzer, ona esit yoktur.
Onların canlarını sen bagısla, huzurundan da kovma. Ey muradına erisen, senin damagının tadıdır onlar.
Yüzünü görene acı, nasıl olur da seni gören, acı ayrılıgını çekebilir?
Ayrılıktan bahsediyorsun, ne yaparsan yap da bunu yapma.
4115. Senin tuzagına tutulup yüz binlerce defa ölmek bile senden ayrılmaya bedel olamaz.
Ey suçluların feryadına yetisen, ayrılık acısını erlerden de uzaklastır, kadınlardan da.
Senin vuslatını umarak ölmek hostur. Fakat ayrılıgının acısı, atesin üstündedir.
Kâfir bile cehennemde bana bir baksaydın cehennemde olduguma gam mı çekerdim deyip durur.
Çünkü o bakıs, bütün eziyetleri tatlılastırır; büyücülerin el ve ayaklarının kan diyetidir o bakıs.
Firavun, büyücüleri öldürecegi zaman onlar, "Zararı yok..
Biz, Tanrımıza döneriz" dediler, bunun tefsiri
4120. Gökyüzü "Zararı yok" sesini duydu. Gökyüzü, sanki o savlıcana bir top kesildi.
Firavun'un vurusu bize zarar vermez ki dediler, Tanrı'nın lütfu, baskalarının kahrından üstündür.
Ey insanları azgınlık, sapıklık yoluna süren, sırrımızı bilsen a can gözü kör herif, anlarsın ki biz kendimizi kurtarıyoruz.
Kendine gel de bu yana yanas, bu erganunun "Keske kavmim, rabbim beni ne yüzden yarlıgadı, bilselerdi" sesini dinle.
Tanrı ihsanı, bize bir Firavunluk verdi ki senin Firavunlugun kaç para eder, senin saltanatın geçici.
4125. Ey Mısır'a ve Nil ırmagına kapılıp gururlanan! Basını kaldır da ebedî ve ulu saltanatı gör.
Sen su pis hırkayı terk edersen Nil ırmagını can nilinde gark edersin.
A Firavun, kendine gel de Mısır'dan el çek. Can Mısır'ının içinde yüzlerce Mısır var.
Sen, halka "Ben rabbinizim" deyip durursun ama bu iki sözden de gafilsin.
Rab olan rablık ettigi kisiden nasıl titrer? Ben demeyi bilen, nasıl olur da cisim ve can bagına baglı kalır?
4130. 8ste bak, buracıkta bizler ben diyoruz, çünkü benlikten kurtulduk; zahmetlerle, belâlarla dolu benlikten halâs olduk.
A köpek, o benlik sana kutlu gelmedi. Fakat bizce mühürlenmis bir devlet oldu.
Bu benlik, sana kin gütmeseydi bize böyle güzel bir ikbal, bir devlet olur muydu?
Yokluk yurdundan kurtuluyoruz, buna sükrane olarak su daragacının basında sana bir ögüt verelim:
Bizim ölüm daragacımız, göç burakıdır. Senin saltanat yurdunsa gururdan, gafletten ibarettir.
4135. Bu yasayıs, ölüm suretinde gizlidir. O ölümse yasayıs kabugunda gizli.
Nur, ates seklinde görünmede, ates de nur seklinde. Yoksa dünya, hiç gurur yurdu, aldanma duragı olur muydu?
Kendine gel, acele etme. Önce yok ol. Battın mı nur dogrusundan basgöster.
Ezel benliginden gönül hayretlere düstü; bu benlik, soguk bir hale geldi, ayıp ve ar kesildi.
Can, o bensiz benlikten hos bir hal aldı, âlem benliginden sıçrayıp çıktı.
4140. Benden kurtuldu da simdi ben oldu. Aferinler, olsun zahmetsiz benlige!
O kaçmada, benlikse pesine düsmüs. Onu, onsuz gördügünden ardını bırakmamakta, kosup durmakta.
Sen, onu istedikçe o, seni istemez. Fakat öldün mü istedigini elde edersin.
Diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı? Sen istedikçe istedigin seni arar mı?
Bu bahiste akıl, yol gösterici olsaydı Fahr-i Razı, din sırrını bilirdi.
4145. Fakat "Tatmıyan bilmez." Onun için onun aklı ve kurdugu hayaller de, ancak hayretini artırdı.
Bu ben, nerde düsünceyle açılacak, bulunacak? O ben, yokluktan sonra açılır, bulunur.
Bu akıllar, arastırma yüzünden ittihat ve hulul uçurumuna düser.
Ey yakınlasma yüzünden yokluga erismis, yıldız gibi günes nurlarına dalmıs olan Eyaz!
Hattâ ittihat ve hululle degil de meni gibi beden haline gelmis olan dost!
4150. Ey af etmeyi sandıgına almıs, kendine mal edinmis zat, affet. Sen lûtufta en ileri gidensin. Bütün lütuf edenler, senin
ardındadır.
Ben kim oluyorum ki af et diyeyim? Ey padisahım, ey Kün emrinin hulâsası!
Ben kim oluyorum ki ey bütün benler, etegine sarılmıs olan padisahım, benligimden geçmeden seninle beraber bulunayım?..
Eyaz'in sefaat etmede kendisini suçlu sayması ve bu suçtan özür dilemesi, özür dilemede de yine kendini suçlu bilmesi. Bu
sınıklık, padisahın ululugunu bilmekten ilerigelir. Peygamber, "Ben, Tanrıyı en iyi bileniniz ve Tanrı'dan en çok korkanınızım”
dedi. Ulu Tanrı da "Söz budur, bundan ötesi yok; Tanrı'dan, onu bilen kulları korkar" buyurmustur.
Hilimle dolu olana ben nasıl olur da acımayı ögretmeye kalkısır, bilgi sahibine nasıl olur da bilim yolunu gösterebilirim?
Beni sillelerle, tokatlarla zebun etsen bile hakkın var. Ben, yüz binlerce tokata lâyık bir kulum.
4155. Ben huzurunda ne söyleyeyim de sana bir sey anlatmaya kalkısayım? Yahut da ne yüzle kerem sartını sana hatırlatmaya
giriseyim?
Sence bilinmeyen ne var? Alemde hatırında olmayan nedir ki?
Sen, bilgisizlikten arısın; bilgin de âlemde bulunan seylerden herhangi birini unutmadan arıdır.
Bir hiç olanı tuttun, adam ettin; onu günes gibi nurlarla parlattın.
Mademki beni adam ettin, yalvarırsam yalvarısımı kerem et, dinle.
4160. Benim suretimden izhar ettigin sefaati da yine sen ediyorsun demektir.
Çünkü bu yurt, benim malımdan, mülkümden bombos, burada benim hiçbir seyim yok. Evde kuru, yas, ne varsa benim degil.
Duamı su gibi akıttın, sebatını da bagısla ve o duayı kabul et.
Önce bana duayı ilham eden sensin, sonunda duamı da sen kabul et.
Kabul et de o âlem padisahı suçluların suçunu bu kulu için af etti diyeyim.
4165. Ben kendimi begenmekteydim, bastanbasa dertten ibarettim. Padisahım, her dertliye deva verdi.
Cehennemliktim, kötülüklerle, serlerle doluydum. Onun ihsan eli beni bir kevser haline getirdi.
Cehennem kimi yakar, yandınrsa ben o yanan seyleri cesette tekrar çıkarır, bitiririm.
Kevserin isi nedir? Her yanan, onun vasıtasiyle biter, yenilenir.
Kevser, katra katta keremlerini ilân eder; cehennemin yaktıgı seyleri ben yine yerine getiririm der.
4170. Cehennem, güz mevsiminin soguguna benzer. Keserse ey gül bahçesi, bahar gibidir.
Cehennem, ölüme, mezar topragına benzer. Kevserse sur üfürülmesi gibidir.
Ey cehennemde bedenleri yananlar, Tanrı keremi, sizi kevsere çagırmadadır.
Ey daima faal olan diri Tanrı, lütfen "halkı, benden faydalansınlar diye yarattım;
Ben onlardan faydalanayım diye degil" buyurmustur. Bu, senin cömertligindir; bütün noksanlar, o cömertlikle düzelir.
4175. Bedene tapan su kullarını affet. Af denizinin af edisi, yerinde bir istir.
Halkı ırmak gibi, sel gibi affet, yıka, ant, kendi denizine daldır, temizle.
Aflar, her gece su gönülden çıkar, güvercinler gibi sana uçar, ulasır.
Seher çagı yine onları uçurur, geceye kadar su bedenlere hapsedersin.
Yine aksam çagı, o sayvanın, o damın askı ile kanat çırparak uçarlar.
4180. Bedenden vuslat ipini kopardılar mı sana senin huzuruna gelirler. Çünkü senden ikbal ve devlete erismislerdir.
Bas asagı geri dönmeden emin olarak "Biz, süphe yok rabbimize dönenleriz" diye havada kanat çırparlar.
O keremden de "Gelin, yücelin" diye ses gelir, O dönüsten sonra artık o hırs, o keder kalmaz..
Alemde çok gariplikler çektiniz. Ey ulular, kadrini bilin.
Bu agacın gölgesinde nazla sarhos olarak ayaklarınızı uzatınız.
4185. Din yolunda zahmetler çeken ayaklarınızı ebedî hurilerin kucaklarına, ellerine uzatın.
Huriler, merhametli bir halde birbirlerine isaret ederek bu sofiler, seferden döndüler.
Günes nuru gibi saf sofiler, bir müddet topraga düstüler, pislige karıstılar.
Fakat ayaklarında, üstlerinde baslarında hiçbir pislik olmaksızın tertemiz olarak günesin nuru gibi yüce yüce günes degirmisine
geldiler.
Yüce Tanrı, bu suçlular da baslarını duvarlara vurdular.
4190. Kendi hatalarını, suçlarını anladılar. Padisahın oyununda mat oldular ama,
Simdi ah ederek ey lütfu, suçlulara yol gösteren Tanrı diye sana yüz tuttular.
Lütfet, yolda kirlenenleri tez af Fıratında, yıkanılacak kaynakta yıka, arıt.
Arıt da uzun zamandır islenegelen suçtan yıkansınlar, temizlerin safına katılıp namaz kılsınlar.
Sayıdan dısarı olan o saflarda "Bizler saflarız" nuruna gark olsunlar.
4195. Söz, bu halin övüsüne gelince kalem de kırıldı, kâgıt da yırtıldı.
Hiç deniz, bir kaba sıgar mı? Aslanı bir kuzu kapıp götürebilir mi?
Perde ardındaysan perdeden çık da o sasılacak padisahlıgı gör.
Sarhos kavim, kadehini kırdılar ama senden sarhos olanların özrü vardır.
Onların sarhoslugu, ikbal ve malla degildir ey isleri tatlı Tanrı, senin sarabından sarhos olmustur onlar.
4200, Ey padisahlar padisahı, onlar senin hususiyetinden sarhos olmuslardır. Ey af eden Tanrı, kendi sarhosunu affet.
Hitap ettigin zaman senin hususiyetinin lezzeti, insanı, öyle bir sarhos eder ki, yüz küp sarap insanı öyle sarhos edemez.
Mademki beni sarhos ettin, had vurma bana. Seriat, sarhoslara had vurmaz.
Aklım basıma gelsin de o vakit döv. Zaten ben ayılmayı istemiyorum ki.
Ey lütuflar ve ihsanlar sahibi Tanrı, senin sarabını içen, ebedî olarak aklından da kurtuldu gitti, had vurulmasından da.
4205. Onlar, sarhosluklarının verdigi yoklukta ebedi olarak kalırlar. Sizin sevginizde yok olan gayri ayılıp kalkamaz.
8hsanın bize yürü der, yürü ey askımızın ayranına kapılmıs olan!
Sinek gibi ayranımıza düsmüssün.. Sen, sarhos degilsin ey sinek, sarabın ta kendisisin.
Ey sinek, gerkesler, senden sarhos olurlar. Çünkü sen, bal denizine at sürmüssün.
Daglar, zerreler gibi senin sarhosundur. Nokta da senin elindedir, pergel de, çizgi de.
4210. Halkın titredigi fitne, senden titrer.. Her degerli mücevher, sence ucuzdan ucuzdur.
Tanrı, bana bes yüz agız verseydi de ey can ve ey cihan, seni anlatsaydım.
Halbuki bir agzım var, o da ey sırları bilen Tanrı, senden utancından kırık dökük!
Fakat yokluktan daha kırık dökük olmam ya.. Bunca ümmetler, onun agzından zuhur etti.
Yüzlerce gayb eserleri, Tanrı'nın lütuf ve ihsa-niyle yokluktan dısarı çıkmayı beklemede.
4215. Ey keremine kurban oldugum Tanrı, basım, senin havanla dönmede.
Sana ragbetimiz, senin dileginle oluyor. Nerde bir yol yürüyen varsa onu Tanrı cezbesi çekmektedir.
Hiç yel olmadan toprak havaya kalkar mı? Hiç deniz olmadan bir gemi, denize ayak atabilir mi?
Abıhayat önünde kimse ölmez.. Halbuki abıhayat, senin suyunun yanında bir tortudan ibarettir.
Abıhayat, can kıblesidir. Dostlar, baglar, bahçeler, suyla yeserir, güler.
4220. Ölümü içenler, onun askiyle dirildiler; gönüllerini candan da çekmislerdir, abıhayattan da.
Askının suyu mademki bize el verdi, abıhayatını bizce hiçbir degeri yok artık
Her can, abıhayattan diridir. Fakat abıhayatın suyu da sensin.
Her an bana bir ölüm, bir hasir verdin de o keremin neler yaptıgını gördüm.
Senin yeniden diriltecegine güvenim var; o yüzden bu ölüm, bana uyku gibi görünmede ey Tanrı.
4225. Her an yedi denize de serap olsa ey suyun suyu, sen onu kulagından tutar, getirirsin.
Akıl, ecelden titrer durur, halbuki ask, nese içindedir. Tas, toprak parçası gibi yagmurdan korkar mı hiç?
Bu cilt, Mesnevi'nin besinci cildidir. Can gögünün burçlarındaki yıldızlara benzer.
Yıldızları tanıyan gemiciden baskasının duyguları, yıldızla yol bulamaz.
Baskaları, yıldızları ancak seyrederler, ne kutlularından haberleri vardır, ne kırandan.
4230. Geceleri tâ sabahlara kadar böyle seytanları yakıp yandıran yıldızlarla asinalık et.
Her biri, kötü zanna kapılmıs Seytanı defetmek için gök kalesinden âdeta neft atmaktadır.
Yıldızlar, Seytana akrep gibidirler, fakat müsteriye en yakın bir dosttur onlar.
Yay, okla Seytanı oklar, bir yere mıhlarsa ekinleri, meyvaları sulamak için kova, suyla dolu.
Balık, gerçi azgınlık gemisini kırarsa da dost için öküz gibi ekin eker.
4235. Günes, geceyi aslan gibi paralarsa da lâal, onun yüzünden atlas elbiselere nail olur.
Yokluktan basgösteren her varlık, birine zehirdir, öbürüne seker.
Dost ol, kendi kötü huyundan ayrıl da zehir küpünden bile seker ye!
Faruki tiryak, ona seker kesilmisti de onun için zehir, Faruk'a bir zarar vermedi.
Besinci cildin sonu
3501 - 4235 Beyitlerin Notları
S. 285, B. 3506 dan sonraki ballık: Delkak için bakınız: c. 2, s. 217, b. 2333 ün izahı.
S. 289, B. 3548: Arapçadır.
S. 292, B, 3582: Ukde, günesin tutulma noktasına denir.
S. 292, B. 3590 dan sonraki baslık: "Bu dünya yasayısı, ancak saçma ve oyuncak bir seydir. Süphe yok ahiret yurdu ebedîdir;
bilseler." Sûre 26 (Ankebut), âyet 64.
S. 293, B. 3597: Bezden yapma bebeklerle oynamak ve erkek çocukların sopayı apısları arasına alarak ata binme oyunları, o
zamanlar da varmıs. 8kincisine "Sadi"nin bîr gazelinde de tesadüf ediyoruz.
S. 294, B. 3604: c. l, s. 392, b. 3449 un izahına bakınız.
S. 294, B. 3608:8ki kıbleden maksat Kudüs'le Mekke'dir. Mekke'deki Kabe kıble olmadan Kudüs'teki Mescidi Aksa'ya dönülerek
namaz kılınmıstı. Bir gün, ögle namazı kılınırken kıble Kabe oldu ve Peygamberle beraber sahabe Kabe'ye döndüler. Namazın
geri kalan kısmı Kabe'ye dogru kılındı. Bu yüzden, bu vakanın oldugu yere yapılan mescit de. "Mesçid el-kıbleteyn - 8ki kıble
mescidi" adını almıstır. 8ki kıble imamı da Peygamberdir.
S. 300, B. 3612: Arap alfabesinin ilk harfi olan elif, dümdüz bir çizgidir ve noktanın uzatılmasından meydana gelmistir. Noktası
olmadıgı gibi hareke de almaz. Bu bakımdan onu kayıtsızlık ve hürlükle vasıflandırmıslardır. Aynı zamanda boy da elife
benzetilir. Sofiler de elife birçok mânalar vermislerdir.
S. 295, B. 3619: c. l, s. 90, b. 926 nın izahına bakınız.
S. 296, B. 3631: S. 159, b. 1943-1944 an izahına bakınız.
S. 299, B. 3673: Misafir odası, köylerde pek ziyade revaçlıdır. Her köyün bir misafir odası vardır. Bu odaya, varlıklı köylüler
tarafından sırayla bakılır. Her gece bir köylü, oraya yemek gönderir. Bundan baska ayrıca varlıklı köylülerin de birer misafir
odası bulunur. Bu âdetin, Selçuklular devrinden beri oldugunu bu beyitlerden anlamaktayız.
S. 299, B. 3675 ten sonraki baslık: Sofilerde konuga pek hürmet edilir. Hattâ "Her geceyi kadir, her konugu Hızır bil" sözü,
aralarında atalar sözü olarak söylenegelmistir.
S. 300, B. 3689: c. l, s. 207, b. 2096 nın izahına bakmıs.
S. 301, B. 3694-3695 Arapçadır.
S. 302, B. 3712: Kur'an'ın 9 uncu sûresi olan Tevbe sûresinde münafıkların yaptıkları mescitten bahsedildikten sonra
Peygamberin mescidi anlatılırken "Orada erler vardır ki tertemiz olmayı severler, Tanrı da tertemiz olanları sever"
denmektedir, (âyet 108).
24 üncü sûrede de (Nur) "Erler vardır ki alısveris ve kazanç, onları Tanrı'yı anmadan, namaz kılmadan, zekât vermeden
alıkoymaz. Kalblerle gözlerin döndügü günden korkarlar" denmektedir (âyet 37). Kur'anın daha baska sûrelerinde böyle
azimde ilerletmis adamlara "erler" denmektedir. Bu bakımdan Sofiler, "erler - rical" tâbirini, bir mertebeyi gösteren tâbir olarak
kabul ederler. Burada erkeklik, kadınlık meselesi bahis mevzuu olamaz. Mesela, bir kadın hakkında da "Rical mertebesine
erismistir" derler.
S. 308, B. 3786 dan sonraki baslık: 102 nci sûresinin (Tekâsür) 3 ve 4 üncü âyetleridir.
S. 308, B. 3789: "8leri geçenlerin ileri geçenleri., iste Tanrı'ya yaklasmıs olanlar onlardır" Sûre 66 (Vakıa), âyet 10, 11. Bu
âyet, ilk müslüman olanlar hakkındaysa da Peygamber "Her zaman Ümmetim içinde ileri geçenler vardır" diyerek
imanda, insanlara hayırlı olmada ve ibadette ileri gidenler hakkında da oldugunu anlatmıstır.
S. 311, B. 3820: "8nananlardan erler vardır ki Tanrı ile ahdettikleri seyi tutarlar. Onlardan bir kısmı ahitlerini yerine
getirmistir, henüz bekliyenler ve hiçbir
surette ahdini degistirmeyenler de vardır. Sûre 83 (Ahzab), Ayet 23.
S. 314, B. 3859: 59 uncu sûreyle (Hasr) 61 inci sûre (Saf) "Göklerde yeryüzünde ne varsa Tanrı'yı" tesbih eder. O,
yücedir ve hüküm sahibidir" diye baslar.
S. 314, B. 3866-. Arapçadır.
S .320, B. 3940: "Sizin dininiz sizin, benimki benim." Sûre 109 (Kâfirûn), âyet 6.
S. 323, B. 3979: Heba denilen Heyula, aslan Yunanca bir kelimedir. Hükema felsefesinde maddenin esas vasfıdır ki her sekli
ve sureti kabul edebilir. Teknedeki
hamurdan istenilen sekil ve suretlerde ekmek, çörek ve simit yapılabildigi gibi heyula, yani maddenin esası da agaç, kus,
insan, hayvan, tas, toprak.... her sey olabilir.
S. -324, B. 3994 ten sonraki baslık: "8yilik edenin iyiligi kendine, kötülük edenin kötülügü yine kendine, Rabbin,
kullarına zulmetmez." Sûre 41 (Secde), âyet 46
"Süphe yok Rabbin, gözetleme yerindedir, görür." Sûre 89 (Fecr), Ayet 14.
S. 325, B. 4000: "Bir kötülügün cezası, ona benzer bir kötülüktür. Kim affeder, isi düzeltirse mükâfat Tanrıya aittir. Süphe yok
o, zâlimleri sevmez." Sûre 42 (Sûra),
âyet 40.
S. 325, B. 4008: "Rabbiniz, size acıyabilir. Fakat döndünüz de yine fenalık yaptınız mı biz de döneriz. Cehennemi, kâfirlere
zindan ettik." Sûre 17 (Esra), ayet 8.
S. 327, B. 4024 ten sonraki baslık: "Rabbinin kısmetini "olar mı paylastırıyorlar? Dünyadaki geçimlerini de, aralarında biz
paylastırdık, bazılarını derece bakımından bazılarına üstün ettik de bu suretle bazıları, bazılarını hizmetlerinde kullanırlar.
Rabbinin rahmeti, onların topladıklarından, biriktirdiklerinden hayırlıdr." Sûre 43 (Zuhruf), âyet 32. Bu baslıkta iki beyit vardır.
Bunların ikincisi Hakîm-i Senâî'nin "Esra-nâme" sindendir.
S. 327, B. 4030: Böyle bir hadîs vardır, bundan önceki ciltte de geçti.
S. 333, B. 4101: "Tanrı insana gücü yettigi derecede teklifte bulunur. Herkesin kazandıgı iyilik de kendinedir, kötülük de,
Rabbimiz, unuttugumuz, yanıldıgımız seylerden dolayı bizi hos gör. Rabbimiz, bizden öncekilere yükledigin gibi bize de agır
yük yükleme. Rabbimiz, takatimiz olmayan seyi yükleme bize. Bizi bagısla, bizi yarlıga, bize acı. Sen sahibimizsin, sen bize
kâfir kavme karsı yardım et..." Sûre 2 (Bakara), âyet 286, son âyet.
S. 335, B. 4119 dan sonraki baslık: Bu âyet için bakınız: S. 273, b. 3339 un izahı.
S. 335, B. 4120: Top ve çevgân oyununda topu çelen ucu egri sopaya sevlican da denir.
S. 335, B. 4128: Rab, ögreten, belleten ve her seyi, yavas yavas kemaline götüren mânalarına gelir. Bu bakımdan meselâ
Hıristiyanlıkta 8sa'ya da "Rab" denir. Âlemlerin rabbi Tanrı'dır, ona karsı her sey "merbub"dur. Yani onun terbiyesine muhtaçtır.
S. 337, B. 4144: Mevlâna'nın babasının, memleketi olan Belh'i terkedip Konya'ya gelmesine sebep olan ve büyük tefsiriyle
meshur bulunan Fahreddin-i Razi için bakınız:
C.1, s. 132, b. 1350’nin izahı.
S. 337, B. 4147: Hulul, bir seyin bir seye girmesi, sızması, ittihat iki seyin birlesmesi demektir. Kelâm yani islâm felsefesinde
hulûl, Tanrı'nın kula girmesi suretiyle kulun Tanrılasması, ittihat da Tanrı ile kulun birlesmesi inanısıdır ve her ikisi de bâtıldır.
Seriatçılar, Vahdeti vücutta ileri gidenlere bu iki inanısı isnadetmisler, onlar da biz Tanrı'dan baska bir varlık tanımıyoruz. Hulul
ve ittihat için iki varlık olması lâzımdır
diye bunu siddetle reddetmislerdir.
S.-337, B. 4152 den sonraki baslık: Bu baslıktaki hadis, Buhari ve Müslim hadîslerindendir (Ankaravî, s. 863). Ayetin tamamı
sudur: "8nsanları, yeryüzünde yürüyen hayvanlarla dört ayaklı hayvanları renkleri çesitli olarak yarattık. Söz budur ancak:
Tanrı'dan, bilen kulları korkar. Süphe yok ki Tanrı yücedir ve yargılayıcıdır." Sûre 35 (Fâtır) âyet 28.
S. 339, B. 4173-4174: "Ben, halkı benden faydalansınlar diye yarattım, ben onlardan faydalanayım diye degil" mealinde bir
hadîsi kutsi rivayet edilmistir.
S. 340, B. 4194: "Melekler, bizden hiçbiri yoktur ki onun muayyen bir duragı olmasın. Biz saf saf dururuz; derler." Sûre 37
(Sâffât), âyet 164-165.
S. 341, B. 4201-4202: Had, seriatta herhangi bir suça karsılık verilen ceza demektir. Sarhoslugun cezası 80 sopadır. Sopanın
birkaç kisi arasında atılması, sopa atanın dirsegini vücudundan ayırmaması ve dögülen adamın ayaklarına vurulması lâzımdır.
Fakat had sarhosa sarhosken vurulmaz, sarhoslugu geçtikten sonra vurulur.
S. 341, B. 4205: Arapçadır.
S. 343, B. 4232-4234: Bu beyitlerdeki akrep kelimesi, hem akrep, hem de akrep burcu manasınadır. Kavis hem yay, hem de
kavis burcudur. Tir, hem oktur, hem Utarid yıldızı. Müsteri, hem bildigimiz bir sey satın almak istiyen, hem de müsteri yıldızı,
delv, hem kova, hem delv burcu, hut hem balık, hem hut burcu, sevr de hem öküz, hem de sevr burcudur. Müslümanlıkta,
gökten haber çalmak üzere gökyüzüne çıkan seytanlar, sahaplarla yakılır, bir tesehhüp hâdisesi olan bu hâdiseye halk yıldız
aktı der. Aynı zamanda ay, akrep burcundayken o saat kutsuzdur ve sefere gitmek, iyi degildir. Hâsılı Mevlânâ, bu kelimelerin
iki mânalariyle ve bu inanıslarla bir sanat yaparak "Yıldızlar, seytanlara birer akrep gibidirler ama kutlu bir yıldız olan müsteri
için en yakın akraba kesilirler. Kavs, tir'le seytanı oklarsa da delv, ekini ve meyvaları yetistirmek için suyla doludur. Hut,
azgınlık gemisini kırıp parçalarsa da dost için sevr gibi tarla sürer" diyor.
S.343, B. 4235: Bu beyitte de, esed, hem aslandır, hem de esed burcu. Eskilere nazaran lâal, alelade bir tasken günes
ziyasiyle o tatlı kırmızı rengi alır. Bu beyitte de "Günes, geceyi bir esed gibi paralar, parçalar, fakat lâal, onun yüzünden atlas
elbise giyinir" diyor ve esed kelimesinin iki mânasiyle oynuyor.
S. 344, B. 4238: Rivayete göre Rum kayseri, ikinci halife Ömer'e bazı hediyeler göndermis. Bunların arasında bir katrası bir
adamı derhal öldürecek bir sise de zehir varmıs. Ömer, elçiden bunu ögrenince sisedeki zehri tamamiyle içmis ve ölmemis
(Ankaravî, s. 877), Tiryak-ı Faruki eski tıpta zehirlenenlere verilen bir ilâçtır.
l a v e
318 inci sahifeden itibaren "Mısır Halifesi" nden bahsedilmektedir. Abbasogulları, Halifeligi, Hulâgû'nun Bagdad'ı almasından
sonra tarihe karısmıs ve bu halifelerin otuz besincisi olan "El-Zâhir bi-emrillâh Ebu-Muhammed Hasan" in oglu ve otuz altıncısı
olan "El Mustansır-billâh Ebu-Ca'fer el-Mansur'un kardesi Ahmed, gizlenmis, bir müddet sonra da Mısır'a gidip Türk
sultanlarından Melikızzâhir Rükneddin Baybars'a sıgınmıs. Mısır Kazil-kuzât'ı önünde soyunu ispat ederek, 659 recebinin
dokuzunda "El-Mustansır-billâh Ebu-Kaasım" lâkabiyle halife olmustu. Baybars, Bagdat halifeliginii tekrar diriltme niyetiyle El-
Mustansır'ı, bir orduyla Irak'a göndermis, 660 H. de Mogollar tarafından bu ordu maglûp edilmis, El-Mustansır da kaybolmustu.
Yerine yine Abbasogullarından
Ebül-Abbas Ahmed, "El-Hâkim bi-emrillâh" lâkabiyle halife olmustu. Mısır'daki üçüncü halife El Müstekfî billâh-i evvel Ebürrebi'
Süleyman, 701 de Halife olduguna göre Mevlâna'nm Mısır halifesinden bahsetmesine bakılırsa V inci cildin, 660 H. den bir hayli
zaman sonra yazıldıgına hükmetmek lâzımdır. Mısır halifeleri, hiçbir vakit müstakil olmamıslardır. Halbuki Mevlâna, halifenin
Musul'a bir ordu gönderdigini hikâye ediyor.
Bu bakımdan acaba bu hikâye, bir vakıayı hikâye midir ve Mısır Fatımîlerine mi aittir?
Biz, buna ihtimal veremiyoruz. Mevlâna gibi "Kıyas'a bile yanasmayan ve Kur'anı telâkki bakımından "Zahiri Eseri" denebilecek
olan bir Alimin tamamiyle "Müevvile" ve "Bâtiniyye" den olan 8smaili halifelerine "Halife" demesine imkân yoktur. 8lk Mısır
halifesinin Irak'a ordu çekmesi düsünülürse belki bu hikâye, bu savas esnasında halk tarafında uydurulmustur. Hâsılı Mevlâna
672 H. de vefat ettiginden bu "Mısır halifesi" ya "El-Mustansır" dır, yahut da 660 tan 701 e kadar halife olan "El-Hâkim biemrillâh"
tır.
Bu satırları yazmadan maksadımız, V inci cildin, Mevlâna'nın son zamanlarında yazılmıs olduguna tarihi bir kayıt bulabilmektir.
VI inci cildin tamamlanmaması ve Sultan Veled'in "Tetimme"si de zaten son cildin, Mevlana'nın vefat yılında bittigini gösteren
en büyük delildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder