Bu Blogda Ara

25 Haziran 2010 Cuma


MESNEVÎ- SER F
CLT 2
Bu ikinci cildin gecikmesinde bazı hikmetler vardır. sin faydalarına dair Allah hikmetleri, kula tamamiyle malûm
olsa kul, o isi yapamaz, âciz kalır. Allahnın sonsuz hikmetleri; idrakini yıkar,harabeder. Kul o ise koyulmaz. Ulu
Allah, o sonsuz hikmetlerden pek az bir miktarını, kula yular yapar, onu o ise çeker. O isin faydasından hiç
haber vermese kul hiç harekete gelmez. Çünkü hareket,insanların faydası içindir ve biz o yüzden ise koyuluruz.
O isin hikmetini tamamiyle bildirse kul yine harekete gelemez. Nitekim devenin yuları olmasa yürümez. Fakat
yular agır ve büyük olsa yine gidemez, çöküverir. “Hiçbir sey yoktur ki hazineleri bizde olmasın. Fakat onu
ancak mâlum bir miktarda indiririz. ”Toprak susuz kerpiç olmaz. Fakat “Allah gökyüzünü yüceltti, ölçülü yaptı.
”Her seyi de ölçülü verir;sayısız, ölçüsüz degil. Ancak halk ve beseriyet âleminden geçen kisiler, ”Allah,diledigini
sayısız bir surette rızıklandırır” hükmüne mahzar olanlar ve tatmayan bilmez sırrına erenler, bundan
müstesnadır.
Birisi “Âsıklık nedir? Diye sordu.
Dedim ki:Benim gibi olursan bilirsin.
Ask, sayıya sıgmaz,ölçüye gelmez sevgidir.
Bundan dolayı, hakikatte Halk sıfatıdır, kula nispet edilmesi mecazidir demislerdir. ”Allah onları sever” sözü
nerede kaldı?
Allah Peygamberine daimî ve çok salâtü selâm olsun.
MESNEV II
Bu Mesnevi bir müddet gecikti. Kanın süt olması için bir zaman lâzımdır.
Bahtın yeni bir çocuk dogurmadıkça kan, tatlı süt haline gelmez. Bunu güzelce duy.
Hak Ziyası Hüsamettin, gögün yücesinden tekrar dizgin çevirince yine Mesnevi’ye baslandı.
Hakikatler miracına gitmisti, o yüzden onun baharı olmadıgı cihetle koncalar açılmamıstı.
5. Denizden tekrar kıyıya dönünce Mesnevi siirinin çengi de düzeldi, çalınmaya baslandı.
Ruhların cilâsı olan Mesnevi’ye, yeniden recebin on besinci günü baslandı.
Bu alısverise baslayıs tarihi, (Hicri) 662 tarihiydi.
Bir bülbül buradan uçup gitti, dönüp yine geri geldi. Bu manaları anlamak için doganlastı.
Bu doganın konagı, padisahın kolu olsun; bu kapı, halka ebediyen açık kalsın.
10. Bu kapının afeti, heva ve sehvettir. Yoksa burada daima serbetler içilir durur.
Bu agzı kapa da o âlemi gör. O âleme gözbagı, bogaz ve agızdır.
Ey agız, sen esasen cehennemin bir alevisin! Ey cihan, sen zaten bir berzaha benzersin!
Baki nur, asagılık dünyanın ardındadır. Saf süt, kan nehirlerinin ardındadır.
Oraya ihtiyarsız bir attın mı… sütün karısır, kan haline gelir.
15. Âdem peygamber, nefis zevkine bir adım attı, cennetin bas kösesinden ayrılma zinciri, bogazına
geçti.
Melek, Seytandan kaçar gibi ondan kaçmaya basladı. Bir lokma ekmek için ne kadar gözyası döktü.
Gerçi cüret ettigi suç bir kıl kadardı. Fakat o kıl iki gözde bitmisti.
Âdem,kadim nur’un gözüydü.Gözde kıl,büyük bir dag kesilir.
Eger Âdem, o hususta mesverette bulunsaydı pisman olup özürler serdetmezdi.
20. Çünkü bir akıl, baska bir akılla birlesti mi; kötü ise, kötü söze mani olur.
Fakat nefis, baska bir nefisle dost olursa cüzi akıl muattal olur, bir ise yaramaz.
Yalnızlıktan ümitsizlige düsünce günes gibi bir sevgilinin gölgesi altına gir.
Yürü, tez bir Allah dostu ara. Böyle yaptın mı, Allah, senin dostun olur.
Halvette oturup gözünü yuman da bunu yine dosttan ögrenmistir.
25. Agyardan halvet etmek gerek, yardan degil. Kürk, kısın ise yarar, baharın degil.
Akıl baska bir akılla birlesti mi nur artar, yol meydana çıkar.
Fakat nefis, bir baska nefisle sevinir, gülerse karanlık çogalır, yol gizlenir.
Ey avcı, dost senin gözündür. Onu çerçöpten arı tut.
Sakın dil süpürgesiyle ona toz kondurma. Göze tozu topragı hediye götürme.
30. Zira mümin, müminin aynası olunca yüzü bugulanmadan kurtulur.
Mahzunluk zamanında dost, can aynasıdır. Aynanın yüzünü nefesle bugulandırma.
Nefesinden bugulanıp yüzünü senden örtmemesi için her nefeste solugunu tutman lâzım.
Topraktan asagı mısın ki ? Toprak bile sevgiliyi bulunca bir bahar yüzünden yüz binlerce çiçege kavustu.
O yas agaç, sevgiliyle bulusunca hos bir hava yüzünden bastan ayaga açıldı, donandı.
35. Fakat gözün aykırı bir dost görünce basını, yüzünü yorgana çekti.
“ Kötü dostla ünsiyet, belâya bulasmaktır. Mademki o geldi, bana uyumak düser.
Uyuyayım da Eshabı Kehf’ten olayım. O sıkıntıda o minnette mahpus kalmak, Dıkyanus’tan iyi” dedi.
Eshabı kehf’in uyanıklıgı,Dıkyanus’a kulluk etmekti. Fakat uykuları; sereflerini, haysiyetlerini korumus oldu.
Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kisiye !
40. Kargalar, güz mevsimi otaglarını kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar.
Çünkü gül bahçesi olmayınca, bülbül sükût eder. Günesin kaybolusu, uyanıklıgı öldürür.
Ey günes ! Sen yeraltını aydınlatmak üzere bu gül bahçesini terk ediyorsun.
Fakat marifet günesi, bir yerden bir yere gitmez, o günes dolunmaz. Onun tanyeri akıl ve candan baska bir
yer degildir.
Hele isi gücü ; gündüz olsun gece olsun, âlemi aydınlatmak olan o cihanın kemal günesi hiç kaybolmaz.
45. skender’sen gün dogusuna gel. Ondan sonra nereye gidersen nurlusun, kuvvetlisin!
Ondan sonra nereye varsan orası dogu olur; dogrular senin batına âsık kesilir.
Senin yarasa duygun batıya dogru kosmakta, inciler saçan duygun da doguya dogru akmakta.
Ey atlı ! Duygu yolu, eseklerin yoludur.Ey eseklere karısan, utan!
Bu bes duygudan baska bes duygu daha vardır. O duygular kırmızı altın gibidir, bunlar bakır gibi.
50. Tanıyısta, anlayısta mahareti olanlar, o pazarda nasıl olur da bakır duyguyu altın duygu gibi alırlar?
Bedenlerin duygusu, zulmet gıdası yemekte, can duygusuysa bir günesten çerezlenmekte.
Ey duygularını derleyip toplayarak gayp âlemine götüren! Musa gibi elini koynundan çıkar.
Ey sıfatları marifet günesi olan! Bu âlem günesi, bir sıfatla mukayyettir.
Halbuki sen gâh günes olursun, gâh deniz. Gâh Kafdagı kesilirsin, gâh Anka.
55. Fakat hakikatte sen ne bu olursun, ne o. Ey vehimlerden uzak, ey ilerden ileri!
Ruh; ilimle, akılla dosttur. Ruhun Arapça’yla, Türkçe’yle ne isi var?
Ey naksı, sureti olmayan! Bunca nakıslar, bunca suretlerle, sana hem müsebbih hayran olmustur, hem
muvahhit!
Gâh müsebbihi muvahhit yapmakta, gâh suretler muvahhidin yolunu kesmekte.
Gâh sarhoslukla sana Ebül Hasen der, gâh ey yası küçük, ey bedeni taze ve yumusak güzel diye hitabeder.
60. Bazen de kendi suretini viran eder ve bunu, sevgiliyi tenzih etmek için yapar.
Duygu gözünün mezhebi, tizaldir. Akıl gözüyse vuslata kavusmustur, Sünnî’dir.
tizale uyan, duyguya kapılmıstır. Fakat sapıklıktan kendini Sünnî gösterir.
Duyguda kalan kisi, Mutezilî’dir. Sünnî’yim dese de cahillikten der.
Duygudan çıkan kisi Sünnî’dir. Gören göz, izi hos akıl gözüdür.
65. Hayvan duygusu padisahı görseydi öküzle esek de Allahyı görürdü.
Sende hayvan duygusundan baska, heva ve hevesten dısarı bir duygu olmasaydı.
Âdem ogulları; nasıl olurda mükerrem, nasıl olur da hayvanla müsterek duygu ile sırra mahrem
olurlardı?
Sen suretten kurtulmadıkça Allahya surete sıgmaz, yahut sıgar demen, aslı olmayan bir sözden ibarettir.
Tasvire sıgar, yahut sıgmaz bahsi; tamamiyle iç olmus, suretten kurtulmus adamın harcıdır.
70. Eger körsen köre teklif yoktur. Degilsen yürü, var; sabır kurtulusun anahtarıdır.
Sabır ilâcı, gözlerin perdesini de yakar, gögüsleri gönülleri de yarıp açar.
Gönül aynası saf ve pak bir hale gelince sudan, topraktan hariç suretler görürsün.
Naksı da müsahede edersin, nakkası da. Devlet yaygısını da, onu döseyeni de.
Sevgilimin hayali bana Halil gibidir. Sureti put ama manası putları kırmakta.
75. Allah’ya sükür olsun ki o zahir olunca can, onun hayalinden, kendi hayalini gördü.
Kapısının topragı, gönlümü teshir etti. Senin topragına karsı ululananın toprak basına.!
Dedim ki; Eger güzelsem bu güzelligi onun lûtfu olarak kabul ederim. Degilsem zaten çirkinlikler bile bana
güler!
Çaresi su: Kendime bakayım kendime çeki düzen vereyim. Bakalım, ona lâyık mıyım, degil miyim?
O güzeldir, güzelligi sever. Taze bir delikanlı, kart bir ihtiyarı nasıl seçer?
80. Temizler, kimlerindir? Temizlerin. Su meydandadır: Güzel, güzeli sever, güzeli ister.
Sunu bil ki güzel, güzeli cezbeder. “ Temizler,temizler içindir” âyetini oku!
Âlem de her sey, bir sey cezbeder. Sıcak sıcagı çeker , soguk sogugu.
Aslı olmayan, aslı olmayanları çekmektedir, bakilerde bakilerden sarhos olmakta.
Cehennem ehli olanlar, cehennem ehli olanları cezbeder. Nura mensup olanlar, ancak nura mensup olanları
ister.
Gözünü yumdun mu canın kopuyormus gibi bir eleme, bir ıstıraba düsersin. Gözün, gündüzün nurundan
ayrılmaya sabrı yoktur.
85. Gözünü yumdun mu tasalanır, gama, gussaya düsersin. Gözün nuru, gündüzün nurundan ayrılamaz.
Senin tasan, gam ve gussan; hemencecik gündüzün nuruna kavusmak isteyen göz nurunun cazibesinden ileri
gelir.
Gözün açıkken de tasalanırsan bil ki gönül gözünü yummussundur,onu aç!
Bil ki sıkıntı gönlünün iki gözü de kapalı oldugundandır. Gönül gözü kıyasa sıgmaz bir ziya arayıp
durmaktadır.
O iki ebedî nurun firkati, seni tasalandırmaktadır. Onu koru!
90. O madem ki beni çagırmakta, ben de kendime bakayım. Onun cazibesine lâyık mıyım, yoksa çirkin miyim?
Bir güzel, pesine bir çirkini takarsa onunla alay ediyor demektir.
Acaba yüzümü nasıl göreyim? Ne renkteyim ki, gündüz gibi miyim, gece gibi mi?
Diye can suretimi hayli zamandır arayıp duruyordum. Fakat suretim kimseden görünmüyordu.
Nihayet dedim ki, ayna neden icadedilmis, ne güne yarar? Herkes nedir, kimdir, kendisini bilsin diye degil mi?
95. Demirden yapılma ayna suretler içindir. Can yüzünün aynasıysa çok pahalı, çok degerlidir.
Can aynası ancak sevgilinin yüzüdür. O sevgilinin yüzü ki, o diyardan.
Dedim ki: Ey gönül sen küllî bir ayna ara. Denize git, ırmaktan is bitmez!
Kul, bu istek yüzünden civarına geldi. Meryem’i hurma fidanına derdi çekti.
Gönlüm, gözünü görünce o görmemis göz yok oldu; gönlüm gözün ta kendisi kesildi.
100. Seni ebedî olarak küllî bir ayna gördüm. Gözünden kendi suretimi müsahede ettim.
Nihayet ben, beni buldum, iki gözünde aydın bir yol gördüm, dedim
Vehmin; kendine gel, o senin hayalindir. Kendini hayalinden ayırdet dedi.
Suretim gözünden seslendi: Birlikte ben senim, sen de bensin.
Hayal bu zevali olmayan aydın gözdeki hakikatlerden nasıl yol bulur da girer?
105. Suretini, benden baskasının gözlerinden görürsen onu hayal bil, onu reddet!
Çünkü benden baskası, gözüne yokluk sürmesi çekmekt, e hakikatte yok olan seylerle gözünü
sürmelemekte… Sarabı, Seytanının tasvirinden tatmaktadır.
Onun gözü hayal ve yokluk evidir. Hulâsa o, yokları var görür.
Benim gözüme ululuk sahibi Allah’nın sürmesiyle sürmelenmistir. Varlık evidir, hayal evi degil.
Gözünde bir tek kıl olsa hayalinde gevher, yesim tası gibi görünür.
110. Hayalinden tamamıyla geçersen o vakit yesim tasını,gevherden ayırt edebilirsin.
Ey gevher tanıyan kisi, bir hikâye dinle de meydanda ve apaçık olan seyi kıyastan fark et.
Allah razı olsun,Ömer zamanında birisinin, hayalini hilâl sanması.
Ömer zamanında oruç ayı geldi. Birkaç kisi bir dagın tepesine kostu.
Oruç ayının hilâlini görüp kutlulanmak,onu hayra yormak istiyorlardı. Birisi “ Ey Ömer, iste hilâl” dedi.
Ömer gökyüzüne baktıysa da ayı göremedi. “ Bu ay senin hayalinden meydana geldi.
115. Yoksa ben, gökleri senden daha iyi görürüm.Tertemiz hilâli nasıl olur da görmem?
Elini ısla da kasını sıvazla. Ondan sonra hilâle bak!” dedi.
Adam elini ıslayıp kasını sıvazlayınca ayı göremedi. “ Padisahım, ay yok görünmez oldu” dedi.
Ömer dedi ki: “Evet, kasının kılı seni süphelendirdi; yaydan sana bir ok attı”.
Onun yolunu bir egri kıl kesti, o yüzden ayı gördüm diye davaya kalkıstı.
120. Bir egri kıl gökyüzüne perde olursa bütün vücudun egri olunca halin ne olur?
Her cüz’ünü dogrulara uyup dogrult. Ey dogru yola giden,o esikten bas çekme!
Teraziyi, terazi dogrulttugu gibi terazinin degerini azaltan da yine terazidir.
Dogru olmayanlarla tartılan eksiklige düser, aklı sasar kalır.
Yürü, kâfirlere karsı siddetli ol; agyarın dostluguna toprak saç!
125. Agyarın basına kılıç kesil; kendine gel; tilkilik etme, aslan ol.
Ki dostlar gayretleri yüzünden senden kesilmesinler! Çünkü o dikenler, bu güle düsmandır.
Atese üzerlik tohumu serper gibi kurtların basına ates serp; çünkü o kurtlar, Yusuf’un düsmanlarıdır.
Kendine gel, Seytan sana “ babasının canı” der bu suretle o lain seni aldatır.
Bu kara yüzlü, babana da bu seytanlıgı yaptı. Âdem’i de mat etti.
130. Bu kuzgun, satranç basın da çeviktir. Yarı uykulu gözle kuzgunu dogan görme!
Çünkü o kadar çok oyunlar bilir ki bogazında bir çöp gibi kalakalır.!
Onun çöpü bogazlarda durur. O çöp nedir? Mevki ve mal sevdası.
Ey kararsız kisi, mal çöpten ibarettir. Ama bogazındaysa Abıhayatı içirmez.
Malını, düzenbaz bir düsman çalacak olsa bir yol keseni, baska bir yol kesen dolandırmıs demektir.
Bir yılancının baska bir yılancıdan yılan çalması
135. Bir hırsızcagız, bir yılan oynatıcısının yılanını çaldı. Aptallıgından onu ganimet saymaktaydı.
Yılancı, yılanın zehirlemesinden kurtuldu. Yılan da hırsızını aglatıp inleterek öldürdü.
Yılancı, o ölü adamı görüp tanıdı, “Onu benim yılanım öldürdü,canından etti.
Hırsızı bulayım da yılanımı ondan alayım diye dua edip duruyordum,gönlüm yılanımı bulmayı istiyordu.
Allahya sükürolsun ki o dua kabul edilmedi. Ben duamın kabul edilmeyisini ziyan sandım ama bana
faydaymıs” dedi.
140. Nice dualar vardır ki ziyanın, helâk olmanın ta kendisidir. Pak Allah, onları kereminden kabul etmez.
sa Aleyhisselâm’ın yoldasının sa’dan kemikleri diriltmesini istemesi
sa ile bir ahmak yoldas oldu.Gözüne yol üstünde ölü kemikleri erisince,
Yoldas,ölüleri diriltmek için okudugun o yüce adı,
Bana da mutlaka ögret de bir ,y,l,kte bulunayım,o adı okuyup kemiklere can vereyim” dedi.
sa dedi ki:”Sus! Bu senin isin degil.Senin nefeslerinin,senin sözünün harcı degil!
145. Nefesin yagmurlardan daha arı,duru olması, o nefes sahiplerinin melkelerden daha idrakli bulunması
lâzımdır.
Âdem,ömürlerce yandı,yakıldı da arındı;felekler hazinesine emin oldu.
Sen de sag eline bir sopa aldın ama senin elin nerede,Musa’nın eli nerede,”
O ahmak,”Benim sırlara kabiliyetim yoksa o adı bu kemiklere sen oku!” dedi.
sa dedi ki: “Yarabbi,bunlar ne sırlardır?Bu ahmagın bu mücadeleye girismesi nedendir?
150. Bu hasta, nasıl oluyor da kendi derdiyle ugrasmıyor? Bu murdar herif neye kendi canının derdine
düsmüyor?
Kendi ölüsünü bıraktı da yabancı ölüyü diriltmeye kalkıstı!”
Allah,”Gerilemede gerilemeyi arar.Diken eken ancak yesermis taze diken elde edebilir.
Dünyada diken eken kisi,sakın ektigin dikeni gül bahçesinde arama!
O, eline gül bile alsa diken olur.Bir dost varsa dost,yılan kesilir.
155. O saki kötülüklerden çekinen kisinin kimyası hilâfına zehir ve yılan kimyasıdır(her seyi zehirler,her sey ona
karsı yılan haline gelir).
Sofinin hizmetçiye hayvanı tımar ettirmesini söylemesi,hizmetçinin de “Lâhavle” demesi
Bir sofi seyahate çıktı, döne dolasa bir gece bir tekkeye konuk oldu.
Bir hayvanı, vardı ahıra bagladı. Kendisi dostlarla, sofanın bas kösesine geçip oturdu.
Arkadaslarıyla murakabeye daldı. Murakabede sevgilinin huzuru, adamın önünde bir defter haline gelir
(Allahnın manevi huzuruna varılır, bütün hakikatler o huzurda okunur)
Sofinin defteri, harflerin yazılmasından meydana gelen karalama degildir. Ancak kar gibi bembeyaz ve temiz
gönüldür.
160. Alimin azıgı ve sermayesi, kalemden meydana gelen eserlerdir. Sofinin azıgı ve sermayesi nedir? Ayak
izleri!
Sofi; av pesine düsen, ceylanın ayak izlerini görüp onları izleyen avcıya benzer.
Bir müddet ceylanın ayak izleri ise yarar. Ondan sonra ise esasen ahudaki misk kokusu, yolu gösterir.
Bu izlere, bu izlemeye sükreder de yol alırsa nihayet o adım atma o yol alma yüzünden muradına ulasır.
Misk kokusunu duyup bir konak yol almak, iz izleyerek yüz konaklık yol almadan, yüz konaklık yolu dönüp
dolasmadan daha iyidir.
165. Ay ısıkların dogusu olan gönül yok mu? O gönül, ariflere “kapıları açılmıstır” sırrıdır.
Sana duvardır ama onlara kapı. Sana tastır ama azizlere inci!
Senin aynada açıkça gördügünü pir, hem de daha önce bir kerpiç parçasında görür.
Pir olanlar o kisilerdir ki bu alem yokken onların canları, kerem denizinde vardı.
Bu tene düsmeden önce nice ömürler geçirdiler,ekmeden önce meyveler devsirdiler!
170. Nakıstan, suretten evvel canlandılar,deniz yarılmadan inciler deldiler!
Allah’nın mahlukatı yaratmak hususunda meleklerle müsaveresi
Allah, âlemi ve Âdemi yaratma hususunda meleklerle müsavere ederken onların canları, bogazlarına kadar
kudret denizine dalmıs bulunuyordu.
Melekler,buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar,onlarla alay ediyorlardı.
Bu nefsi Küll’ün ayagı baglanmadan onlar her yaratılacak seyin suretini biliyorlardı.
Feleklerden önce Zuhal yıldızını, tanelerden önce Ekmegi görmüsler;
175. Akılsız, gönülsüz fikirlerle dolmuslar; askersiz, savassız galip gelmislerdi.
O apaçık anlayıs,onlara nispetle düsünüstür. Yoksa haddi zatında, bu sırdan uzakta kalanlara göre görüsün ta
kendisidir.
Düsünüs; geçmise, gelecege dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müskül hal olur
“Ruh üzümden sarabı,yoktan varı görür”
Onlar da keyfiyete düsecek olan her seyi keyfiyetsiz görmüsler,madenden önce saglamla kalpı fark
etmislerdir.
180. Üzüm yaratılmadan önce saraplar içmisler, muhabbet sarhosu olmuslardır.
Onlar, sıcak temmuz ayında kısı, günesin ziyasında gölgeyi görür.
Üzümün gönlünde sarabı,tamam yoklukta bütün varlıgı müsahede ederler.
Gök, onların isret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer.Günes, ancak onların cömertligiyle bu sırmalı libası
giyer.
Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!
185. Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr,zahiren çogaltır.
Halkın can günesi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder,çogalır.
Fakat günesin kursuna bakarsan birdir.Bedenlerle mahcup olan kisi süphededir.
Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.
Hak, onlara madem ki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz .
190. Yoldas, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım.
Onun güzelligi anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
Onun güzel benini anlatmaya basladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum,hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla
yük çekmekteyim.
Dinleyen,hikâyenin zahirini istediginden içyüzünün söylenmemesi,kapalı kalması
O aydınlıgın bile haset ettigi güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
195. Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpügü ileri sürer. Sonra da köpügünü çeker, açılır, kendisini gösterir.
Simdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü baska bir yere gitti.
Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Bogazına kadar o sevdaya daldı.
Onun için bu sözü bırakıp ona baslamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
Fakat ey aziz, sofiyi,suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize,üzüme düsüp kalacaksın?
200. Ogul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç!
Eger sen geçmezsen Allah’nın lütfu, Allah’nın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
Simdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!
Hizmetçinin,hayvana bakmayı kabul etmesi, sonra da vaadini yapmaması
O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve mürakabeleri, vecit ve sevkle sona erince.
Konuga yemek getirdiler. Konuk, o zaman hayvanı hatırladı,
205. Hizmetçiye”Ahıra git, hayvana saman ve arpa ver ”dedi.
Hizmetçi dedi ki :“ Lâhavle... Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu isler benim isim.”
Sofi “Önce arpayı ısla. Çünkü esek karttır,disleri saglam degil” dedi.
Hizmetçi “ Lâhavle. Ey ulu, bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden ögrenirler” dedi.
Sofi “Önce semerini indir,sırtına da ilâç koy” dedi.
210. Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konugum geldi;
Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler.”Konuk bizim canımızdır,bizdendir” dedi.
Sofi “Suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lâhavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi.
Sofi “Arpaya az saman karıstır” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi.
Sofi “Yerini süpür, tas toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.
215. Hizmetçi “Lâhavle, a babam, lâhavle de! Bir ise yolladıgın ehil kisiye az söyle!” dedi.!
Sofi “Esegin sırtını tımar et” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Baba, artık utan.!” dedi.
Bunu deyip etegini sıkıca beline doladı. “iste gittim,önce arpa,saman getireyim”dedi.
Gitti ama ahır aklına bile gelmedi. Yalnız sofiyi aldattı.
Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye, onunla alay etmeye koyuldu.
220. Sofi uzun zaman yolculukta bulundugundan gözlerini yumup daldı,rüya görmeye basladı:
Esegi bir kurda satasmıstı. Kurt, sırtından, oylugundan onu paralıyordu.
Uyanıp “Lâhavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o sefkatli hizmetçi nerede ki?” dedi.
Yine daldı. Bu sefer esegini yolda giderken gâh, bir kuyuya, gâh bir çukura düsüyor gördü.
Türlü , türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazan Karia suresini okuyordu.
225. “ Çare ne ? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi.
Yine “O Hizmetçicegiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki ?
Ben ona lütuftan baska ne yaptım, yumusak sözlerden baska ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi
ki?
Her düsmanlıga bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten olus insanı vefakâr eder” diyordu.
Sonra tekrar “ Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, iblis’e bir cefada bulundu mu ki?
230. nsan; yılana, akrebe ne yaptı ki onlar,daima insanı sokmak öldürmek isterler.
Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılısta vardır demekte”,
Sonra yine “ Böyle kötü zanna düsmek hatadır.. Neye kardesim hakkında böyle bir zanda bulunuyorum?” diye
söylenmekteydi.
Yine dönüp diyordu ki: “ Bu kötü zanna düsmek de bir tedbire sarılmaktır. Süpheye düsmeyen muvaffak olur
mu?”
Sofi vesvese içindeydi. Esege gelince öyle bir haldeydi ki düsmanların cezası da, dilerim böyle olsun!
235. Zavallı esek; tas toprak içinde,semeri tersine dönmüs, kuskunu kopmustur.
Yol yürümekten ölmüs, bütün gece yemsiz.. gâh can çekismekte,gâh ölüm haline gelmekteydi.
Bütün gece “Yarabbi,arpadan vazgeçtim, bir avuçcagızdan da az saman olsa” diye sayıklıyordu.
Hâl diliyle “Ey seyhler,bir merhamet edin,bu ham ve edepsiz hizmetçinin elinden yandım” diyordu.
O esegin çektigi eziyeti duydugu azabı ancak karada uçan kus,sele kapılırsa çeker duyar!
240. Nihayet biçare esek, açlık illetinden o gece seher çagına kadar yan üstü yattı.
Gündüz olunca, hizmetçi gelip hemen semerini düzeltti,sırtına vurdu.
Esekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa esege onu yaptı.
Esek dayagın,siddetinden sıçradı,kalktı. Dili yok ki halini söylesin!
Kervan halkının Sofinin esegini hasta sanmaları
Sofi, merkebe binip yola düzülünce merkep,her an yüzüstü düsmeye basladı.
245. Halk,merkep düstükçe onu kaldırmaya koyuldu. Herkes onu hasta sanıyordu.
Birisi kulagını burmakta,öbürü yara var mı diye damagını yoklamakta,
Digeri nalında tas aramakta, bir digeri de gözünü puslu görmekteydi.
Sofiye “ Ey Seyh, bu ne hal? Dün,sükür olsun,bu esek kuvvetlidir demiyor muydun?” dediler.
Sofi (Geceleyin “Lâhavle” yiyen esek, ancak böyle gider.
250. Merkebin azıgı geceleyin “Lâhavle” olur,Geceleyin tespih çeker durursa gündüzün de secde eder) dedi.
nsanların çogu insan yiyicidir. Onların selam vermelerine pek emin olma!
Hepsinin de gönlü Seytan evidir. nsan seytanının lâfına pek kulak asma!
Seytan’ın agzından çıkan “Lâhavle”ye kanan kisi, savasta o esek gibi tepesi üstüne düser.
Dünyada Seytan’ın seytanlıgına uyan; dost yüzlü düsmanın hürmetine, hilesine kanarsa,
255. O esek gibi arıklıktan ve sersemlikten slâm yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir.
Kötü dostun isvelerine kulak verme; yeryüzünde tuzak gör,emniyetle yürüme.
Yüz binlerce “ Lâhavle” okuyan Seytan’a bak; ey Âdem, iblisi gör,bak nasıl yılanda gizlenmis!
Dostun postunu yüzmek için kasap gibi sana “Ey can, ey sevgili” diye hitap eder.
Bu suretle postunu yüzmek ister. Düsmanların afyonunu tadan kisinin vay haline!
260. Aglatıp inleterek kanını dökmek için kasap gibi ayagın bas kor,sana hitaplarda bulunur.
Aslanlar gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklanmasını daterket,akrabanın yaltaklanmasını da!
Asagılık kisilerin hürmetini, hatır saymasını, o hizmetçinin hürmeti ve hatır sayması gibi bil. Kimsesizlik, adam
olmayan kisilerin isvesinden iyidir.
nsanların arazisine ev kurma, kendi isini, gör yabancı kisinin isini degil!
Yabancı kisi kimdir? Senin toprak bedenin. Senin gama, eleme düsmen de onun yüzündendir.
265. Tene yaglı, ballı seyleri verdikçe cevherini,hakikatini semirmis göremezsin.
Teni miskler içine yerlestirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar.
Miski tene sürme, gönüle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Allah’nın adı.
O münafık, miski tene sürer de ruhu, külhanın ta dibine sokar.
Dilin de Allah adı, canındaysa imansız düsüncesi yüzünden pis kokular!
270. Onun zikretmesi külhanda biten yesillige, aptes bozulan yerde yetisen gül ve süsene benzer.
O yesillik orada ariyettir. O gülün yeri oturulan isret edilen yerdir.
Temiz seyler temizlere aittir; pisler de pis seylere... kendine gel!
Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.
Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küll’ün cüz’üdür, dinin de düsmanı.
275. Mademki sen cehennemin cüz’üsün; aklını basına al cüzü, küllünün yanında karar eder.
Ey adı sanı duyulmus kisi! Cennetin cüzüysen zevkin de cennet gibi ebedidir.
Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulasır?
Kardes, sen ancak o düsünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlıgın bakımındansa kemik ve deriden baska
bir sey degilsin.
Düsüncen, manevi varlıgın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın.
Gül suyu isen seni basa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dısarı atarlar.
280. Koku satanların tablalarına bak.Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar.
Cinsleri, kendi cinsleriyle karıstırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
Fakat mercimek,seker arasına karısırsa onları birer, birer ayırırlar.
Tablalar kırıldı,canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıstırdılar.
Allah, bu taneleri ayırıp tabaga koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.
285. Peygamberler,gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi.
Alemde kalp akçayla saglam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamiyle geceydi, biz de gece yolcularına
benziyorduk.
Peygamberlerin günesi dogunca “Ey karısık, uzaklas! Ey saf, beri gel” dedi.
Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, tası göz bilebilir.
nciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.
290. Bu kalpazanlar, gündüze düsmandır.Fakat madendeki altınlar gündüze âsıktır.
Çünkü gündüz,kuyumcu ve sarraf,altını fark etsin diye altına aynadır.
Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiginden Allah, kıyamete Gün lâkabını taktı.
Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz, onların aylarına nispetle gölgelere benzer.
Gündüzü,Allah erinin sırrının aksi bilin; gözü örten aksamı da onun ayıp örtücülügünün aksi.
295. Allah onun için “Vedduha” buyurdu. “Vedduha”, Mustafa’nın gönlünün nurudur.
Allah, kusluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kusluk çagı, onun aksi oldugundandır.
Yoksa fâni olan seye yemin etmek hatadır. Böyle oldugu halde fâni seyin Allah’nın sözüne girmesi lâyık olur
mu?
Halil “ Ben fâni olanları sevmem” dedi Halil böyle derse Ulu Allah nasıl olur da fâni seyi diler, sever?
“Velleyl” den maksat yine Mustafa’nın ayıp örtücülügü, topraga mensup olan cismidir.
300. Bu kusluk çagının günesi o, gökten dogdu da gece gibi olan tene “Seni Rabb’in terk etmedi” dedi.
Belanın ta kendisinden vuslat meydana geldi; “ Sana darılmadı da” sözü de o tatlılıktan zuhur etti.
Esasen her söz bir halete alâmettir. Hâl ele benzer, söz de alete.
Kuyumcunun aleti, kunduracının elinde kuma ekilmis tohuma döner.
Çiftçinin yanında kunduracının aleti, köpegin, önünde saman, esegin önünde kemik gibidir.
305. “Enel Hakk” sözü, Mansur’un agzında nurdu. “Enallah” sözü, Firavunun agzında yalan!
Sopa, Musa’nın elinde dogruluguna sahit oldu, sihirbazın elindeyse bir seye yaramadı.
sa, bu yüzden yoldasına Tek Allah’nın o yüce adını belletmedi.
Çünkü bilmez de alete noksan bulur. Tası, topraga vur. Hiç ates çıkar mı?
Elle alet tasla demire benzer. Çift olması gerek ki ates çıksın.
310. Çifti olmayan, aleti bulunmayan Tek Allahdır. Sayıda süphe olabilir, Fakat Allahda süphe yoktur.
ki diyenler,üç diyenler daha fazla diyenler, bir oldugunda mutlaka ittifak ederler.
Sasılık gidince hepsi birlesir; iki, üç diyenler de bir derler.
Onun meydanında bir topsan, ona bir diyorsan durma, çevgânının etrafında dön dolas!
Top padisahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermis olur.
315. Ey sası; bunları can kulagıyla dinle, gözüne kulak yoluyla ilâç ver!
Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider.
Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayaga uyarsa Seytanın afsun ve efsanesi de dogru olmayan gönüllere uyar.
Hikmeti istedigin kadar tekrarla... ona ehil degilsen hikmet, senden ne kadar uzak!
ster yaz, belle… ster bahset, söyle!
320. O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; baglarını koparır, kaçar.
Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldıgını görürse elinde,alısmıs kus haline gelir.
Tavus kusu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.!
Padisahın,doganı ihtiyar kadının evinde bulunması
Doganın padisahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizligindendir.
O kadıncagız, çocuklarına tutmaç pisirmeye savasırken o cinsi güzel, kendisi hos doganı görünce,
325. Tutup ayacıgını bagladı, kanadını kesip güdük bir hale getirdi, tırnagını kesti, yesin diye de önüne saman
koydu.
”Ehil olmayanlar sana iyi bakamamıslar, kanadın haddini asmıs, tırnagın da uzamıs.
Na ehil kisiler seni hasta ederler. Ananın yanına gel ki sana iyi baksın!” dedi.
Arkadas, cahilin sevgisini de böyle bil. Cahil yolda daima çarpık, daima yampiri gider.
Padisahın günü,doganı aramakla geçti, nihayet o kocakarının çadırına yöneldi.
330. Ansızın orada doganı, toz duman içinde gördü. Ona bakıp aglamaya basladı.
Dedi ki: “Her ne kadar, bize dosdogru vefakarlıkta bulunmadıgın için bu hâl sana lâyıktı.
Çünkü cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadıgından gaflet ederek cennetten kaçtın, cehennemde
karar ettin.
Halinden haberdar olan padisahtan sersemce bu kokusuk kocakarının evine kaçagın layıgı budur”
Dogan kanadını padisahın eline sürmekte, hal diliyle “Ben günah ettim”;
335. Ey kerem sahibi, sen iyilerden baskasını kabul etmezsen kötü nereye varsın da halini arz edip aglasın?
Padisah, her kötüyü iyi ettiginden onun lütfü cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptırmaktadır”
demekteydi.
Yürü, çirkin islerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir.
Halbuki sen ettigin hizmeti ona lâyık sandın da cürüm bayragını onun için yücelttin.
Sana onu anmaya, Onu çagırmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düstü.
340. Kendini Allah ile konusur gördün. Halbuki niceler vardır ki bu süphe yüzünden ondan ayrı düser.
Gerçi padisah seninle beraber yerde oturur ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi, daha edepli otur!
Dogan dedi ki: “Padisahım, pismanım, tövbe ettim, yeniden müslüman oldum.
Sarhos ederek aslanı bile tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettigin kisi sarhosluk yüzünden yolunu
sapıtırsa özrünü kabul et.
Tırnagımı kestilerse de sen beni kabul eder, benden yüz çevirmezsen ben, günesin bile perçemini koparırım.
345. Kanadım gittiyse de beni oksarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karsı mat olur.
Bana kuvvet kemerini bagıslarsan dagı yerinden koparırım, bana kudret kalemini verirsen bayrakları yıkar,
orduları kırarım.
Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de asagı degil ya... Ben de Nemrut mülkünü kanadımla vurur,
tarumar ederim.
Tut ki zayıflıkta Ebabilim, tut ki düsmanlarımın her biri bir fildir.
Bir fındık kadar, fakat yakıcı kursun atarım; kursunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder.
Tasım nohut kadarsa da savasta ne bas bırakır,ne migfer!
350. Musa, savasa bir tek sopasıyla gitti ama o sopayla Firavun’u da, kılıçlarını da kırdı geçirdi.
Her peygamber, o kapıyı yalnızca dögmüs, bütün dünyaya tek basına saldırmıstır.
Nuh, ondan kılıç isteyince Tufan dalgası, Allah kudretiyle kılıç kesilmistir.
Ey Ahmet, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak,ayın bile alnını yar!
Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz olduguna inanan bihaberler, bu devrin senin devrin oldugunu,kamerin
devri olmadıgını anlasınlar.
355. Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı.
Musa, senin devrinin parlaklıgını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de;
“ Yarabbi, o ne rahmet devri... o devir, rahmetten de ileri ... o devirde rüyet var.
Musa’nı denizlere daldır da Ahmet’in devrinde izhar et’’ dedi.
Allah dedi ki : “ Sana o devri onun için gösterdim, o halvetin yolunu onun için açtım”
360. Ey Kelîm, sen o devirden uzaksın; ayagını çek, çünkü bu iklim uzundur.
Ben kerem sahibiyim. Tamaha düsüp aglasın diye mahluka ekmek gösteririm.
Ana, çocuk uyansın da gıdasını istesin diye çocugun burnunu ovar.
Çünkü çocugun, açlıgından haberi olmaz, uyuyakalır. Fakat süt muhabbeti, ananın iki memesini de agrıtmaya
baslar.
“Ben gizli rahmet olan bir hazineydim, hidayete erismis bir ümmet gönderdim.”
365. Can ve gönülle diledigim bütün keremleri sana Allah gösterdi de sen onlara tamah ettin.
Ahmet, ümmetler “ Yarab” desinler diye dünyada nice put kırdı.
Ahmet’in çalısması olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın.
Ahmet’in ümmetler üzerindeki hakkını bil, basın puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu.
Söylersen bu puta tapmadan kurtulmanın sükrünü söyle de Allah, seni bâtın putundan da kurtarsın.
370. O, nasıl, basını putlardan kurtardıysa sende o kuvvetle gönlünü kurtar.
Dini babadan bedava bir miras olarak buldun da onun için basını sükretmeden çevirdin.
Miras yedi,mal kadrini ne bilsin? Rüstem can verdi, Zâl bedava seref kazandı!
Ben, birisini aglatırsam rahmetim cosar; aglayıp tasanda nimetime erisir.
Birisine bir seyi vermek istemezsem o istegi göstermem. Fakat gönlünü kapattım mı artık açmam.
375. Rahmetim, o aglamalara baglıdır. Kul agladı mı rahmet denizi, kabarmaya,dalgalanmaya baslar.
Allah,aziz sırrını takdis etsin,seyh Ahmed-iHıdraveyh’in Allah ilhamıyla borçlular için helva satması
Bir seyh vardı.Cömertlikle anılmıstı,o yüzden de daima borçluydu.
Büyüklerden on binlerce lira borç almıs,âlemdeki yoksullara harcetmisti.
Borçlu bir de tekke kurmus, canını da ,malını da,tekkesini de Allah ugruna feda etmisti.
Allah, Halil’e nasıl kumu un etmisse onun da borcunu her taraftan öderdi.
380. Peygamber dedi ki: “Pazarlarda iki melek daima dua eder.
Ey Allah,sen verenlere,ihsan edenlere fazlasıyla ver;nekes malını da telef et!
Bilhassa canını bagıslayan,kendisini Allahya kurban eden,
smail gibi boynunu veren kisiye fazlasıyla ver! “Hiç o boyna bıçak isler mi?
Sehirler de bu yüzden diridirler,bu yüzden zevk ve safa içindedirler.Sen kâfir gibi yalnız kalıba bakma!
385. Çünkü Allah,onlara karsılık olarak ebedi ve gamdan,mihnetten,kötülükten emin bir can vermistir.
Borçlu Seyh,yıllarca bu iste bulundu,vazifesi buymus gibi halktan borç almakta,halka vermekteydi.
Ölüm gününde ulu bir bey olmak için ölümüne kadar bu çesit tohumlar ekmekteydi.
Seyh’in ömrü sona erip de vücudunda ölüm alâmetlerini görünce,
Borçlular etrafına toplandı.Seyh ,mum gibi kendi kendisine eriyip gidiyordu.
390. Borçluların ümidi kesildi,suratları eksidi,dertlerine dert katıldı.
Seyh,”Su kötü süpheye düsenlere bak! Allah’nın dört yüz dinar altını yok mu ki?” dedi.
Bu sırada dısardan bir çocuk ,birkaç para kazanmak ümidiyle “Helva” diye bagırdı.
Seyh,hizmetçiye,”Git helvanın hepsini al,
Borçlular yesinler de bir müddetçik olsun bana acı,acı bakmasınlar” diye basıyla isaret etti.
395. Hizmetçi,helvanın hepsini almak üzere hemen dısarı çıktı.
Helvacıya ,”Bu helvanın hepsi kaça?” diye sordu.Çocuk “Yarım küsur dinar” dedi.
Hizmetçi,”Yoo,Sofilerden çok isteme.Sana yarım dinar veriyorum,artık söylenme!” dedi.
Helvayı bir tabaga koydurdu ve tabagı getirip Seyh’in önüne koydu.Sır sahibi Seyh’in esrarına bak!
Borçlulara ,”Buyurun ,su mübarek helvayı helâlinden bir güzelce yeyin”diye isaret etti.
400. Tabak bosalınca, çocuk tabagını aldı,”Ey kâmil kisi ,paramı ver” dedi.
Seyh dedi ki: “Parayı nerden bulayım? Ben borçlu bir adamım,aynı zamanda ölüyorum!”
Çocuk derdinden tabagı yere vurdu,feryat ve figana basladı.
Eleminden hayhayla aglamaya koyuldu,”Keske iki ayagım da kırılaydı,
Keske külhan’a gideydim de tekkenin kapısından geçmez olaydım” diyordu.
405. Bogazına düskün, yemeye alıskın sofiler,köpek gönüllüdürler,fakat kedi gibi yüzlerini yıkarklar,temiz
görünürler.
Çocugun feryadından hırlı,hırsız birçok kisi basına toplandı.
Çocuk,”Ey kötü Seyh,beni ustam muhakkak öldürür.
Eger yanına eli bos gidersem beni keser,buna razı mısın?” diyordu.
Borçlular da inkâra düsüp Seyh’e yüz çevirerek “Bu ne oyun ki?
410. Bizim malımızı yedin,borçlu gidiyorsun.Böyle oldugu halde neden baska bir zulümde daha bulundun?”
diyorlardı.
Çocuk ikindi namazı vaktine kadar agladı.Seyh’e gelince,gözlerini yummus,ona hiç bakmıyordu.
Bu cefaya,bu aykırı ise aldırıs etmemekteydi.Ay gibi yüzünü yorganın içine çekmisti.
Ezelle hos,ecelle sevinçli..havas ve acamın kınamasından,dedikodusundan el ayak çekmis!
Can, bir adamın yüzüne gülerse, ona halkın eksi suratlı olusundan ne zarar.
415. Can birisini öperse,felekten,felegin hısmından gam yer mi?
Mehtaplı gecede ay, Simâk burcundayken köpeklerden,köpeklerin havlamasından ne korkusu olur?
Köpek vazifesini yerine getirir,ay da ısıgını yere döseyip durur.
Herkes kendi iscegizini görür.Su,bir çöp için duruldugunu terk etmez.
Çöp, çöpçesine su üstünde yürür durur,sâf su da bulanmadan akıp gider.
420.Mustafa,gece yarısı ayı ikiye böler;Ebulehep, kininden saçma sapan söylenir!
sa ölüyü diriltir; Yahudi,hiddetinden sakalını yolar.
Köpegin sesi ayın kulagına girer mi? Hele o ay, Allah hası olursa..
Padisah ,sabaha kadar musiki âlemi yapar,su kenarında sarap içer, kurbagaların seslerinden haberi bile
olmaz.
Çocugun parası,orada bulunanlara müsaviyen takdim edilseydi herkese birkaç akçe düserdi,çocuk da parasını
alırdı.Fakat Seyh’in himmeti bu cömertligi de bagladı.
425. Bu suretle kimse çocuga bir sey vermedi. Pirlerin kuvveti bundan da fazladır.
kindi vakti oldu.Hizmetçi, Hatem gibi cömert birisinin verdigi bir tabak altını getirdi.
Mal sahibi halli bir kisi, Seyh’in halini biliyordu,ona hediye göndermisti.
Tabagın bir kösesinde dört yüz dinar vardı,bir tarafında da kâgıda sarılı yarım dinar.
Hizmetçi gelip Seyh’i agırladı,o misli bulunmaz Seyh’in önüne o tabagı koydu.
430. Tabagın üstünden örtü kaldırılınca halk Seyh’in kerametini gördü.
Hepsinden de feryat yüceldi: “ Ey seyhlerin de bası, sahların da , bu neydi?
Bu ne sır, bu ne sultanlık ? Ey sır sahiplerinin efendisi !
Biz bilemedik, affet ; saçma sapan, uluorta hayli söylendik.
Körcesine sopa sallamaktayız, elbette kandilleri kırarız.
435. Sagırlar gibi bir tek söz duymadan kendi aklımızca cevap vermeye kalkıstık, hezeyanlarda bulunduk.
Biz Musa’dan da ibret almadık. O bile Hızır’ı kınadı da yüzü sarardı.
Hem gözü o kadar yüceleri gördügü, gözünün nuru göklere bile nüfus ettigi halde !
Ey zamanın Musa’sı degirmendeki farenin gözü, ahmaklıktan senin gözünle bahse kalkıstı “ dediler.
Seyh “ Bütün o sözleri size helâl ettim.
440. Bunun sırrı suydu,ben Allah’dan bunu diledim, Allah da bana dogru yolu gösterdi.
O dinar gerçi az bir paraydı. Fakat gelmesi çocugun aglamasına baglıydı.
Helva satan çocuk aglamasaydı,rahmet denizi cosmazdı” dedi.
Kardes , çocuk, senin cisim çocugundur. yice bil ki muradına erismen de aglamana baglı.
O libası elde etmek istersen cesedindeki göz çocugunu aglat !
Birisinin bir zahidi az agla ki kör olmayasın diye korkutması
445. Bir zâhide ,çalısıp ,savasan bir dostu “Az agla ki gözün bozulmasın “ dedi.
Zâhit dedi ki: “s iki halden dısarı olamaz.Göz, ya yüzü görür, ya görmez.
Eger Allah nurunu görürse ne gam? Allah visaline erismek içiniki gözden olmak pek degersiz bir sey!
Yok,eger Allah nurunu, Allah ziyasını görmeyecekse böyle kötü gözün kör olması daha iyi!”
Gözden dolayı gam yeme ki sa, senindir.Egri yürüme de sana iki dogru göz bagıslasın.
450. Ruhunun sa’sı senin yanındadır,ondan yardım dile.Çünkü o, yardım etti mi adamakıllı eder.
Fakat ey temiz can, kemiklerle dolu olan tenle sa’nın gönlüne saldırma, onun gönlünü çigneme!
Dogru kisilere anlattıgımız hikâyedeki ahmaga benzeme.
sa’ndan ten diriligi arama,Musa’dan Firavunluk muradı dileme!
Gönlüne geçim kaygısını az koy,sen kapıda oldukça rızkın azalmaz.
455.Bu beden , ruha bir otagdır. Yahut da Nuh’un gemisine benzer.
Türk sag oldukça mutlaka kendisine bir otag bulur, hele Hak kapısının azizi olursa.
Bütün kemiklerin sa Aleyhisselâm’ın duasıyla dirilmesi
sa ,o gencin istegiyle kemiklere Allah adını okudu.
Allah’nın hükmü, o çig herif için o kemikleri diriltti.
Aradan bir kara aslan da dirilip sıçradı,ahmaga bir pençe vurup öldürdü.
460. Kellesini kopardı,hemen beynini yere akıttı.Kafasında ceviz içi kadar beyin bile yoktu.
Zaten beyni bile olsaydı o kırılmakta, o helâk olmakla ancak bedeni zail olur,ruhu kalırdı.
sa aslana ,”Neden derhal onu paraladın?” dedi.Aslan,”Sen ondan sıkılmıs,perisan bir hale gelmistin de ondan
“ diye cevap verdi.
sa, “O halde niçin kanını içmedin?” deyince de dedi ki: “O benim rızkım degildi.Bana nasip olmamıstı.”
Nice kisiler vardır ki ,o kükremis aslan gibiavını yemeden dünyadan gitmistir.
465. Kısmeti bir saman çöpü bile degilken hırsı dag kadar..Allah’ya yüzü yok.Âlem yanında kadir kıymet
kazanmıs!
Ey bize güç seylari kolaylastıran Allah! Bizi abes ve bos seylerden kurtar.
Bize rızık diye gösterdin,halbuki tuzakmıs.Bize her seyi oldugu gibi göster.
O aslan ,”Ey Mesih,bu avlanma ancak ibret içindi.
Eger benim dünyada rızkım olsaydı ölülerle ne isim vardı,nasıl olurdu da ölürdüm?
470. Fakat berrak suyu bulup da esek gibi içine iseyenin lâyıgı budur.
Esek o ırmagın kadrini bilse ayagını sokacagı yerde basını kaldırırdı.
Hayat veren bir suya sahip öyle bir peygamber bulur da,
“Ey Âbıhayat sahibi,bizi, ol, emriyle dirilt.” Deyip nasıl ölmez?” dedi.
Sen de kendine gel,köpek nefsini diriltmeyi isteme.Çünkü o nice zamandır senin düsmanındır.
475. Bu köpegi can avından alıkoyan kemigin basına toprak!
Köpek degilsen neden kemige âsıksın,sülük gibi neden kanı seviyorsun?
O ne biçim gözdür ki görmez,sınamalarda ancak rüsvay olur!
Zanlarda bazen hata olur; fakat bu ne biçim zandır ki yoldan kör olarak gelmektedir!
Ey baskalarına aglayan göz,gel,bir müddetçik otur da kendine agla!
480. Dal,aglayan buluttan yeserir,tazelesir. Çünkü mum,aglamakla daha aydın bir hale gelir.
Nerde aglıyorlarsa orda otur,çünkü sen,aglamaya daha lâyıksın!
Çünkü gönülde taklit naksı var;yürü bendini göz yasıyla yık!
Taklit, her iyiligin afetidir. Saglam bir dag bile hakikatte samandan ibarettir.
485. Köre; kuvvetli, ve tez kızar olsa bile bir et parçasıdır,gözü yok!
Kıldan ince söz söylese bile gönlünün, o sözden haberi olmaz.
Kendi sözüyle sarhos olur ama onunla sarap arasında ne kadar yol var!
Irmaga benzer, su içemez ki…su ,arktan su içecekler için akıp gider.
Onun içindir ki su ,arkta durmaz;su susamıs degildir ki,su içemez ki!
490. Taklide düsen ney gibi feryat eder ama ancak o feryadı dinlemek isteyen için.
Mukallit ,söz söylerken aglasa bile habîsin maksadı ,ancak tamahtır.
Aglar da yanık sözler söyler. Fakat kendisinde yanan yürek nerde,yırtılan etek nerde?
Muhakkikle mukallit arasında çok fark vardır. Bu Davut gibidir,öbürü ses gibi!
Bunun sözleri yanıklıktan dogar,öbürüyse söylenmis köhne sözleri belleyip nakleder.
495. Kendine gel,kendine! O hüzünlü sözlere kapılma.Öküzün üstünde yük var,kagnı da feryat edip aglıyor!
Ama mukallit da sevaptan mahrum degildir.Hesaba gelince aglayıcıya da para verirler.
Kâfir de Allah der,mümin de.Fakat ikisinin arasında adamakıllı fark var.
O yoksul,ekmek için Allah der,haramdan çekinense candan ,gönülden.
Eger yoksul,söyledigi sözü bilseydi,gözünde ne az kalırdı ne çok!
500. Ekmek isteyen yıllardır Allah der,fakat saman için Mushaf tasıyan esege benzer.
Dudagındaki gönlünden dogsa, gönlünü aydınlatsaydı bedeni zerre zerre olurdu.
Seytan’ın adı büyü yapmaya yara, sen de Allah adıyla mangır elde edersin!
Köylünün karanlıkta öküzü sanıp aslanı oksaması
Köylünün biri, öküzünü ahıra baglamıstı. Aslan gelip öküzü yedi,yerine geçip oturdu.
Köylü geceleyin ahıra gidip köseye, bucaga el atarak öküzü aramaya koyuldu.
505. Elini aslana sürmekte, sırtını yagrısını yukarı asagı oksamaktaydı.
Aslan “ Aydınlık olaydı ödü patlar, yüregi kan kesilirdi.
Fakat simdi pervasızca beni oksuyor, kasıyor. Çünkü gece vakti beni öküz sanıyor demekteydi.
Hak da “Ey magrur kör, Tur dagı benim adımdan paramparça olmadı mı?
Eger biz kitabımızı daga indirseydik dag parçalanır, yerinden kopar, baska bir yere göçerdi.
510. Eger Uhud Dagı, beni anlasaydı o dagdan ırmak, ırmak kan akardı.” deyip duruyor,
Sen bu adı babandan,anandan isittin de onun için bu ada gafilce yapıstın.
Bu sırrı taklitsiz anlasan Allah lütfüyle nisansız bir hale gelir, hâtife benzersin.
Tehdit için söyleyecegimiz su hikâyeyi duy da taklidin zararını bil!
Sofilerin,sema için konugun esegini satmaları
Bir sofi yoldan gelip bir tekkeye misafir oldu. Esegini götürüp ahıra çekti.
515. Eliyle sucagızını, yemcegizini verdi. Bundan önce söyledigimiz hikâyedeki gibi yapmadı. htiyatlı davrandı,
fakat kaza gelince ihtiyatın ne faydası olur?
Sofiler, yok, yoksul kisilerdi. Yoksulluk, az kala helâk edici bir küfür ola yazdı.
Ey zengin, sen toksun, sakın o dertli yoksulun aykırı hareketine gülme!
O sofiler, acizlikten umumiyetle birlesip merkebi satmaya karar verdiler.
520. Zarurette murdar da mubahtır. Nice kötü seyler vardır ki zarurette iyi ve dogru olur.
Hemencecik o esekcegizi sattılar, yiyecek aldılar. Mumlar yaktılar.
Tekkeye, bu gece yemek var,sema var diye bir velveledir düstü.
“ Bu sabır niceye dek, bu üç günlük oruç ne vakte kadar, bu zembil tasıyıp dilenme ne zamana sürüp gidecek?
Biz de halktanız, bizim de canımız var. Bu gece devlete erdik, konuk geldi” dediler.
525. Hakikatte can olmayanı can sandıkları için batıl tohum ektiler.
O konuk da uzak yoldan gelmis, yorulmustu. O iltifatı,
Sofilerin kendisini birer, birer agırladıgını, güzel bir surette izzet ve ikram tavlasını oynamakta bulunduklarını,
Kendisine olan meyil ve muhabbetlerini görünce “ Bu gece eglenmeyeyim de ne vakit egleneyim?” dedi.
Yemek yediler sema’ya basladılar. Tekke, tavanına kadar toza, dumana boguldu.
530. Bir taraftan mutfaktan çıkan duman, bir taraftan o ayak vurmadan çıkan toz,bir taraftan sofilerin istiyak ve
vecitle canlarıyla oynamaları ortalıgı birbirine katmıstı.
Gâh el çırparak ayak vuruyorlar,gâh secde ederek yeri süpürüyorlardı.
Dünyada tamahsız sofi az bulunur. O sebepten sofi hayli hor, hakirdir.
Ancak Allah nuruyla doyan ve dilenme zilletinden kurtulmus olan sofi, bundan müstesnadır.
Fakat sofilerin binde biri bu çesit sofilerdendir. Öbürleri de onun sayesinde yasarlar.
535. Sema, bastan sona dogru varınca çalgıcı bir Yörük semai usulünce taganniye basladı.
“ Esek gitti, esek gitti”,demeye koyuldu. Bu hararetli usule hepsi uyup,
Bu sevkle seher çagına kadar ayak vurup el çırparak “Ey ogul, esek gitti, esek gitti” dediler.
O, konuk olan sofi de onları taklit ederek “Esek gitti” diye bagırmaya baslamıstı.
O aysuisret, o sema ve safa çagı geçip sabah olunca hepsi vedalasıp gitti.
540. Tekke bosaldı,sofi kaldı. Esyasının tozunu silkmeye basladı.
Nesi var, nesi yoksa hücreden dısarı çıkardı. Esege yükleyip yola çıkmaya niyetlendi.
Alelacele yoldaslarına yetisip ulasmak üzere esegi getirmek için ahıra gitti, fakat esegini bulamadı.
“ Hizmetçi suya götürmüstür. Çünkü dün gece az su içmisti.” dedi.
Hizmetçi gelince sofi, “Esek nerede?” dedi. Hizmetçi “ sakalını yokla!” diye cevap verdi, kavga basladı.
545. Sofi, “Ben esegi sana vermistim onu sana ısmarlamıstım.
Yollu yordamlı konus, delil getirmeye kalkısma. Sana ısmarladıgım esegimi getir.
Sana verdigimi senden isterim. Onu iade et.
Peygamber dedi ki. “Elinle aldıgını geri vermek gerek”
Serkeslik eder de buna razı olmazsan mahkeme iste suracıkta, kalk gidelim” dedi.
550. Hizmetçi “ Sofilerin hepsi hücum etti, ben maglup oldum, yarı canlı bir hale düstüm.
Sen bir ciger parçasını kedilerin arasına atıyorsun, sonra da onu aramaya kalkısıyorsun.
Yüz açın önüne bir parçacık ekmek atıyor, yüz köpegin arasına zavallı bir kediyi bırakıyorsun!” dedi.
Sofi dedi ki: “ Tutalım senden zulmen aldılar ve benim gibi yoksul birisinin kanına girdiler.
Ya niçin bana gelip de söylemiyor, biçare, esegini götürüyorlar, demiyorsun?
555. Eger söyleseydin esegi kim aldıysa ondan alırdım, yahut da parasını aralarında paylasırlar, o paraya razı
olurdum.
Onlar o vakit buradaydılar. Yüz türlü çare bulunurdu. Halbuki simdi her birisi bir tarafa gitti!
Kimi tutayım? Kime gideyim? Bu isi basıma sen açtın, seni kadıya götüreyim de gör!
Niçin gelip de “ Ey garip, böyle bir korkunç zulme ugradın” diye haber vermedin”
Hizmetçi “ Vallahi kaç kere geldim, sana bu isleri anlatmak istedim.
560. Fakat sen de “ Ogul, esek gitti” deyip duruyordun. Hatta bu nagmeyi hepsinden daha zevkli
söylemekteydin.
Ben de “ O da biliyor, bu ise razı, ârif bir adam” deyip geri döndüm” dedi.
Sofi “Onların hepsi hos, hos söylüyorlardı, ben de onların sözünden zevke geldim.
Onları taklit ettim, bu taklit beni ele verdi. O taklide iki yüz kere lânet olsun!
Hele böyle ekmek için yüzsuyu döken saçma adamları taklide!
565. Onların zevki bana da aksediyor, bu akis yüzünden gönlüm zevkleniyordu” dedi.
Dostlardan gelen akis, sen denizden akse muhtaç olmaksızın su almaya iktidar kesbedinceye kadar hostur.
lkönce gelen aksi taklit bil. Sonradan birbiri üstüne ve biteviye gelirse anla ki hakikîdir.
Hakikî akse erisinceye kadar dostlardan ayrılma. Sedefi terk etme, o katra daha inci olmadı ki.
Gözün, aklın ve kulagın sâf olmasını istiyorsan o tamah perdelerini yırt.
570. Çünkü sofiyi yoldan çıkaran tamahtır. Yoldan çıkarır da sofinin hali tebah olur, ziyan içinde kalır.
Yemege, zevk ve sema’ya tamah edis, hakikate akıl erdirmesine mani olur.
Ayna bir seye tamah etseydi bizim gibi münafık olur, her seyi oldugu gibi göstermezdi.
Terazinin mala tamahı olsaydı tarttıgını nasıl dogru tartardı?
Her peygamber, kavmine açıkça “ Ben sizden peygamberlik için ücret istemiyorum.
575. Ben delilim, müsteriniz Allah’dır. Allah, benim tellâllıgımı iki bastan da verdi.
Benim ücretim dosta kavusmaktır. Ebubekir kırk bin dinar verdi ama.
Onun kırk bini benim ücretim degil ki. Hiç boncuk, Aden incisine benzer mi?” demistir.
Bir hikâye söyleyeyim, can kulagıyla dinle de tamah, adamın kulagına nasıl perde oluyor, anla!
Kimde tamah varsa dili tutuk bir hale gelir. Nasıl olur da tamahla göz ve gönül aydınlanır, buna imkân var mı?
580. Tamahkâr adamın gözünün önünde makam ve altın hayali, gözdeki kıl gibidir.
Fakat Hak’la dolu olan sarhos bundan müstesna. Ona hazineler de versen yine hürdür.
Sevgiliye kavusma devletine eren kisinin gözünde bu dünya murdar bir seyden ibarettir.
Fakat bu sarhosluktan uzak olan sofi, nihayet hırs yüzünden nursuz, pirsiz bir hale gelir.
Hırsa düskün olan, yüzlerce hikâye dinler de haris kulagına girmez.
Kadı tellâllarının,bir müflisi sehirde dolastırarak halka bildirmeleri
585. Evsiz barksız, kimsiz,kimsesiz bir müflis vardır. Zindana düsmüs, amansız baglara giriftar olmustu.
Bir bahane bulup zindandakilerin yiyeceklerini yerdi. Tamahı yüzünden halkın gönlüne Kafdagı gibi agır
gelmekteydi.
Serrinden kimsenin bir lokma ekmek yemeye kudreti yoktu. Çünkü hemen ucundan tutup kapardı.
Allah davetinden uzak olan, sultan bile olsa gözü açtır.
O adam da mürüvveti ayak altına almıstı. O lokma kapıcının yüzünden bir cehennem kesilmisti.
590. Bir rahata kavusurum ümidiyle nereye kaçsan orada önüne bir âfet çıkar.
Âfetsiz, felaketsiz hiçbir köse yoktur. Allahnın halvet yerinden baska hiçbir yerde dinlenmek, rahata kavusmak
mümkün degildir.
Kurtulmaya hiçbir çare olmayan bu dünya zindanının ayakbastı parası alınmayan, hapishane dayagı atılmayan
bir bucagı yoktur.
Vallahi fare deligine girsen yine bir kedi pençeliye çatarsın.
Ademoglu, hayalle gelisir. Hayalleri güzelse onunla rahatlasır.
595. Yok... Eger gözüne kötü hayaller görünürse atesten eriyen mum gibi erir gider.
Yılanların, akreplerin içinde bile olsan Allah, seni güzel hayallerle avutursa,
Yılanlar, akrepler sana munis olur. Çünkü , hayalin, asagılık seyleri altın yapan bir kimyadır.
Sabır, güzel hayallerle tatlılasır. Çünkü her seyden evvel içinde bulundugun sıkıntıdan kurtulma hayaline
düsersin.
O kurtulus ümidi, içteki imandan gelir. man zayıflıgından da ümitsizlige, iç sıkıntısına ugrarsın.
600. Sabır, iman yüzünden bas tacı olur. Bundan dolayıdır ki sabrı olmayanın imanı da yoktur.
Peygamber “Allah, gönlünde sabrı olmayana iman da vermemistir.” dedi.
O, senin gözüne yılan gibi görünür ama ötekinin gözüne güzel görünür.
Çünkü senin gözünde onun küfrünün, kötülügünün hayali var, halbuki dostun gözünde onun müminlik hayali
cilve etmekte.
Görüyorsun ya.. Bu bir kiside iki is de var. Gâh balık oluyor, gâh olta!
605. Yarısı mümin, yarısı kafir. Yarısı hırs, yarısı sabır!
Allahn “ çimizde mümin var de var, kâfir ve eski putperest de” dedi.
Öküz gibi... yarısı kara, yarısı ay gibi bembeyaz.
Bu yarısını gören onu almaz, öbür tarafını gören almak ister, üstüne düser.
Yusuf, kardesinin gözünde canavar gibiydi, fakat yine o Yusuf, Yakup’un gözüne huri gibi geliyordu.
610. Fer’e ait göz, kötü hayal yüzünden onu çirkin gördü, asli gözse ortada yoktur.
Zahiri gözü, o asli gözün gölgesi bil. O ne görürse bil ki, bu da onu görür.
Sen bir mekândasın, aslın Lâmekândır. Bu dükkânı kapa da o dükkânı aç.
Altı cihete kaçma, çünkü o cihetlerde altı kapı vardır. Tavlada altı kapı da alındı mı karsıda ki mat olu! Mat.
Zindandakilerin, kadı’nın vekiline o müflisi sikayet etmeleri
Zindandakiler, kadı’nın anlayıslı vekiline sikâyet ederek dediler ki:
615. “ Hemen bizim selâmımızı kadıya götür, bu asagılık adamdan incindigimizi söyle.
O, bosbogaz, obur ve muzır herif, bu zindanda kalıp duruyor.
Kötü ve çirkin huyu yüzünden sinek gibi çagrılmadan selâmsız,sabahsız her yemege konmada.
Altmıs kisinin yemegi ona yetismiyor. Ne kadar söylesek vurdumduymazlıktan geliyor.
Yüzlerce hileli tedbirlerle sofraya oturdu mu zindandakilere bir lokma bile kalmıyor.
620. Sofra serildi mi o cehennem bogazlı herif hemen gelip oturuyor. Delili de su: Allah, yiyin dedi!
Üç yıllık kıtlıga benzeyen bu adamdan elaman . Efendimizin ömrü ebedî olsun!
Ya bu sıgırı zindandan defolup gitsin, yahut doyması için vakıftan bir maas tayin edilsin.
Ey hem erkegin, hem kadının memnuniyetini kazanan, bize imdat eyle imdat!”
Tatlı sözlü vekil, kadı’nın yanına gelip halkın sikayetlerini bir ,bir anlattı.
625. Kadı, o adamı zindandan çagırttı. Kendi adamlarından da isi tahkik etti.
Zindandakilerin sikayetlerinde haklı olduklarını anladı.
“ Hemen zindandan git; sahipsiz kalası herif, var evine yıkıl!” dedi.
Herif dedi ki: “ Benim evim, barkım, senin ihsanından ibaret. Kâfir gibi, zindanın bana cennettir.
Eger beni zindandan sürersen yoksulluktan, ihtiyaçtan öldüm gitti!
630. blis gibi, Yarabbi, beni kıyamete kadar yasat.
Ben bu dünya zindanında rahatım. Beni yasat da düsmanımın evlâdını tepeleyeyim.
Kimin imandan nasibi varsa , kimin yol için bir lokma ekmegi mevcutsa,
Ondan, o azıgı, o ekmegi gâh hile, gâh hud’a ile alayım da pismanlıktan feryada baslasın.
Onları bazen yoksullukla korkutayım, bazen güzelligin saçlarıyla, benleriyle gözlerini baglayayım. dedi.
635. Bu zindanda iman azıgı azdır. Bu azıga sahip olanlar da köpegin korkusundan ıstırap içindedir.
Namazdan, oruçtan, yüz türlü çaresizlikten meydana gelen zevk azıgını da gelip birden alır, götürüverir.
Allah Seytanından Allah’ya sıgınırım; ah, onun azgınlıgından helâk olup gittik!
Bir köpek ama binlerce kisiye saldırmada, kime saldırır, kimin kanına girerse o adam da Seytan kesiliverir.
Kim seni haktan, hakikatten sogutursa bil ki Seytan o adamın içindedir. Derisinin altında gizlenmistir.
640. Böyle bir adamın içine girip, böyle bir adamın suretine bürünüp seni aldatmazsa hayaline girer de seni o
hayalle kötülüge sevk eder.
Seni gâh gezip eglenme, gâh dükkân açıp alısveris etme, gâh ilim ögrenme, gâh ev bark kurup çoluk çocuk
sahibi olma hayallerine düsürür.
Kendine gel hemen “ Lâhavle” de. Ama sade dille degil; candan gönülden!
Müflis hikâyesinin sonu
Kadı “ Müflisligini ispat et” dedi. Adam, “ ste bütün zindandakiler tanık” deyince.
Kadı “ Onlar, senden sikayetçi. Senden kaçıp kurtulmak istiyorlar, senin elinden kan aglıyorlar.
645. Senden kurtulmak istedikleri için yalan yere sahadette bulunabilirler” dedi.
Mahkemede bulunanların hepsi “Biz onun hem müflisligine,hem kötülügüne sahidiz”dediler.
Kadı, o adamı kime sorduysa “Efendim, bu müflisten elini yıka,bundan hayır gelmez” dedi.
Kadı dedi ki: “ bu müflis fazlasıyla da dolandırıcı bir adam diye sehri alenen dolastırın.
Tellallar, yer ,yer bagırıp onun müflisligini her tarafta ilân etsinler.
650. Kimse ona veresiye bir sey satmasın, kimse ona bir mangır bile borç vermesin.
Birisi hilesine ugrar da o yüzden davaya kalkısırsa artık onu hapse atmam.
Çünkü iflası bence sabit olmustur. Elinde ne parası var,ne pulu!” dedi.
Ademoglu da iflası sabit oluncaya kadar bu dünya hapishanesinde kalır.
Allahmız da blisinin müflisligini Kuran’la bize bildirmis, her tarafa yaymıstır.
655. O hilekâr,müflis ve kötü sözlüdür. Onunla hiçbir suretle ortak olma, oyuna girisme.
Alısverise girisirsen kâr edemezsin, çünkü o müflistir, ondan nasıl olur da bir sey elde edebilirsin? diye
anlatmıstır.
s bu dereceye gelince odun, satan bir Kürdün devesini getirdiler.
Zavallı Kürt, hayli feryat etti, hatta memura para verdi, fakat kâr etmedi.
Devesini çagından aksama kadar aldılar. Feryat ve figanına aldırıs etmediler.
660. O müthis kıtlıgı deveye bindirdiler. Deve sahibi de devenin ardından gitmekteydi.
Taraf, taraf, yer, yer gezdirip bütün halka teshir ettiler.
Her hamamın, her çarsının önünde biriken halk ona bakıyordu.
Türk, Kürt, Rum, Arap ve sair milletlerden sesi gür olan tellallar da kendi dillerince,
“ Bu müflistir, hiçbir seyi yoktur. Ona hiçbir kimse bir pul bile ödünç vermesin.
665. Zahiren, bâtınen bir habbesi bile yok. Müflisin biri, kalpın biri, kötü adamın biridir; bir hile, hud’a kabıdır.
Kendinize gelin, aklınızı basınıza alın, onunla arkadaslık etmeyin. Size satmak için bir öküz bile getirse
mutlaka çalmıstır,öküzü hemen tutup baglayın.
Eger aldanır da bu herifi davaya kalkısırsanız ben bu ölü herifi zindana atmam.
Bu herif, tatlı sözlüdür, bogazı da pek boldur. Üstündeki libas yenidir ama içindekiler paramparça.
Hile için o elbiseyi giyerse bilin ki kendisinin degildir, halkı aldatmak için giymistir” diye bagırıyorlardı.
670. Ey temiz kalpli, hakîm olmayan kisinin dilindeki hikmet sözünü de igreti elbise bil!
Hırsız, bir güzel elbise giyse bile o eli kesik, senin elini nasıl tutar, sana nasıl yardım edebilir?
Aksam vakti müflis deveden inince Kürt dedi ki: “ Evim uzak, vakit de geç.
Kusluk çagından beri deveye bindin. Arpadan vazgeçtim,hiç olmazsa bir avuçtan az bile olsa biraz saman
ver!”
Müflis “ Simdiye kadar niçin gezip dolastık? Aklın nerede? Hiç anlamadın mı?
675. Müflis olduguma dair davul çaldılar, sesi yedinci kat göge kadar vardı; duymadın mı?
Kulagın galiba ham tamahla dolu. Tamah insanı sagır ve kör eder.
Bu sözleri kerpice, tasa kadar her sey isitti. “ Bu kaltaban müflistir, müflis” diye bagırıp durdular.” dedi.
Bu sözü aksama kadar söylediler de devecinin kulagı tamahla dolu oldugundan duymadı.
Kulakta, gözde Allah mührü var; isitmiyor,duymuyor.
Yoksa hicaplarda nice suretler var, sesler var!
680. Allah güzellikten, kemalden, cilveden hangisini isterse göze onu gösterir;
Güzel sesten, müjdelerden,coskun ve neseli sözlerden hangisini dilerse kulaga onu duyurur.
Sen simdi, ondan gaflettesin ama ihtiyaç vaktinde Allah onu izhar eder.
Peygamber “Kadri yüce Allah, her derde bir derman yarattı” demistir.
Fakat sen, onun fermanı olmadıkça o dermandan derdine yarayacak bir renk göremez, bir koku duyamazsın.
685. Ey çarelere basvuran, ölünün gözü nasıl cana bakarsa sen de gözünü Lâmekân âlemine çevir, aklını basına
al.
Varlık âlemi çarelerle doludur da Allah, bir yere perde çıkmadıkça yine çare yok!
Bu cihan, cihetsiz Lâmekân âleminden meydana gelmis, bu cihana Lâmekân âleminden bir mekân verilmistir.
Allah’yı candan gönülden istiyorsan varlıktan yokluga dön.
Bu yokluk, gelir yeridir; ondan kaçınma. Bu varlık da çok olsun az olsun, gider yeridir!
690. Allah sanatının tezgâh evi, mademki yokluktur... O halde tezgâh evinin dısında ne varsa degersizdir.
Ey hilim sahibi Allah; bize, duyanın insafa gelip kabul edecegi ince sözler hatırlat.
Dua da senden, icabet de. Emniyet de senden korku da.
Yanlıs söylediysek düzelt. Ey söz sultanı,düzeltme de senden.
Öyle bir kimyan var ki onu degistirebilir, kan ırmagıysa Nil haline getirirsin.
695. Bu çesit tebdil edisler, senin isin, bu türlü iksirler senin sırlarındır.
Suyu topragı birbirine kattın; sudan topraktan âdem teninin suretini düzdün.
Sonra onu karıya,dayıya,amcaya,binlerce düsünceye, neseye ve gama kattın.
Daha sonra da bazılarına hürlük verdin; bu gamdan, bu neseden kurtardın:
Kendisinden, soyundan hâlâs etti, her güzeli, gözüne çirkin gösterdin.
700. Böyle adam, his alemine mensup ne varsa reddeder, görünmeyene dayanır.
701. Askı meydandadır da masuku gizli. Zahiri sevgili de, cihanda o gizli masukun bir imtihanından ibaret.
Bunu bırak, surette olan asklar mutlaka surete ve güzel kadına degildir.
ster bu cihanın askı olsun ister o cihanın askı . Hakikî masukta suret yoktur.
Hakikaten surete âsıksan sevgili ölünce onu niye terk ediyorsun?
705. Sureti yine yerinde, bu terk edis neden? Âsık, iyice ara, masukun kim?
Sevgili, hisle idrak edilseydi her hisle idrak edilene âsık olurdum.
Vefa, askı artıyorsa,suret nasıl olur da vefayı degistirir?
Günesin ziyası duvara vurdu, duvar kendinden olmayan bir parlaklık, bir ziya elde etti.
Ey temiz ve sâf kisi neden bir kerpice gönül veriyorsun? Ebedi olan bir aslı iste.
710. Ey kendi aklına âsık olan ve kendisine surette tapanlardan üstün gören!
Hissine hâkim olan, akıl ziyasıdır. Bunu, bakırının üstündeki altın bil.
nsanlardaki güzellik, altın yaldızdır. Öyle olmasaydı nasıl olurdu da sevgilin kart bir esek haline gelirdi?
Melek gibiyken Seytana döndü ya. Elbette çünkü o güzellik ona ariyetti.
O güzelligi yavas ,yavas alıyor, taze fidan gitgide kuruyor. ,
715. Var, “Yasattıkça kuvvetlerini azaltır” ayetini oku da gönül iste, kemige gönül verme.
Çünkü o gönül güzelligi, baki güzelliktir. O güzellik devleti, Abıhayata sâkidir.
Esasen abıhayat da kendisidir, saki de kendisi, sarhos da.Tılsımın bozuldu mu üçü birlesir.
Fakat bu birligi kıyas yoluyla bilemezsin. Kulluk et ey kendini bilmez, saçma sapan söylenme.
Senin mâna sandıgın surettir, egretidir. Sen kendince övünüp seviniyorsun!
720. Mâna odur ki seni senden alır; suretten müstagni kalır.
Seni kör ve sagır eden, insanı, surete bir kat daha âsık eyleyen, mâna olamaz.
Köre nasip olan, ancak gam arttıran hayallerdir. Gözün nasibi bu fâni hayallerden ibarettir.
Körler, Kuran’ın harflerini ezberlemislerdir. Esegi görmezler de semeri dövüp dururlar!
Gözün açıksa kaçan esegi gör; ey puta tapan, niceye dek semercilik?!
725. Esegin oldukça semer de mutlaka bulunur.Canın oldukça ekmegin mutlaka az çok gelir.
Esegin sırtı hem dükkândır, hem mal, hem mal kazanılacak yer. Kalbinin incisi, yüzlerce kalbe sermayedir.
Ey bosbogaz, esege çıplak bin. Peygamber, çıplak binmedi mi?
Peygamber, çıplak esege bindi. Yaya yürüdü de denmistir.
Esek nefsin kaçıyor, onu bir kazıga bagla. Ne zamana kadar isten, yükten kaçacak?
730. ster yüz yıl olsun, ister otuz yıl. Mutlaka sabır ve sükür yükünü yüklemeli.
Hiç bir suçlu baskasının suçunu çekmedi. Hiçbir kimse ekmegini biçmedi.
Ekmegini biçmeyi dilemek ham tamahtır, ogul, o ham tamaha kapılma. Ham sey yemek insana hastalık
verir.
Birisi bir define buluverir; ben de onu istiyorum., dükkânla,alısverisle ne isim var? der.
Baht isi bu, fakat nadirdir. Tende kudret oldukça çalısıp kazanmak gerek.
735. Çalısıp kazanmak define bulmaya mâni degil ya. Sen isten kalma da nasibinde varsa define de arkandan
gelsin.
Böyle yap ki “ Eger” illetine ugramayasın, “ Eger sunu yapsaydım, yahut bunu yapsaydım” deyip tereddüde
düsmeyesin.
Çünkü halkla hos geçinen peygamber “ Eger” demeyi menetti, “ Onu söylemek münafıklıktandır” dedi.
O münafık da “eger” derken, isi sarta baglarken öldü, bu sarta baglayıstan öbür dünyaya ancak hasret
götürebilirdi!
Temsil
Bir yabancı adam, acele bir ev arıyordu. Bir dostu onu harap bir eve götürüp
740. “ Eger tavanı olsaydı benim yanı basımda ev sahibi olur, otururdum.
Evde bir oda daha olsaydı çolugun çocugun rahat ederdi” dedi.
Adam dedi ki: “Evet, dostlara bitisik komsu olmak iyi, fakat “ Eger” de oturmaya imkân yok!”
Bütün âlem, hoslugu ister, bu yüzden de ates içindedir.
htiyar olsun, genç olsun herkes altın ister. Fakat herkesin gözü kalp parayı altından fark edemez ki.
745. Halis altın kalp akçaya bir ziya, bir parıltı vermistir. Fakat ayar olmadıkça zan ile altını seçmeye kalkısma.
Ayarın varsa altın seç, yoksa yürü, kendini bilen bir kisiye teslim et.
Yahut da ruhundan mihenk olmalı. Bilmiyorsan yapayalnız yola düsüp ilerleme.
Yolda gulyabaniler vardır, sesleri bildik sesine seni mahvetmege çeken tanıdık sesine benzer.
“ Ey kervan halkı, buraya gelin; iste yol, iz buracıkta” diye bagırırlar.
750. Gulyabani kervan halkını yok etmek, onları da yok olanlara katmak için birer, birer adlarıyla çagırır.
Çagrılan kisi, oraya varınca bir de bakar ki karsısında kurt, aslan. Ömrü zayi olmus, yol uzun, gün de geçiyor.!
Ey iyi huylu kisi, gulyabani sesi nasıldır? “Mal isterim, mevki isterim, seref, isterim!” iste böyle.
çimden bu sesleri menet de sırlar kesfedilsin.
Allah’yı an da gulyabanilerin seslerini mahvet. Nergis gibi olan gözünü bu gergese karsı kapa.
755. Subhu sadıkı, subhu kâzipten, sarabın rengini kadehin renginden ayırdet ki.
Bu sabır ve sebatla su yedi renkli zâhiri gözden baska bir göz elde edersin.
O gözle bu renklerden baska renkler, taslar yerine mücevherler görürsün.
Hattâ gevher nedir ki? Sen, kendin bir deniz olur, göklerde seyreden bir günes kesilirsin.
s sahibi, is yurdunda gizlidir. Yürü, onu ancak is yurdunda apaçık görürsün.
760. Madem ki is,sahibine bir hicap olmustur?Su halde onu isinden baska bir yerde göremezsin.
Madem ki is yurdu; is sahibinin mekânıdır, dısarıda kalan gafildir.
O halde is yurduna, yani yokluga gel ki sanatı da sanatkârı da bir arada göresin.
Madem ki is yurdu;apaçık görüs yeridir, tabii is yurdundan dısarısı da hicap mahallidir.
natçı Firavun, varlıga yüz tuttu çünkü, onun yerini görmüyordu.
765. Hulâsa kaderi degistirmek istiyor, kazayı savusturmak arzusunda bulunuyordu.
Kaza da o hileciye bıyık altından kıs, kıs gülmekteydi.
O,Allah’nın hükmünü, Allah’nın takdirini bozmak için yüz binlerce çocuk öldürttü.
Bu suretle Musa Peygamber’in zuhuruna mâni olmak istiyordu, boyuna binlerce zulüm aldı, binlerce kana
girdi.
O kadar kan döktü ama Musa, yine dogdu ve onu kahretmek için hazırlandı,
770. Eger zevali olmayan Allah’nın sanat yurdunu görseydi eli, ayagı kurur, hile yapamazdı.
Musa, onun evinde rahatça yasadıgı halde o, dısarıda beyhude yere çocukları öldürüp durmaktaydı.
Tenini besleyip yetistiren; nefsine hizmet eden, sonra da baskalarının kendisine haset ettigini,düsmanlıkta
bulundugunu sanan kisi gibi.
Bu, benim düsmanım, su bana haset ediyor, der durur, halbuki kendisine haset eden, kendisine düsman olan
o tendir,kendi nefsidir.
O, adam Firavun’a benzer, bedeni de Musa’ya. Böyle oldugu halde dısarıda “ Nerede düsman?” diye
kosmaktadır. Nefsi ten evinde nazla, naimle beslenmektedir.
775. Nefsi ten evinde nazla,naimle beslenmektedir,kendisi baskalarına kin güdüp elini ısırmakta.
Halkın,bir töhmet yüzünden anasını öldüren kisiyi kınaması
Birisi, kızgınlıkla anasına hançerleyerek, döverek öldürdü.
Biri ona “ Huyunun kötülügü yüzünden ana hakkını gözetmedin.
Çirkin herif, ananı neden öldürdün! niye söylemiyorsun, o sana ne yaptı ki?” dedi.
Adam “ Çok ayıp bir is isledi,bende onu öldürdüm. Ayıbını toprak örtsün” diye cevap verdi.
780. Kınayan “Be adam, ananı öldürecegine o kisiyi öldürseydin”deyince dedi ki: “Her gün baska birisini mi
öldüreyim?
Onu öldürdüm, halkın kanına girmekten kurtuldum; halkın bogazını kesecegime onu bogazladım, bu daha iyi!”
O kötü huylu ana, fesadı her tarafta zâhir olan nefsindir.
Her an onun için bir azize kastedip duruyorsun; kendine gel, onu öldür!
Onun yüzünden bu güzel dünya sana dar geliyor. Onun yüzünden Allah ile de savasıyorsun, halkla da.
785. Nefsini öldürürsen özür serdetmeden kurtulursun, ülkede hiçbir düsmanın olmaz.
Bir kimse peygamberlerle velileri düsünüp sözümüzden süpheye düser.
“Peygamberlerin nefisleri helâk olmamıs mıydı? Onların neden düsmanları vardı, onlara niye haset
ediyorlardı?” derse,
Ey dogru söz arayan, kulagını aç! Bu süpheye, bu tereddüde verecegimiz cevap su:
O münkirler, kendilerinin düsmanlarıydı; onlar kendilerini yaralıyorlardı.
790. Düsman, ona derler ki cana kastetsin. Kendi kendisine can çekisene düsman demezler.
Yarasacagız, günesin düsmanı degildir, hicaba girmis,kendi kendisine düsman olmustur.
Günesin ziyası onu öldürür; fakat günes, yarasanın zahmetini hiç çeker mi, yarasa günese bir kötülükte
bulunabilir mi?
Düsman, ona derler ki ondan bir azap,bir eziyet gelsin; kabiliyeti olan tasın günes tesiriyle lâl olmasına
mümanaat etsin!
Halbuki kâfirlerin hepsi de peygamberlerin cevherlerindeki ziyadan kendilerini men ederler.!
795. Halk, nasıl olur da o tek kisinin gözüne perde olur? Bilâkis kendi gözlerini kör eder, kendi gözlerini kötü bir
hale sokarlar.
Efendisiyle inada girisip kinlenerek kendisini öldüren Arap köle gibi!
Köle, sahibine ziyan vermek için kendisini damdan bas asagı yere atar,helâk olup gider!
Hasta, doktora düsman olmus; çocuk, kendisini terbiye edene düsmanlık beslemis;( zarar kime?)!
Hakikatte hasta da, çocuk da kendi yolunu vurmakta, kendi akıl ve canının yolunu kesmektedir.
800. Bez yıkayan, günese kızar; balık, denize hiddet ederse,
Bir bak,ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır?
Allah seni çirkin yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem huyu çirkin olma!
Ayakkabın olsa bile taslıga gitme. ki boynuzun varsa dört boynuzlu olma!
Sen “ Ben filân kisiden daha asagı mıyım ki talihim böyle ters gidiyor” diye haset ediyorsun ama,
805. Esasen haset de baska bir noksan, baska bir ayıp. Hattâ bütün asagılıklardan daha beter!
Seytan da asagı olmadan arlandı, bunu ayıp telâkki etti de kendisini yüzlerce kötülüge düsürdü.
Hasedinden yücelmek istedi. Fakat yücelik nerede? Kanlara bulanıp kaldı.
Ebucehil, Muhammet’e uymaya utandı,hasedinden kendisini yüceltmeye,ondan yüksek olmaya çalıstı.
Adı Ebül Hakem’di. Ebu cehil oldu. Nice ehliyetli kisiler vardır ki haset yüzünden naehil olup kalmıslardır!
810. Ben, bu çalısıp çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim.
Fazileti, mahareti,hüneri bir tarafa bırak. Bu yolda hizmet ve iyi huy ise yarar.
Allah,mihnet ve ıstıraplarla hasetler meydana çıksın diye peygamberleri vasıta etti.
Çünkü Allahdan kimse arlanmaz, Allahya kimse hasedetmez.
Fakat, halk, Peygamberi de kendisi gibi bir adam sanır, o yüzden ona hasededer.
Fakat peygamberin büyüklügü tahakkuk etti mi, artık ona kimse haset edemez, ona herkes uyar.
815. Su halde her devirde peygamber yerine bir veli vardır, bu sınama kıyamete kadar daimidir.
Kimde iyi huy varsa kurtulmustur; kimin kalbi sırçadansa sınmıstır.
ste diri ve faal imam, o velidir; ister Ömer soyundan olsun, ister Ali soyundan!
Ey yol arayan, Mehdi de O’dur, Hadi de O. Hem gizlidir, hem senin karsında oturmakta.
O, nura benzer; akıl onun Cebrail’idir. Ondan asagı olan veli de onun kandilidir.
820. Bu kandilden daha asagı derece de olan veli de kandil konan yerimizdir. Nura mertebe bakımından
dereceler vardır.
Çünkü Allah nurunun yedi yüz perdesi vardır. Nur perdelerini bu kadar kat bil!
Her perdenin ardında bir kavmin duragı var. mam’a kadar bu perdeler saf saftır.
Son saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül edemez.
Ön saftakilerin gözleri de görüs zayıflıgı yüzünden daha ön saftakilerin nuruna takat getirmez.
825. lk saftakilerin hayatı olan aydınlık, bu sasının ruhuna azap ve âfettir.
Sasılıklar yavas, yavas azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi deniz kesilir.
Demiri, yahut altını sâf bir hale getiren ates, terü taze ayva ve elmaya yarar mı?
Ayva ve elmanın da az bir hamlıgı olabilir, fakat demire benzemezler, hafif bir hararet isterler.
Halbuki o hararet, o suleler, demir için kâfi degildir. Çünkü demir, ejderha gibi olan atesin yalımını ister.
830. O demir, mesakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, atesin içinde kıpkırmızı bir hale gelir;
ondan hoslanır.
Bu çesit fakir, atesin vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın atesin ta ortasına kadar girer.
Fakat su ve su ogulları; hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın ne atesten olgun bir hale gelirler, ne atesin
hitabına mazhar olurlar.
Ayaga, yürümek için nasıl ayakkabı lâzımsa bunlara da atesten feyz almak için bir tencere; yahut tava
lâzımdır.
Yahut da ortada bir yer gerektir ki hava ısınsın, kızsın da harareti suya müessir olsun.
835. Fakir ona derler ki sûlelerle vasıtasız rabıtası vardır.
Hakikatte âlemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan âleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan),
bu gönül yüzünden ise yarar.
Gönül olmasa ten, konusmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, arastırmadan ne anlar?
Demek ki sûlelerin nazargâhı o demirdir. Su halde Allah’nın nazargâhı da gönüldür, ten degil!
Sonra bu cüzi olan gönüller de hakikî maden olan gönül sahibinin gönlüne nispetle ten gibidir.
840. Bu söz, çok misal ister, çok serh ve izah ister. Fakat avamın anlayısı sürçer diye korkuyorum.
Bu suretle iyiligimiz kötülük olmasın.. yilik yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım, bu söyledigim de ancak
kendimde olmadıgından,ihtiyarım elimde bulunmadıgından.
Çarpık ayaga çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya varır.
Padisahın,yeni aldıgı iki köleyi sınaması
Bir padisah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz konustu.
Köleyi anlayıslı, zeki ve tatlı sözlü buldu. Zaten seker gibi dudaktan ancak seker serbeti zuhur eder.
845. Ademoglu dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir.
Bir rüzgâr esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz.
O evde inci mi var, bugday mı.. altın hazinesi mi var, yoksa yılan ve akreplerle mi dolu?
Yoksa içerde hazinemi var da kapısında yılan beklemekte? Çünkü altın hazinesi bekçisiz olmaz.
Köle, düsünmeden öyle söz söylemekteydi ki baskaları bes yüz defa düsünür de ancak öyle bir söz
söyleyebilir.
850. Sanki içinde deniz var, deniz de bastanbasa söyleyen incilerle dolu…
Ondan parlayan her incinin nuru, Hak ile bâtılı ayırır.
Kuran’ın nuru da Hak ile bâtılı zerre,zerre fark eder, bize gösterir.
O incinin nuru, gözümüzün nuru olsaydı suali de biz sorardık,cevabı da biz verirdik.
Gözünü egrilttin de onun için ayı iki gördün. ste bu bakıs, süpheye düsüp sual sormaya benzer.
855. Gözünü dogrult da aya öyle bak ki tek göresin. ste cevabı da bu!
Düsünceni dogrult, iyi bak. Çünkü düsünce de o incinin pırıltılarındandır.
Kulaktan gönüle dogan her cevaba göz; onu bırak, cevabı benden duy der.
Kulak vasıtadır, vuslata erense göz; Göz hâl sahibidir, kulaksa dedikoduda!
Kulagın duygusu sıfatları tebdil eder, halbuki gözlerin apaçık görgüsü, mahiyetleri bile degistirir.
860. Atesin varlıgını sözle bildin, bu varlıga sözle yakîn hâsıl ettinse pismeyi iste, sözde kalma.
Yanmadıkça o bilgi,Aynel Yakîn degildir. Bu yakîn’i istiyorsan atese dal.
Kulak, hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönüle tesir etmez.
Bu sözün sonu gelmez. Geri dön de padisah o kölelere ne yaptı,onu anlat!
Padisahın o kölelerden birini bir yere yollayıp öbüründen bazı seyler sorması
Padisah o kölecigi zeki görünce öbürüne “Beri gel”diye emretti.
865. Buradaki sevgiye ve acımaya delâlet eden “cegiz” eki küçültme, horlama için degildir. Nitekim ana ogul’a
“yavrucugum” derse bu horlama sayılmaz.
kinci köle padisahın huzuruna geldi. Agzı kokuyordu,disleri de kapkaraydı.
Padisah, onun sözünden pek hoslanmadı ama nesi var, nesi yok diye sırlarını aramaya koyuldu.
“ Bu sekilde, bu pis kokulu agızla biraz ötede otur; fakat o kadar da ileri gitme.
Çünkü seninle uzaktan konusmak gerek. Benimle düsüp kalkamazsın, benimle bir yerde oturamazsın.
870. Biraz ötede dur da senin o agzını bir tedavi edelim. Sen güzelsin, ben de hünerli bir doktorum.
Bir pire için yepyeni bir kilim yakılmaz ya. Sana da büsbütün göz yummak dogru degil.
Bütün ayıplarınla beraber otur, iki üç hikâye söyle de aklın nasıl bir göreyim” dedi.
O zeki köleyi de “ Haydi git yıkanıp arın” diye hamama yolladı.
Huzurundaki köleye “Aferin, sen akıllı bir adamsın, Hakikatte yüz köle degersin, bir degil.
875. Kapı yoldasın, hakkında kötü seyler söyledi, fakat sen hiç de öyle degilsin. O hasetçi herif, az kalsın bizi
senden sogutuyordu.
Senin hakkında, hırsızdır, dogru adam degildir, münasebetsiz hareketlerde bulunur, ahlâksızdır,
lânettir,söyledir, böyledir demisti.” Dedi.
Köle dedi ki: “ O daima dogru söyler. Onun gibi dogru sözlü adam görmedim.
Dogru söyleme, yaradılısında vardır. Ne dese, aslı yok diyemem.
O iyi düsünceli adamı ben kötü bilmem, kusuru üstüme alırım dogrusu.
880. Padisahım, olabilir ki o bende bazı ayıplar görmüstür de ben onları kendimde görememisimdir.
Herkes, önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi?
Halk kendisisinden gafildir babam gafil. Onun için birbirlerinin kusurunu görürler.
Ben kendi yüzümü göremem de senin yüzünü görürüm; sen de benim yüzümü görürsün.
Kendi yüzünü görmeye muktedir olanın nuru, halkın nurundan artıktır.
885. O ölse bile nuru bakidir. Çünkü görüsü, Allah görüsüdür.
Kendi yüzünü, gözünün önünde apaçık bir surette gören nur, bildigimiz nur degildir”.
Padisah “Simdi o senin ayıplarını söyledigin gibi sen de onun ayıplarını söyle,
Ki, benim dostum oldugunu, memleketimde emin bir vekilim bulundugunu ve beni sevdigini bileyim” dedi.
Köle dedi ki; “Padisahım, o benim iyi bir kapı yoldasımsa da kusurlarını söyleyeyim:
890. Kusuru; sevgi, vefa, insanlık.. dogruluk, zekâ ve dostluktur.
En ehemmiyetsiz kusuru cömertlik, düskünlere yardım etmektir. Ama nasıl cömertlik? Canını da verir.
Allah bu can bagıslamaya karsılık yüz binlerce can ihsan eder. Bunu görmeyen kisi nasıl cömert olabilir?
Eger görseydin nasıl olur da can vermeden çekinir, bir can için bu kadar tasalanırdın?
Su kenarındayken suyu sakınan, esirgeyen, ancak ırmagı görmeyendir.
895. Peygamber “Kıyamet gününde verilecek karsılıgı yakînen bilen,
Bire on karsılık verilecegini anlayan kisinin cömertligi artıp durur, bu çesit adam, türlü, türlü cömertlikler icat
eder.” dedi.
Cömertlik, bütün karsılıkları görmedir. Su halde karsılıgı görüs, korkunun zıddıdır.
Nekeslik de karsılıkları görmemektir. nciyi görmek, denize dalan dalgıcı sevindirir.
Eger cömertlige karsılık verilecek olan seyleri herkes görseydi dünyada kimse nekes olamazdı. Çünkü hiçbir
kimse karsılıksız bir sey bagıslamaz.
900. Su halde cömertlik gözden gelir, elden degil. se yarayan görüstür, gözü açıktan baskası kurtulamaz.
Arkadasımın bir kusuru da kendisini görmemesidir. O, kendisinde kusur arar durur.
Kendi ayıbını söyler, kendi ayıbını arar. Herkesi iyi bilir, herkesle dosttur da kendisiyle dost degildir.”
Padisah “ Arkadasını övmede ileri gitme. Onu överken kendini övmeye kalkısma.
Çünkü onu imtihana çekersem ilerde utanırsın” dedi.
Kölenin, iyi zannı yüzünden arkadasının dogruluguna ve vefakârlıgına yemin etmesi
905. Köle dedi ki; “ Hüküm ve kudret sahibi, bagıslayan ve acıyan Ulu Allah’ya ant olsun…
Peygamberleri, ihtiyacı oldugundan degil de fazlından, kereminden gönderen,
Asagılık topraktan, yüce padisahlar yaratan.
Onları topraktan yaratılmıs mahlûkatın tabiatlarından arıtan, gök ehlinin derecelerinden üstün kılan,
Atesten sâf bir nur yaratıp onunla bütün nurları parlatan,
910. Nurlara dogan, nurları aydınlatan nuru yaratan, Âdem peygamberin feyiz alıp marifete eristigi aydın ziyayı
meydana getiren,
Âdem’den bitip Sîs’in devsirdigi nuru, Âdem’in görüp Sîs’i yerine halife ettigi nuru.
Nuh’un feyiz aldıgı, can denizi havasında inciler yagdırdıgı nuru halk edene ant olsun.
brahim’in canı o nurlardan nurlandı da pervasızca ates sulelerine kostu, atese atıldı.
smail, onun ırmagına düstü de o yüzden parlak bıçagın önüne bas koydu, boyun verdi.
915. Davut’un canı onun sulelerinden hararetlendi de ondan dolayı elinde demir yumusadı, eridi.
Süleyman, onun vuslatından süt emdi de cinler periler onun için fermanına tabi oldular.
Yakup, onun kaza ve kaderine teslim oldu da ondan oglunun kokusuyla gözü açıldı, aydınlandı.
Ay yüzlü Yusuf, o günesi gördü de rüya tâbirinde o kadar uyanık hale geldi.
Asâ, Musa’nın ellinden su içti de o yüzden Firavun’un saltanatını bir lokma etti.
920. Meryem oglu Îsa, merdivenini buldu da dördüncü kat gögün üstüne çıktı.
Muhammed, o mülkü, o nimeti buldu da hemencecik ayı ikiye böldü.
Ebubekir, tevfika mazhar oldu da öyle bir padisahın müsahibi oldu, öyle bir padisahı candan tasdik etti.
Ömer, o mâsuka âsık oldu da gönül gibi, hakkı bâtılı ayırt etti.
Osman, o apaçık görüsün ta kendisi oldu da feyizli bir nura nail olup Zinnûreyn oldu.
925. Mürteza, onun yüzünden inciler saçtı da can vâdisinde Allah aslanı kesildi.
Cüneyt, onun askerinden yardıma nail olunca eristigi mertebeler sayıdan üstün oldu.
Bayezid, onun ihsanına yol bulunca Allahdan “ Kutbül Ârifin” adını duydu.
Kerhî, onun harimine bekçi olunca ask halifesi oldu, nefesleri Allah nefesi haline geldi.
Edhemoglu, atını sevinçle o tarafa kosturunca âdil sultanların sultanı oldu.
930. Sakik, o ulu yolun mesakkati yüzünden günes gibi aydınlatıcı bir reye, her seyi gören bir göze eristi.
Daha nice yüz bin gizli Padisahlar var ki o nur âleminde yücelige sahiptirler, makamları vardır.
Allah, her yoksul, onların adlarını anmasın diye gayretinden adlarını gizledi.
O nura ve denizde balıklar gibi yasayan nuranilere ant olsun…
O nura ve o denizi,denizin canı desem de lâyık degil.O âleme yeni bir ad aramaktayım.
935. O Allah’ya ant olsun ki bu da ondandır, o da ondan. çler, hakikatler, ona nispetle kabuktur, zâhirdir.
Ant olsun o Allah’ya ki kapı yoldasım ve dostum, bu benim sözlerimden yüz kat daha üstündür.
Arkadasımın evsafından bildiklerimi söyledim, fakat, ey kerem sahibi inanmıyorsun; ne diyeyim?”
Padisah dedi ki : “ Simdi artık kendi halinden bahset. Ne vakte dek sunun, bunun halini anlatacaksın?
Söyle bakalım,senin neyin var, ne elde ettin, deniz dibinden ne inciler getirdin?
940. Ölüm günü, bu duygun kalmaz. Can nurun var mı ki gönlüne yâr olsun?
Mezarda bu göze toprak dolar. Mezarı aydınlatacak nurun var mı?
Bu elin, ayagın gidince canının uçması için kolun kanadın var mı?
Bu hayvani can kalmayınca yerine koymak için baki bir cana sahip misin?
Sart, iyilik etmek degil, iyilikle gelmek, bu iyiligi Allah’ya götürmektir.
945. nsanlıktan mı bir cevhere sahipsin, eseklikten mi? Bu ârazlar yok olunca nasıl götüreceksin ki?
Bu namaz ve oruç arazlarını Allah’ya nasıl ileteceksin ki? Çünkü araz, iki zaman zarfında baki kalmaz, yok
olup gider, bir anlıktır.
Arazları götürmeye imkân yoktur. Fakat cevherden hastalıkları giderirler.
Bu suretle de cevher, bu hastalık arazlarından kurtulur, degisir. Perhiz yüzünden hastalıgın geçmesi gibi.
Perhiz arazı, çalısmalarıyla cevher olur; acı agız perhizle tatlılasır.
950. Ziraatla topraklar ekinle, basakla dolar. Saç ilacı, örgü, örgü saç bitirir.
Kadını nikâhlamak arazdı, mahvolup gitti. Fakat o arazdan bize evlât cevheri meydana geldi.
Atı, deveyi çiftlestirmek arazdır. Bundan maksat da yavru cevherini elde etmek.
Bostan ekmek arazdır, Bostanda biten mahsul cevheridir. Zaten maksat da budur.
Kimya ile ugrasmayı da araz bil, eger o kimyadan bir cevher elde ettiysen onu getir.
955. Aynayı cilâlamak da arazdır. Fakat bu arazdan tertemiz bir ayna cevheri meydana gelir.
Su halde “ Ben ibadette bulundum” deme, o arazlardan elde edileni göster, ürkme.
Senin o köleyi övmen de arazdır. Sus, koçun gölgesini kurban etmeye kalkısma!”
Köle dedi ki : “Padisahım, araz tebeddül etmez dersen bu söz, akla ancak ümitsizlik verir.
Padisahım, araz gider de bir daha geri gelmezse bu, kulu ancak meyus eder.
960. Eger arazlar baska bir sekle tebeddül etmeseydi, baska bir sekle bürünüp var olmasaydı is bâtıl olur, sözler
manâsız bir hale gelirdi;
Bu arazlar baska bir varlık suretine bürünüp hasrolur. Her sey, neye lâyıksa o sekle tebeddül eder. Sürünün
çobanı, sürüye lâyık kisidir.
Mahserde her arazın bir sureti vardır,her araz suretinin de bir nöbeti.
Kendine bak, sen de araz degil miydin, anandan, babandan hâsıl olmadın mı ve bir maksat ugrunda birisiyle
es degil misin?
965. Evlere kösklere bak. Bunlar mühendisin tasavvuratından ibaretti.
Güzel olarak gördügümüz sofası hos. Tavanı, kapısı mükemmel olan filan ev ,(mühendisin zihnindeydi).
Mühendisin zihnindeki o araz, o düsünce aletleri hazırladı, ormanlardan direkleri getirdi (ev yapılıp meydana
çıktı.)
Her hünerin aslı, esası, hayâlden,arazdan, düsünceden baska nedir ki?
Dünyanın bütün cüzilerine, fakat garazsızca bak; arazdan baska bir seyden meydana gelmemistir.
970. Önceki fikir, sonun da fiile gelir. Dünyanın kurulusunu ezelden beri böyle bil.
Meyveler, gönülde evvelce vücuda gelir de sonunda fiile çıkar.
se girisip de agaç diktin mi ilk harfi,sonunda okudun demektir.
Gerçi dal, yaprak ve kök evveldir ama onların hepside meyve için vücut bulur.
Feleklerin dimagı olan o bas da bunun için en sonunda “ Levlâk” sırrına mazhar oldu.
975. Bu sözler arazların nakline ait bahislerdir. Bu aslan ve tuzak, hep bunun içindir.
Bütün âlem,esasen arazdı. “ Hel Etâ” suresi, bu mânayı izah için geldi.
Bu arazlar neden dogar? Suretlerden. Ya bu suretler neden vücuda gelir? Düsüncelerden.
Bu cihan, Akl-ı Küll’ün bir düsüncesinden ibarettir. Akıl, padisaha benzer, suretler de peygamberlere.
lk âlem, imtihan âlemidir. kinci âlem sunun bunun yaptıklarının mükâfat ve mücazatını görme âlemidir.
980. Padisahım, kulun hain olsa o araz, yani hainligi, zincir ve zindan olmakta.
Yerinde ve degerinde bir hizmette bulunsa, savasta bir yararlık gösterse o araz da bir hil’at seklinde temessül
etmekte.
Bu arazla cevher, kusla yumurtadır; bu ondan olmakta, o bundan dogmakta.”
Padisah, köleye “ Tut ki dediklerin dogru, hepsini kabul ettim. Fakat arazlardan bir cevher dogmadı ki” dedi.
Köle “ Bu iyi ve kötü dünyası, gayp âlemi haline gelsin,iyilik ve fenalık apaçık bilinmesin diye akıl onları
gizlemistir.
985. Çünkü fikrin sekil ve suretleri meydana çıksaydı kâfir ve mümin,yalnız Allahyı zikreder, baska bir söz
söyleyemezdi.
Eger iyilik ve kötülükten meydana gelen suretler gizli olmayıp da meydana bulunsaydı küfür ve iman,apaçık
meydana çıkar,alında yazılırdı.
O takdirde nasıl olurdu da bu âlemde put kalır, puta tapan bulunurdu? Nasıl olur da kimsenin kimseyle alay
etmeye mecali kalırdı.?
O vakit bu dünyamız kıymet kesilirdi. Kıyamette kim suç isleyebilir” dedi.
Padisah “ Allah bütün mücazatı gizledi, gizledi ama avamdan gizledi, kendi haslarından degil.
990. Ben bir emîri tuzaga düsürmek dilersem emîrlerden gizlerim, fakat vezirden gizlemem.
Hak bana islerin mükâfat ve mücazaatını, amellerden yüz binlercesinin büründügü suretleri gösterdi.
Ben bilirim ama sen de bir nisane ver. Ay, bulutla örtülse de bana gizli degildir” dedi.
Köle, madem ki olanı ,biteni oldugu gibi biliyorsun; beni söyletmeden kastın ne? deyince.
Padisah “ Dünyayı izhar etmekteki hikmet, Allahnın ilmindekileri izhar etmektir.
995. Bildigini izhar etmedikçe âlemdeki zahmet ve mesakkatleri belirtmez.
Senden bir kötülük yahut iyilik meydana gelmeksizin hattâ bir an bile duramazsın.
Bu amelleri izhar etme zarureti, sırrının açıga çıkması içindir.
Nasıl olur da ipligin ucunu gönlün çekip durdugu halde iplik egirme âletine benzeyen tenin islemez?
Tasalanman, dertlenmen; gönlünün o çekisine, istegine âlamettir. O isi yapmamak da sana açıkça can
çekismedir, ölümdür.
1000. Bu âlem de daimî olarak dogurur, o âlem de. Her sebep anadır, eser çocugunu meydana getirir.
Eser dogdu mu ondan da sasılacak sebepler dogması için sebep haline gelir.
Bu sebepler, nesilden nesile yürür gider. Fakat görmek için adamakıllı aydın bir göz lâzım dedi” dedi.
Padisah, onunla konusurken söz buraya gelince o köleden bir alâmet gördü mü , görmedi mi? Bilmem.
Hakikati arayan o padisahın, köleden bir nisan, bir alâmet görmesi, hiç de umulmayacak bir sey degil. Fakat
gördügünü söylemek için bize izin yok.
1005. Öbür köle hamamdan gelince padisah, onu da huzuruna çagırdı.
“Sıhhatler olsun,daimi âfiyetler olsun. Ne de lâtif, ne de zarif, ne de güzelsin.
Yazık, öbür kölenin söyleyip durdugu kötü huyların da olmasa ne olurdu?
O zaman yüzünü gören neseye dalardı. Seni görmek, cihana malik olmaya degerdi” dedi.
Köle dedi ki: “ Padisahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!”
1010. Padisah “ Önce iki yüzlülügünü anlattı. Ona göre sen görünüste bir deva, fakat hakikatte bir
dertmissin”dedi.
Köle, dostunun kötülügünü bu suretle padisahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü.
Agzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düstü, bu dalgalar, hadden astı.
Dedi ki : “ O evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmıs köpek gibi hayli pislik yemisti.”
Çan gibi durmadan onun aleyhinde bulunmaya baslayınca padisah, elini agzına götürüp “ Kâfi” dedi.
1015. “Bu sınamayla onu da anladım, seni de. Senin canın kokmus, onun agzı.
Ey kokusuk canlı, uzak otur. O âmir olsun, sen onun memuru ol!”
Ulular bunun için “ Dünyada insanın rahatı, dilini korumasındadır” dediler.
“ Riya ile tespih, külhanda biten yesillige benzer” mealinde bir hadis vardır, bunu böyle bil ey ulu kisi!
Güzel ve iyi suret, bil ki kötü huyla beraber olunca bir kalp akça bile degmez!
1020. Bil ki zâhiri suret yok olur, fakat mâna âlemi ebedidir, kalır.
Testinin suretiyle ne vaktedek oynayıp duracaksın? Testinin naksından geç, ırmaga, suya yürü.
Suretini gördün ama mânadan gafilsin. Akıllıysan sedeften bir inci seç, çıkar.
Âlemdeki bu sedefe benzeyen kalıpların hepsi can denizinden diriyse de,
Her sedefte inci bulunmaz, gözünü aç da her birinin içine bak!
1025. Onda ne var, bunda ne var? Onu anla. Çünkü o degerli inci nadir bulunur.
Surete talip olursan (bu suna benzer:) bir dag, görünüste büyüklük bakımından lâl’in yüzlerce mislidir.
Senin elin, ayagın,saçın, sakalın da gözünden yüzlerce defa daha büyüktür.
Fakat iki gözün, bütün âzadan daha kıymetli oldugu meydandadır.
Gönlüne gelen bir tek düsünce yüzünden de yüzlerce cihan, bir anda bas asagı devrilir gider.
1030. Padisahın cismi, surette birdir ama yüz binlerce asker, arkasından kosar.
Fakat o tertemiz padisahın sekli ve sureti de gizli bir fikre mahkûmdur.
Gör ki bu sayısız halk, bir tefekkür yüzünden yeryüzünde akıp giden sel gibidir.
Halk, o düsünceyi küçük ve ehemmiyetsiz görür ama sel gibi cihanı suya bogar ,alıp götürür.
Âlem de her hünerin fikirle kaim oldugunu,
1035. Evlerin, kösklerin, sehirlerin,dagların, sahraların, nehirlerin hep onda meydana geldigini,
Denizdeki balıgın denizin vücuduyla yasadıgı gibi yerin de, denizin de, günesin de, gögün de fikirle diri
bulundugunu madem ki görmektesin.
Neden kör gibisin, neden ahmaklık ediyorsun, neden sence ten Süleyman gibi oluyor da fikir karınca gibi?
Gözüne dag, büyük görünüyor da fikri fare gibi küçük, dagı kurt gibi büyük sanıyorsun.
Âlem, gözünde pek korkunç, pek büyük görünmekte… Buluttan, gökten,gök gürlemesinden ürküp
korkuyor,tir, tir titriyorsun.
1040. Halbuki ey esekten asagı kisi, fikir âleminden emin ve gafilsin, bir tas gibi o, cihandan haberin yok!
Çünkü suretten ibaretsin, akıldan nasibin yok. nsan huylu degilsin, bir esek sıpasısın!
Bilgisizlikten gölgeyi adam görüyorsun da insan o yüzden sence bir oyuncaktan ibaret, degersiz bir sey.
O fikir, o hayal örtüsüz bir surette kol kanat açıncaya kadar dur.
O zaman dagları yumusak pamuk gibi görürsün, bir de bakarsın ki bu soguk, sıcak yeryüzü yok oluvermis!
1045. O zaman ezelî ve ebedî hayata ve muhabbete sahip olan Allah’dan baska ne gögü görürsün ne yıldızı!
Bir misal, ister dogru olsun, ister yanlıs… dogrulukları aydınlatsın da.
O has köleye padisaha mensup adamların haset etmeleri
Padisah, lütfüyle bir köleyi bütün adamların içinden seçmis, onlardan üstün etmisti.
Elbisesinin pahası, kırk emirin maasına bedeldi. Onun kazandıgı kadir ve kıymetin onda birini, hattâ yüz vezir
bile görmemisti.
Talihin yaverligi, bahtının müsait olusu yüzünden yücelmis, âdeta bir Eyaz olmustu. Padisah da sanki zamanın
Mahmut’uydu.
1050. Ruhu padisahın ruhîyle birdi. Bu ten âleminden önce de o iki ruh, birbirine es olmus, birbirine âsina
olmustu.
Zaten is, tenden önce olan istir. Sonradan meydana gelenlerden geç!
s ârifindir. Çünkü ârif, sası degildir. Gözü, ilk ekilen seyleri görür.
Bugday mı ekildi, arpa mı? Gece, gündüz gözü ondadır. Gece, neye gebeyse onu dogurur.
Bunu menetmek için yapılan hileler, basvurulan tedbirler havadan ibaret!
1055. Allah’nın takdirini, kendi tedbirinden üstün gören kisi, nasıl olur da kendi tedbirleriyle gönlünü avutabilir?
Aklına, tedbirine güvense tuzak içinde oldugu halde tuzak kurar, fakat canına andolsun, ne bu kurtulur,ne o!
Yüzlerce çayır, çimen bitse de, dökülse de sonun da yine Allahnın ektigi çıkar!
Ekilmis ekinin üstüne ekin ekerler ama bu ikincisi fânidir, ilki dogrudur,ilki yerindedir.
lk ekin kemal bulur, seçilip toplanır. kinci tohumsa bozulur, çürüyüp gider.
1060. Sevgilinin huzurunda tedbirini terk et; filvaki tedbiri de onun tedbirinden, onun kaderinden dogmadır ya!
Hakk’ın yücelttigi is,ise yarar. Nihayet biten, ilk ekilendir.
Madem ki sevgiliye esirsin, ey âsık ektigini onun için ek!
Hırsız nefsin etrafında dolasma, onun isine bulasma. Bir is, Hakk’ın isi degil mi? Hiçtir hiç!
Kıyamet günü gelmeden, gece hırsızı, mal sahibinin yanında rüsvay olmadan bu isten vazgeç.
1065. Hilelerle, tedbirlerle çalınmıs olan malın vebali adalet günü çalan adamın boynunda kalır.
Yüz binlerce akıl, bir araya gelip onun tuzagına aykırı bir tuzak kurmak isterler, kurarlar da.
Kurdukları tuzagı pek kuvvetli pek yerinde ve kâfi bulurlar ama bir çöp parçası rüzgâra nasıl dayanabilir?
Eger sen “Su halde varlıgın ne faydası var?” dersen senin bu sualinde fayda var mı inatçı adam?
Sualinde fayda yoksa bu abes ve faydasız suali niye dinleyeyim?
1070. Eger bir çok faydaları varsa neden bu cihan faydasız olsun öyle ise?
Cihan, bir cihetten faydasız, baska bir cihetten faydalarla dopdoludur.
Sana faydalı olan sey, bana faydasızsa.. mademki sence faydalı, onun yapmaktan geri durma.
Yusuf’un güzelligi kardeslerince abesti,lüzumsuzdu.. Fakat bütün bir âleme faydalıydı.
Davut’un sesi kadar güzeldi ama güzel sesten anlamayanlar dinlemek istemezlerdi.
1075. Nil nehrinin suyu, Âbıhayattan daha hostu, daha feyizliydi. Fakat nasipsiz ve münkir olanlara kandı.
Sehitlik, mümin için hayattır, münafık için ölüm ve çürüme!
Âlemde bir sürü halkın mahrum olmadıgı bir nimet var mı? Söyle.
Sekerden öküze, esege ne fayda var? Her canın baska bir gıdası vardır.
Fakat o gıda, gıdalanan kisiye arızî ise ona nasihat etmek de onu dogru yola getirmek demektir.
1080. Birisi hastalık dolayısıyla toprak yemeyi sevse topragı,kendisine gıda sanır ama,
Asıl gıdasını unutmus, hastalık yüzünden alıstıgı gıdaya yüz tutmustur.
Serbeti bırakmıstır da zehir yemektedir. Hastalık yüzünden alıstıgı gıda kendisine tatlı gelmistir.
nsanın asli gıdası Allah nurudur; ona hayvan gıdası lâyık degil!
Fakat gönül, hastalık yüzünden bu gıdaya düsmüstür; gece gündüz bu suyu içmekte, bu topragı yemektedir.
1085. Bu gıdayı yiyen kisinin yüzü sapsarıdır. Ayagı tutmaz kalbi helacana ugrar. Nerede yol, yol olan göklerin
gıdası nerede bu?
O, gıda devletin has kullarına mahsustur. O, bogazsız âletsiz yenir.
Günesin gıdası, Ars nurundandır, hasetçinin, Seytan’ın gıdası fers dumanından!
Allah, sehitler için “ Onlar rızıklanırlar” buyurdu. O, gıda için ne agız vardır, ne tabak!
Gönül, her dosttan bir gıda ile gıdalanır, her bilgiden bir lezzet alır.
1090. Her insanın sureti,bir kâseye benzer.Göz de suretinin mânasına ait bir duygu âletidir.
Herkesin yüzünden bir sey yemekte, her bulustugundan bir sey almaktasın.
Yıldız, yıldızla kırân etti mi mutlaka her ikisine uygun bir sey dogar.
Erkekle kadının bulusmasından çocuk dogdugu gibi,tasla demirin birlesmesinden de kıvılcım meydana gelir.
Topragın, yagmurla kırânı, meyveleri, yesillikleri, çiçekleri bitirir.
1095. nsan, yesillige baksa gönlü hoslanır,gamı gider, neselenir.
Canımız neselenirse bizden iyilikler, ihsanlar dogar.
Güzelce, diledigimiz gibi gezdik, eglendik mi karnımız acıkır, istahımız artar.
Rengin kızarması karanlıktandır.Kan da hos ve gül renkli günestendir.
Renklerin en güzeli kırmızı renktir. O renk de günestendir, günesten meydana gelir.
1100. Zuhale karîn olan her yer çoraklasır, oraya ekin ekilemez.
Bir seyin bir seyle birlesmesi,kuvvetin halindeki fiili meydana çıkarır; Seytan’ın münafıkla birlesmesi gibi.
Bu mânalara, dokuzuncu kat gökten yüce derecesiz dereceler, mekânsız yücelikler vardır.
Halkın makamı, derecesi ariyettir. Fakat Emir Âlemi olan Melekût diyarının makam ve derecesi aslidir.
Halbuki halk, makam ve derece için asagılıklara katlanır,bayagı hallere düser, yücelik ümidiyle horluktan
lezzet alır,hoslanır!
1105. On günlük yücelik için zilleti çekerler, gam ve gussa ile boyunlarını ig gibi ipince bir hale korlar.
Nasıl oluyor da benim bulundugum yere, bu yücelikten aydın günes oldugum mekâna gelmiyorlar?
Günesin dogdugu yer, kapkara bir burçtur. Bizim günesimizse dogu yerlerinden dısarıdır!
Onun dogdugu yer, zerrelerine nispetle dogu yeridir. Halbuki zatı ne dogar, ne dolunur!
Onun arta kalan zerreleri olan bizler de iki cihanda gölgesiz bir günesiz.
1110. Ne sasılacak sey! Böyle oldugu halde yine Sems’in etrafında dönüp dolasmaktayım. Buna sebep de yine
Sems’in ısıgı, aydınlıgı!
Sems, hem sebepleri, vesileleri meydana getirmede, hem de sebepler, vesileler ona erisememekte!
Yüz binlerce defa ümidimi kestim. Kimden mi? Sems’ten. Buna inanır mısınız?
Ben günesten ümidimi keseyim, balık suya sabretsin! Bu sözüme inanma sakın!
Ümitsizlige düsersem ümitsizligimde günesin isidir, onun tecellisidir ey Hasan!
1115. Sanat, nasıl olur da sanatkârdan ayrılır? Hiç var olan,varlıktan baska bir yerde otlar mı?
Bütün varlıklar bu bahçede yayılır…ster Burak olsun, ister Arap atları, ister esek!
Fakat bu hareketlerin bu denizden oldugunu görmeyen, her an yeni bir mihraba yüz çevirir.
O, tatlı denizden acı su içe, içe nihayet o acı su, gözünü kör etmistir.
Deniz “ Ey kör, benden sag elinle su iç de gözün açılsın” der.
1120. Burada sag el, hüsnü zandır. Çünkü iyinin, kötünün nereden geldigini hüsnü zan bilir.
Ey mızrak, seni bir döndüren var. O yüzden bazen dümdüz dikilmekte, bazen iki kat olmus gibi egilmektesin.
Semsettin’in askıyla tırnagımız yok ki. Yoksa bu körün güzünü açardık!
Ey Hak ziyası Hüsâmettin; sen hasetçinin gözünün körlügüne ragmen hemen yürü, onun illetini tedavi et!
Senin ilâcın çabucak tesir eden ululuk tutyası, eseri mutlaka görülen karanlıklar dagıtıcı bir ilâçtır.
1125. O ilâç, bir körün gözüne konsa yüzyıllık zulmeti derhal giderir.
Hasetçiden baska bütün körleri tedavi et! Fakat seni inkâr eden hasetçiyi tedavi etmek.
Hattâ, sana haset eden ben bile olsam, bırak, can çekisip durayım, sakın can bagıslama.
Günese haset eden, günesin varlıgından incinen kisi yok mu?
Ah, iste sana devası olmayan illet. O adam kördür, kör! ste sana ebediyen kuyunun ta dibine düsmüs kalmıs
bir kisi!
1130. O ezeli günesi yok etmek ister, fakat söyle, bu muradı nasıl olur da yerine gelir, imkan var mı?
Dogan’ın viranede baykuslar içine düsmesi
Dogan diye, dönüp tekrar padisaha gelen dogana derler. Yolunu kaybeden kör dogandır.
Bir dogan, yolunu kaybetti, bir viraneye düstü, Baykusların arasıda kaldı.
O rıza nurundandı, bastanbasa nurdu; fakat kaza ve kader çavusu, gözünü kör etti;
Gözüne toprak saçtı, onu yoldan sapıttı, viranede baykuslar arasına ugrattı.
1135. Padisahtan ayrı düsmesi söyle dursun, baykuslar, basına vurmaga, güzelim kanatlarını yolmaya
basladılar.
Baykuslar arasına “Kendinize gelin; dogan yerinizi, yurdunuzu almaya geldi” diye bir velveledir düstü.
Mahalle köpekleri gibi hepsi de kızgın, korkunç bir halde garip doganın basına üsüsüp hırkasını çekistirmeye
basladılar.
Dogan, “ Ben baykuslara lâyık mıyım? Baykuslara bunun gibi yüzlerce virane bagısladım.
Ben burada kalmak istemem, padisaha dönmek isterim.
1140. Tasalanıp kendinize kıymayın. Ben burada durmam vatanıma giderim.
Bu harabe, sizin gözünüze hos bir yer görünüyor, bana degil. Benim naz ettigim yer, padisahın koludur”
diyordu.
Baykus ise “ Dogan sizi evinizden, barkınızdan etmek için hileye sapıyor.
Hile ile bizi yurdumuzdan ayırmak, yuvamızdan etmek niyetinde.
Bu hileci tokluk gösteriyor ama Allah hakkı için bütün harislerden beterdir.
1145. Hırsından balçıgı pekmez gibi yer. Ayıya kuyrugunuzu kaptırmayın.
Bizim gibi saf kisileri yoldan çıkarmak için padisahtan, padisahın elinden dem vurmakta.
Bir kuscagız, hiç padisahla düsüp kalkar mı? Bir parçacık aklınız varsa dinlemeyin bu sözü,
O, padisahın cinsinden mi, vezirin cinsinden mi? Hiç sarımsakla badem helvası yenir mi?
Padisah, adamlarıyla beni arıyor demesi de hilesinden, fendinden.
1150. Bu, kabul edilmeyecek bir malihulya. Bu, olmayacak bir lâf, ahmak aldatmak için kurulmus bir tuzak!
Kim buna inanırsa ahmaklıgından inanır . Zayıf bir kuscagızın padisahla ne münasebeti olabilir?
En asagı bir baykus , onun beynine vursa ona padisahtan yardımcı gelecek ha! Hani, nerede?” demekteydi.
Dogan dedi ki: “ Benim bir tüyüm bile kopsa padisah, baykus yuvasının kökünü kazır.
Baykus kim oluyor ki? Bir dogan bile beni incitir, gönlümü kırar, bana cefa ederse,
1155. Padisah; her yokusta her iniste dogan baslarından harmanlar yapar, tepeler yüceltir.
Benim bekçim, onun inayetleridir. Nereye varırsam padisah arkamdadır.
Hayalim, padisahın gönlündedir. O, bensiz duramaz.
Padisah beni uçurunca onun ziyası gibi gönül yücelerinde uçarım.
Ay gibi günes gibi uçup gök perdelerini asarım.
1160. Akılların aydınlıgı, benim fikrimden; göklerin halk edilmesi, benim yüzümdendir.
Öyle bir doganım ki Hüma bile bana hayran olur. Baykus kim oluyor ki sırımı bilsin.
Padisah, benim kurtulmam için zindanı açtı, Yüz binlerce mahpusu azadetti.
Bir zamancagız beni baykuslara hemdem etti de benim yüzümden baykusları doganlastırdı.
Ne mutlu o dogana ki uçusuma uyar; talihi yâr olur da sırrımı anlar.
1165. Bana yapısın da dogan olun, baykussanız bile doganlasın!
Böyle bir padisaha sevgili olan nereye düserse, düssün, nasıl olur da garip olur.?
Padisah kimin derdine derman olursa o, ney gibi feryat eder, sessiz sedasız kalmaz.
Ben mülk sahibiyim, baskasının sofrasına oturup yemegini yemiyorum. Padisah, uzaktan benim davulumu
çalmakta,nöbetimi vurmakta.
Benim davulumu dögen “rciî” sesidir. Benimle dâvaya girisenlerin ragmine sahidim, Allahdır.
1170. Padisahın cinsinden degilim, hâsa… bunu iddia etmiyorum. Fakat onun tecellisiyle, onun nuruna sahibim.
Cins olus, sade sekil ve zat bakımından degildir. Su, nebatta topragın cinsinden sayılır.
Rüzgâr, atesi yaktıgı, yanmasına yardım ettigi için rüzgârın cinsi demektir. Nihayet sarap,tabiata nese
verdiginden onun cinsidir.
Cinsimiz, padisah cinsinden olmadıgı için varlıgımız onun varlıgına büründü, yok oldu.
Varlıgımız kalmayınca da tek olarak onun varlıgı kaldı. Ben onun atının ayagı önünde toz gibiyim, toz gibi!
1175. Can da, canın nisaneleri de toprak oldu. Toprakta onun ayak izi var.”
Bu izi bulmak için ayagı altında toprak ol ki bası dik kisilerin tacı olasın.
Sizi seklimin aldatmaması için sözümü dinlemeden sarabımı için, mezemi yiyin.
Nice kisiler var ki suret, onların yolarını kesti. Surette kastettiler, Allah’a çattılar.
Bu can da, bedenle birlesmistir ya. Fakat hiç can bedene benzer mi?
1180. Göz nuru iç yagıyla es olmustur, gönül nuru bir katre kanda gizli.
Nese cigerin kızılındandır, gam karasında; akıl bir mum gibi beynim içinde.
Bu alâkadar keyfiyetsiz bir tarzdadır. Akıllar, bu keyfiyetsizligi bilmede âcizdir.
Külli can, cüzi cana alâkalandı; can ondan bir inci alıp boynuna koydu.
Meryem nasıl gönüller alan Mesih’e gebe kaldıysa can da onun gibi koynuna aldıgı o inciden gebe kaldı.
1185. Fakat o Mesih, kuru ve yas üstünde, yeryüzünde seyahat eden Mesih degildir. O Mesih’in sanı seyahatten
yücedir.
Can, canlar canından gebe kaldı ya. ste cihan, böyle candan gebe kalır.
Cihan da baska bir cihan dogurur. Bu mahser de baska bir mahser gösterir.
Kıyamete kadar söylesem, saysam bu kıyameti anlatamam.
Bu, sözler, mâna bakımından “ Yarab” nidasına benzer. Harfler, bir tatlı dudaklının nefesini avlamaga tuzaktır.
1190. Kulun “Yarab” sözüne Allahnın “Lebbeyk” cevabı geldikten sonra, nasıl olur da “ Yarab” demekte kusur
eder?
Fakat bu “ lebbeyk” öyle bir “Lebbeyk” tir ki onu isitemezsin ama bastan asagıya kadar bütün vücudunla
tadabilirsin.
Susuz birisinin duvarın üstünden ırmaga tas,topaç atması
Bir ırmak kıyısında yüksek bir duvar vardı. Duvarın üstünde dertli bir susuz duruyordu.
Suya erismesine o duvar mâniydi. Susuz adam, âdeta su için balık gibi çırpınmaktaydı.
Birden suya bir kerpiç parçası attı. Suyun sesi bir göz gibi kulagına geldi.
1195. O ses, tatlı bir sevgilinin sesi gibiydi. O ses, adamı sarap gibi sarhos etmisti.
O minhetlere düsmüs adam, suyun temiz sesinden hoslanıp duvardan kerpiç kopararak suya atmaya basladı.
Su sanki “Ey adam, bana tas atmadan ne fayda elde ediyorsun ki?” diye bagırmaktaydı.
Susuz dedi ki. “ Ey su, iki fayda var. Onun için ben bu isten el çekmem.
Birinci fayda su: Su sesini duymak, susuzlara rebap dinlemek gibi.
1200. Su sesi srafil’in sesine benziyor. Ölü bile bu sesten hayat bulmada.
Yahut bu ses, bahar günlerindeki gök gürültüsü sesini andırıyor.
Bu ses yüzünden baglar, bahçeler, ne kadar güzellesiyor, çiçeklerle dolar.
Yahut yoksula zekât zamanını geldigi söylenmis, mahpusa kurtulus müjdesi verilmis gibi.
Muhammet’e Yemen’den gelen ve agızsız söylenen Rahman nefesine.
Yahut âsilere sefaate gelen Ahmed’in,
1205. Yahut da zayıf Yakub’un canına erisen güzel ve lâtif Yusuf’un kokusuna benziyor.
Öbür faydası da duvardan koparıp tertemiz suya attıgım her tas, her kerpiç parçası,
Yüksek duvarı biraz daha alçaltıyor, her defasında duvar biraz daha inmis oluyor.
Duvarın alçalması, suya yaklasmama sebep olmakta.Duvarın ortadan kalkması vuslata çare bulmakta.”
Duvardaki o tasları, kerpiçleri koparmak “Secde et de yaklas” âyetindeki yakınlıgı mucip olan secdedir.
1210. Duvarın boynu yüksekken bu bas indirmege mânidir.
Bu toprak bedenden kurtulmadıkça Âbıhayata secde edemem.
Duvar üstündekilerden en fazla susuz kimse; tası, topacı en çabuk koparıp atan da odur.
Suyun sesine en fazla âsık olan duvardan en büyük tası koparıp atar.
O adam, suyun sesinden, âdeta bogazına kadar saraba batmısçasına neselenir.
Yabancı kisi ise kerpicin suya düsünce bluk diye çıkardıgı sesten baska bir sey duymaz.
1215. Ne mutlu o kisiye ki gençlik çagını ganimet bilir de borcunu öder.
Kudretli oldugu günlerde sıhhatli, güçlü, kuvvetli bulundugu zamanlarda bu isi basarır.
Çünkü gençlik çagı, yemyesil,terütaze bir bahçe gibi esirgemeksizin meyveleri yetistirir.
Genç adamın kuvvet ve sehvet çesmeleri akıp durur. Bedenin zeminini onlarla yesertir.
Gençlik; mamur, tavanı adamakıllı yüksek, dört duvarı sapasaglam bir eve benzer.
1220. Ne mutlu o kisiye ki ihtiyarlık günleri gelip çatmadan, boynunu liften yapılmıs iple baglamadan…
Toprak çoraklasıp akmadan, kaymadan isini basarmıstır. Çünkü çorak yerden güzel nebatat asla yetismez.
htiyarın gücü, kuvveti kesilir, sehvet suyu akmaz olur. Kendisinden de faydalanmaz, baskalarına da faydası
dokunmaz.
Kasları eyer kuskunu gibi asagı düser, gözü yasarır, görmez olur.
Yüzü burusur, kertenkele sırtına döner. Söz söyleyemez, tat alamaz olur, disleri bir sey kesmez bir hale gelir.
1225. Gün geçip gitmis, aksam çagı gelip çatmıs,les gibi beden topallamakta, yolsa uzun.. s görülecek yer yıkık
is isten geçmis..
Kötü huyların kökleri kuvvetlenmis, onu kökünden söküp çıkarma kuvveti de azalmıs!
Valinin,yola diken ekene “Yola diktigin dikenleri sök” diye emir vermesi
Bu is, o tatlı sözlü, fakat kötü huylu adamın yol üstüne diken dikmesine benzer.
Yoldan geçenler ona darılmaya basladılar, bu dikenleri sök diye bir hayli söylediler, fakat fayda etmedi.
Her an o dikenler çogalmakta, halkın ayagı dikenler yüzünden kanamaktaydı.
1230. Halkın elbisesi dikenlerden yırtılmakta, yoksulların ayakları paramparça olmaktaydı.
Vali, ona “Mutlaka bunları sök” dedikçe. “ Evet, bir gün sökerim” diyordu.
Bir müddet “Yarın, yarın” diye vâde verip durdu. Bu müddet için de diktigi dikenler köklesti, kuvvetlendi.
Vali, bir gün “ Ey va’din de durmayan, beri gel, emrettigimiz isi sürüncemede bırakma” dedi.
Adam dedi ki: Babacıgım, bir hayli gün var, bugün olmazsa yarın!”Vali “ Hayır,acele davran, isi savsaklama.
1235. Sen bu isi yarın görürüm diyorsun ama sunu bil ki gün geçtikçe,
O dikenler daha ziyade yeseriyor, dikeni sökecek de ihtiyarlayıp âciz bir hale geliyor.
Diken kuvvetlenmekte, büyümekte, diken sökecekse ihtiyarlamakta, kuvvetten düsmekte.
Diken her gün, her an yeserip tazelenmekte.Diken her gün perisan bir hale gelmekte, kuruyup kalmakta!
O daha ziyade gençlesiyor, sen daha fazla ihtiyarlıyorsun. Çabuk ol, zamanını geçirme” dedi.
1240. Her kötü huyunu bir diken bil; dikenler kaç keredir senin ayagını zedelemekte.
Nice defalardır kötü huyunu bir diken bil; Dikenler kaç keredir senin ayagını zedelemekte.
Nice defalardır kötü huydan perisan bir hale düstün. Fakat duygun yok ki. Pek duygusuzlastın.
Çirkin huyundan baskalarını ,zarara soktugundan baskalarına mazarrat verdiginden,
Gafilsen hiç olmazsa kendi yaraladıgını bilirsin ya. Sen hem kendine azapsın, hem baskalarına!
Ya baltayı al, ercesine vur, Ali gibi bu Hayber kapısını kopar.
1245. Yahut bu dikeni gül fidanına ulastır, sevgilinin nurunu nâra kavustur?
Da onun nuru senin atesini söndürsün; vuslatı, dikenini gül bahçesi haline getirsin.
Sen cehenneme benziyorsun, o ise mümindir. Mümine atesi söndürmek imkânı var .
Mustafa, cehennemin sözünü naklederek buyurdu ki: “ Cehennem, korkusundan mümine yalvararak,
“Padisahım, çabuk geç, Nurun, atesimi söndürecek” der.
1250. Su halde atesi helâk eden, müminin nurudur. Çünkü bir seyi zıddından baska bir seyle gidermek
imkânsızdır.
Adalet gününde ates, nurun zıddıdır, zira, ates kahırdan meydana gelmedir, nur, ihsan ve fazıldan.
Atesin serrini defetmek istiyorsan atesin gönlüne rahmet suyunu saç!
O rahmet suyunun kaynagı mümindir.Âbıhayat , ihsan sahibinin pâk ruhudur.
Nefsin ondan kaçmakta. Çünkü sen atestensin, o su, ırmak suyu.
1255. Ates, sudan söndügündendir ki sudan kaçmaktadır.
Senin duygun, fikrin hep atesten. Seyhin duygusu ve fikri ise o güzel nur.
Onun nur suyu atese damladı mı atesten cız ,cız sesi çıkmaya baslar.
O cızladıkça sen ona “ Öl, bit” de ki, bu nefis cehennemin sönsün.
Sönsün ki senin gül bahçeni yakmasın; senin adalet ve ihsanını söndürmesin.
1260. O söndükten sonra ne dikersen biter… Lâleler , ak güller, marsamalar çıkar.
Yine dogru yoldan alabildigine gidiyoruz. Hocam, dön geri, yolumuz nerede?
Sunu anlatıyorduk: Hasetçi adam, senin esegin topal, konak yeri de adamakıllı uzak.
Yıl geçti, ekin vakti degil. Yüz karalıgından, kötü isten baska da mahsul yok.
Ten agacına kurt düstü. Onu söküp atese atmak lâzım.
1265. Yolcu, kendine gel, kendine… vakit geçti, ömür günesi kuyuya dogruldu.
Bu iki güncegizinde olsun, kuvvetin varken kocalıgını Hak yoluna sarf et.
Elinde kalan su kadarcık tohumu olsun ek de bu iki anlık müddetten uzun bir ömür bitsin.
Bu aydın çırag sönmeden kendine gel de hemen fitilini düzelt, yagını tazele.
Yarın yaparım deme. Nice yarınlar geçti.Ekin zamanı tamamıyla geçmesin ,agâh ol!
1270. Nasihatimi dinle: Ten , kuvvetli bir bagdır. Yeniyi istiyorsan, eskiden soyun!
Dudagını yum, altın dolu avucunu aç. Ten nekesligini bırak, cömertligi ele al.
Cömertlik, sehvetleri, lezzetleri terk etmedir. Sehvet yüzünden düsen kalkmamıstır.
Bu cömertlik, cennet selvisinin bir dalıdır. Yazıklar olsun böyle bir dalı elinden bırakana.
Bu heva ve hevesi bırakma, sapasaglam bir iptir.Bu dal, canı göge çeker.
1275. Ey güzel yollu, cömertlik dalı seni yukarı çeke, çeke aslına eristirdi mi,
Güzellik Yusuf’un, bu âlem kuyu gibidir. Bu ip de Allah emrine sabretmedir.
Ey Yusuf, ip sarktı, iki elinle yapıs. pten gafil olma, vakit geçiyor.
Allahya hamdolsun ki bu ipi sarkıttılar, fazıl ve rahmeti birbirine kattılar.
Bu ipe yapıs da yeni bir can âlemi apasikar, fakat görünmez bir âlem göresin.
1280. Hakikatte yok olan su cihan var gibi görünmekte, hakikatte var olan cihan da adamakıllı gizlenmede.
Rüzgâr esti mi toz toprak görünür, uçup savrulur, rüzgâr görünmez. Toz toprak kendisini gösterir, rüzgâra
perde olur.
Zâhiren is isleyen, hakikatte issizdir, deriden ibarettir. Gizli olan içtir; asıl odur.
Toprak, rüzgârın elinde bir alete benzer. Asıl topragı yüce ve tabiatı yüksek bil.
Topraga mensup gözün bakısı da topraga düser. Rüzgârı gören göz baska bir çesittir.
1285. Atı at bilir; at, atın esitidir.Binicinin ahvalini de binici bilir.
Duygu gözü attır, binici Hak nuru. Binici olmadıkça at, zaten ise yaramaz ki.
Su halde ata terbiye ver, kötü huyunu terk ettir. Yoksa padisah onu kabul etmez.
Atın gözüne yol gösteren, padisahın gözüdür. Padisahın gözü olmadıkça at, bir sey göremez.
Atların gözleri, ottan, otlaktan baska bir yerde degildir. Onları buralardan baska nereye çagırsan “ gelmem,
niye geleyim” derler.
1290. Allah nuru, duygu nuruna binmistir de ondan sonra can, Allahya ragbet etmistir.
Binici olmayan at yol gitmeyi ne bilir? Dogru ve ana caddeyi bilmek için padisah lâzım.
Nuru, binici olan duyguya dogrul. O onur, duyguya ne güzel bir sahiptir.
His nurunu bezeyen, Allah nurudur. Bu suretle “Nur üstüne nur” âyetinin mânası zuhur eder.
His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmagına götürür.
1295. Çünkü duygularla idrak edilen âlem, çok asagılık bir âlemdir. Allah nuru bir denizdir, duygu ise bir çig
tanesi gibi.
Fakat duyguya binmis olan meydanda degildir, iyi eserlerinden, güzel sözlerinden baska bir sey görünmez.
Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber gözlerin karasında gizlidir.
Öfkenden sen duygu nurunu bile görmüyorsun, dine mensup nuru nasıl görürsün?
Duygu nuru, bu kadar kesafetiyle beraber gizli olursa ap-arı olan bir ısık nasıl olur da gizli olmaz?
1300. Bu cihan, gayp rüzgârının elinde bir saman çöpüne benzer,tamamıyla âcizdir. Gayp âleminin dilegi,
Onu gâh yüceltir, gâh alçaltır. Gâh dogrultur, gâh kırar.
Gâh saga götürür, gâh sola… gâh gül bahçesi haline kor, gâh diken haline.
El gizlidir, yazı yazan kalemi gör. At oynayıp segirtmekte, binici meydanda degil.
Fırlayıp giden oka bak, yay gizli. Canlar meydanda da canların canı görünmüyor.
1305. Oku kırma. O padisah okudur. Yaydan çıkan ok degildir, her seyi bilenin sastından atılmıstır.
Hak, “ Mâ remeyte iz remeyte” dedi. Allah’nın isi, bütün islere örnektir, misaldir.
Kendi kızgınlıgını kır, oku kırma. Senin kızgın gözün sana sütü kan gösterir.
O kanlara bulanmıs, senin kanınla ıslanmıs oku alıp öp de padisaha götür.
Meydanda olan âcizdir, baglanmıstır, zebundur. Görünmeyense pek kuvvetli ve galip.
1310. Biz avlardan ibaretiz, kimin böyle bir tuzagı var? Çevgânın önünde toplardan baska bir sey degiliz,
çevgânı idare eden nerde?
Yırtıyor, dikiyor, nerde bu terzi? Üflüyor, yakıyor, nerde bu atesi yakan?
Bir an içinde sıddıkı kâfir eder, bir an içinde zındıkı zâhit.
Onun içindir ki ihlâs sahibi, varlıgından tamamıyla halâs olmadıkça tuzaga düsmek tehlikesindedir.
Çünkü yoldadır, yol kesicilerse sayısız.Ancak Allah amanında olan kurtulur.
1315. Aynası tamamıyla arınmayan, henüz ihlâs sahibidir. Kus tutmayan henüz avla mesguldür.
Fakat ihlâs sahibini Allah ihlâs makamına ulastırırsa ihlâs sahibi kurtulur, emniyet makamına varır.
Hiçbir ayna yoktur ki ayna olduktan sonra tekrar demir haline gelsin. Hiçbir ekmek yoktur ki tekrar
harmandaki bugday sekline dönsün.
Hiçbir üzüm tekrar dönüp koruk olmaz. Hiçbir olmus meyve tekrar turfanda haline gelmez.
Pis, ol da bozulmadan kurtul. Yürü, Burhan-ı Muhakkık gibi nur ol.
1320. Kendinden kurtuldun mu tamamıyla Burhan olursun. Kul yok oldu mu sultan kesilirsin.
Bunu apaçık görmek istersen Salâhaddin gösterdi, gözleri görür bir hale getirdi, açtı.
Allah nuruna sahip olan her göz, fakrı onun gözünden dersler verir.
Seyh, Allah gibi aletsiz isler görür. Müritlere sözsüz dersler verir.
Gönül, onun elinde mum gibi yumusaktır. Mührü, gönle gâh ayıp, gâh seref damgasını basar.
1325. Mumundaki mühür,bir yüzüge âlamettir, onu hatırlatır, ya asıl o yüzük de ki nakıs kimin âlametidir, kimi
hatırlatmaktadır?
O nakıs, efkârının her halkası, öbürüne geçmis, bu suretle birbirine zincirlenmis olan o Zerger’in fikrini anlatır.
Gönül daglarındaki bu ses kimin? Bu dag, gâh sesle dopdolu, gâh bombos ve sessiz.
Ev sahibi, nerde olursa olsun hâkim ve üstatdır,yaptıgı is yerli yerindedir. Bu gönül dagı, onun sesinden hâli
kalmasın!
Dag vardır, sesi iki misli aksettirir… Dag vardır, yüz misli.
1330. Dag; o sesten ,o sözden yüz binlerce halis ve sâf kaynaklar sızdırır.
Fakat dagdan o lütûf kesildi mi sular, kaynaklarında kan kesilir.
O kadehi kutlu padisahlar padisahı yüzünden Tûr dagı lâl haline geldi.
Dagın cüzileri canlandı, akıllandı. Ey halk biz bir tastan da asagı mıyız ki ?
Ne candan bir çesme cosmakta, ne beden yesiller giymis ruhanilere katılmakta…
1335. Onda ne bir istiyak sahibinin sesi var, ne sâkinin bir yudum sarabının nesesi!
Nerde hamiyet ki böyle bir dagı; keserle, çapayla, neyle olursa kökünden yıksın.Belki cüzilerine bir ay parıltısı
vurur, belki ay ısıgı, ona yol bulur!
Kıyamette daglar yerlerinden sökülecek… Senin bir davranman da ne vakit böyle bir keremde bulunacak?
Bu kıyamet, o kıyametten nasıl olur da asagı sayılır? O kıyamet yaradır, bu, merheme benzer.
1340. Bu merhemi gören yaradan kurtulmustur. Bu güzelligi gören kötü kisi bile ihsan sahibidir.
Ne mutlu o çirkine ki güzele es, arkadas oldu; vah esi kıs olan gül yüzlüye!
Ölmüs esek cana es olunca dirilir, canın ta kendisi olur.
Kara odun atese es olur, karalıga gider, bastan basa nur kesilir.
Ölmüs esek tuzluya düsünce esekligi, murdarlıgı bir tarafta kalır.
1345. Allah gününün rengi Allah boyasıdır. Onda her sey bir renge boyanır.
Birisi küpe düsse de sen, ona kalk desen nesesinden “ Beni kınama. Küp benim” der.
O “ Ben küpüm” demek “ Ben, Hakkım” demektir. Demir demirdir ama ates rengine girmis, o renge
boyanmıstır.
Demirin rengi, atesin renginde mahvolmustur. Sükût eder gibi görünmekle beraber ates oldugundan da dem
vurmaktadır.
Madendeki altın gibi kızarınca sözü; agızsız, dudaksız “ Ben atesim” sözüdür.
1350. Atesin rengiyle, atesin tabiatıyla ululanmıstır da der ki: “ Ben atesim ,ben ates!
Sen süpheye düssen de ben atesim, istersen bir tecrübe et, elini sür.
Ben atesim, eger süphe ediyorsan bir an olsun yüzünü bana koy ! ”
Âdemoglu, Allah’dan nurlanırsa seçilir de meleklerin mescudu olur.
Canı melek gibi azgınlıktan ve süpheden kurtulan kisi de âlemde secde eder.
1355. Ates nedir, demir nedir? Dudagını yum. Bu benzetiste bulunanla alay etme.
Ayagını denize pek basma, denizden çok bahsetme… dudagını ısırarak susup kıyısında dur!
Benim gibi yüzlercesi bile denize tahammül edemezler. Fakat yine de denizde bogulmaktan korkmuyor, ona
dalmadan duramıyorum.
Canım da denize feda olsun, aklım da. Canın da kan diyetini bu deniz vermekte, aklın da.
Ayagım oldukça denizde yürürüm, ayagım kalmazsa yine su kusları gibi denize dalarım.
1360. Huzur da bulunan bîedep kisi huzurda bulunmayan kisiden daha hostur. Halka da egridir ama nihayet
kapıda degil mi?
Ey teni bulasmıs, pislesmis kisi, havuz kenarında dön dolas. nsan, havuzun dısındayken nasıl temizlenir?
Havuzdan uzak düsen kisi nasıl temiz olur? O adam bâtın temizliginden bile uzak düsmüstür.
Bu havuzun temizliginin haddi yoktur. Cisimlerin temizligi ise pek az bir miktarda olabilir.
Çünkü gönül havuzdur ama gizli. Bu havuzun, denize gizli bir yolu var.
1365. Senin muayyen miktardaki temizligin yardım ister. Yoksa sayılı sey harcandıkça azalır.
Su, pis adama “ Bana kos” der. Pis adamsa “ Sudan utanıyorum” der.
Su der ki: “ Bu utanma, bensiz nasıl zail olur, bu pislik, bensiz nasıl temizlenir?”
Bulasık ve pis adam; sudan utanır, gizlenirse bu utanma, “Hayâ, imana mânidir” sözünün tahakkukuna sebep
olur.
Gönül, ten havuzunda çamura bulandı ama ten, gönül havuzunda arındı.
1370. Ogul, gönül havuzunun çevresinde olan, ten havuzundan sakın!
Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitisiktir, fakat aralarında bir berzah var, birbirlerine karısmazlar.
ster dogru ol, ister egri. O gönül havuzuna dogru gel, geri kalma.
Padisahların huzurunda can tehlikesi var ama himmetleri yüce kisiler can korkusu yüzünden padisahtan
çekinmezler.
Padisah, sekerden daha tatlı olunca canın tatlılıgına gitmesi de daha hos, daha dogru.
1375. Ey beni kınayan, sen sag esen ol. Ey selâmet arayan, sen beni bırak!
Benim canım ocaktır, atesten hoslanır, ocaga ates yurdu olmak yeter.
Bana ocak gibi aska yanmak düstü. Bundan kör olansa zaten ocak degildir.
Azıksızlık azıgı sana azık olursa baki olan canı buldun,ölümden kurtuldun demektir.
Gamdan nese artmaya basladı mı can bahçen güllerle, süsenlerle dolar.
1380. Baskasının korktugu seyler, sana emniyet verir. Su kusu, denizden kuvvet bulur, ev kusuysa perisan olur.
Ey tabip, ben; yine divane oldum.. Sevgili, ben yine kara sevdalara ugradım.
Zincirinin halkalarından her halkanın baska, baska fenleri var. Her halka, baska bir delilik vermede.
Her halkanın eseri, baska, baska fenler. Onun için her an baska deliliklerim var.
Darbı meseldir, delilikler; fen, fen , çesit çesittir. Hele böyle ulu bir beyin zincirine baglanmıs kiside olursa!
1385. Bagımı, öyle bir divanelik kopardı ki bütün divaneler bana nasihat verirler!
Zünnun’un hatırını sormak üzere dostlarının tımarhaneye gelmeleri
Bu çesit delilik, Zünnun’u, Mısri’nin de basına geldi. Onda yeni ,yeni coskunluklar, cezbeler meydana
gelmekteydi.
Coskunlugu âdeta gögün üstüne erisecek bir dereceyi buluyor, cigerler acısı bir hale geliyordu.
Kendine gel ey çorak toprak, kendi coskunlugunu bu ise sahip olan temiz kisilerin coskunlugu ile bir tutma!
Halk onun deliligine tahammül edemez bir hale geldi.Atesi, âdeta halkın sakalını tutusturmaktaydı.
1390. Avamın sakalına ates düsünce onu körlüklerinden, inatlarından tutup bagladılar.
Halk, bu yolda umumiyetle dara düsse de yine yuları geri çekmeye imkân yoktur.
Bu padisahların hepsi, halktan can korkusuna düstüler. Çünkü bu güruh kördür, padisahların da nisanı yok!
Hüküm külhaniler eline geçince nihayet Zünnun zindana düstü.
Bir tek ulu padisah, tek basına atına binmis, gitmekte.. ardına düsen, ona uyan yok. Böyle bir esi bulunmaz
inci, çocukların eline düsmüs.. kadrini bilen anlayan yok.
1395. nci de nedir ki? Bir katrada gizlenmis bir deniz.. bir zerreye sıgmıs günes!
Öyle bir günes ki kendisini zerre gösterdi de yavas, yavas yüzünü açtı.
Bütün zerreler,onda yok oldu. Âlem, onun yüzünden sarhos oldu, onun yüzünden kendisine geldi.
Fakat kalem, bir gaddarın elinde oldu mu süphe yok, Mansur, dâra çekilir.
Bu hüküm, bu hükümet, kötü kisilerin elinde oldukça elbette peygamberleri öldürmek lâzım.
1400. Yol azıtmıs kavim, aptallıklarından peygamberlere “ Biz, sizi som bilmekteyiz. Bize sizin yüzünüzden
kötülük geliyor” dedi.
Hıristiyanların cehaletine bak ki asılan bir Allahdan medet ummaktadır.
Çünkü onlarca sa’yı Yahudiler asmıstır. Peki.. is böyleyse ona kim imdat etsin?
O padisahın yüregi, onların yüzünden kan olunca “ Sen, onların içinde oldukça Allah onlara azap göndermez”
hükmü nasıl olur da sürüp gider?
Hain kalpazandan, halis altınla kuyumcu, daha fazla korkar.
1405. Yusuflar, çirkin kisilerin hasedinden korkup gizlenirler. Güzeller, düsman korkusundan ates içinde
yasarlar.
Yusuflar, kardeslerinin hilesi yüzünden kuyuya düsmüslerdir. Çünkü o kardesler, hasetlerinden Yusuf’u
kurtlara verip dururlar.
Hasetten Mısır Yusuf’unun basına neler geldi? Bu haset, pusuya yatmıs büyük bir kurttur.
Hulâsa halîm Yakup, Yusuf’a bir sey yapmasın diye bu kurttan daima korkar.
Zahiri kurt, Yusuf’un etrafında dönüp dolasmadı. Fakat bu haset, isledigi isle kurtları da geçti!
1410. Bu haset kurdu, Yusuf’u yaraladı da “ Biz onu elbiselerimizin basında bırakmıs, gitmistik, kurt kapmıs”
diye tatlı sözlerle özür serdetti.
Bu hile, yüz binlerce kurtta bile yok Hele dur, bak, bu kurt sonunda nasıl rüsvay olur!
Ondan dolayı herkesin yaptıgı kötülügün zararını görecegi gün hasetçiler, muhakkak kurt seklinde
hasredileceklerdir.
Hırsla dolu asagılık ve haram yiyici kisi, o sayı günü domuz seklinde,
Zina edenler,avret yerleri kokarak, sarap içenler, agızları kokarak dirilirler.
1415. Gönüllerin duydugu o gizli koku, mahserde açıga çıkar, duyulur.
nsanın varlıgı bir ormana benzer. O deme agâhsan çekin bu varlıktan çekin!
Vücudumuzda binlerce kurt, binlerce domuz.. temiz, pis, güzel, çirkin binlerce sıfat var.
Herhangi huy galipse hüküm, onundur. Maden de altın bakırdan fazlaysa o maden altın sayılır.
Vücudunda hangi huy galipse o huyun suretine göre hasredilmen gerekir.
1420. nsan da bir an olur, kurtluk zuhur eder, bir an olur, ay gibi Yusuf yüzlü bir güzel haline gelir.
yiliklerle kinler gizli bir yolda gönüllerden gönüllere gidip durmaktadır.
Hattâ insandan, öküzle esek bile bilgi sahibi olur, akıllanır,hüner elde eder.
Serkes at, rahvan bir hale gelir, alısır. Ayı oynar, keçi de selâm verir.
Köpege insanın huyu geçer, nihayet çoban olur, av, avlar yahut sürüyü korur.
1425. Eshabı Kehf’in köpegine onlardan öyle bir huy sirayet etti ki sonunda Allah’yı aramaya koyuldu.
Kalpte her an bir çesit sey bas gösterir.. insan bazen seytanlasır, bazen meleklesir.. bazen tuzak kesilir,
bazen yırtıcı hayvan!
Aslanların bildigi o acayip ormandan, gönüller tuzagına gizli bir yolu bulunan o meselikten,
çten içe hırsızlık et, can mercanını çal! Ey köpekten asagı, âriflerin gönüllerinden o mercanı elde et.!
Madem ki hırsızlık ediyorsun, bari lâtif inciyi çal! Mademki hamallık ediyorsun, bari yüce bir yük yüklen!
Müritlerin, Zünnun’un deli olmayıp mahsustan öyle göründügünü anlamaları
1430. Dostlar Zünnun’un bu isinde düsünceye daldılar, zindana gittiler, bu hal hususunda konusup fikirlerini
söylemeye basladılar:
Dediler ki: “Bunu herhalde kasten yapıyor. Bunda bir hikmet var. O bu dinle bir kıbledir, bir delildir.
Ona delilik hükmetsin, o çaldırsın.. imkân mı var? Böyle bir sey onun deniz gibi hudutsuz aklından ne kadar
uzak!
Hâsa delilik bulutu, onun ayını örtsün.. böyle bir sey onun ulu makamının kemalinden degildir.
O halkın serrinden bir bucaga sindi. Akıllılardan utandı da divane oldu.
1435. Tane tapan sersem akıldan usanmıs da bu yüzden mahsus kendisini deli göstermistir.”
Maden de der ki: “Yigit , beni bagla.. öküz kuyrugundan yapılma kamçı ile basıma, sırtıma vur.. fakat
deseleme!
Kamçı yarasından hayat bulayım.Musa’nın öküzü yüzünden dirilen maktul gibi dirileyim.
Öküz kuyrugundan yapılma kamçının açtıgı yaradan iyileseyim, Musa’nın mucizesiyle dirilen o öldürülmüs
adam gibi canlanayım.
O öldürülmüs adam öküz kuyrugu kamçısının açtıgı yaradan dirildi. Bakır gibi kimya yüzünden altın oldu.
1440. Sıçrayıp kalktı, sırları söyledi, kanını dökenleri gösterdi.
Beni bunlar öldürdü, bu fitnenin tohumunu bunlar ekti diye açıkça söz söyledi.
Bu agır beden de öldürüldü mü sırları bilen ruh varlıgı dirilir.
O adamın canı cenneti de görür, cehennemi de.. bütün sırları da tanır, bilir.
Kanlı seytanları, hile ve hud’a tuzagını ve seytanlıkları gösterir.
1445. Kuyrugunun açacagı yara yüzünden can kurtulsun diye öküz kesmek, yol sartlarındandır.
Sen de tez öküz nefsi tepele de gizli ruh dirilsin, akıllansın.
Onlar, ahvali anlamak üzere Zünnun’un yanına yaklasınca Zünnun onlara bagırdı: “ Hey, kimlersiniz?
Sakının!”
Onlar, edepli, edepli “ Biz dostlardanız. Buraya canla basla hal hatır sormak için geldik.
Nasılsın ey hünerli, marifetli akıl denizi? Akıllı oldugun halde niye kendini deli gösteriyorsun, bu ne bühtan?
1450. Günese külhanın dumanı erisir mi? Anka, kargaya zebun olur mu?
Bizden çekinme, sunu anlat.Biz seni sevenleriz. Bize bu isi etme.
Sevenleri, kendinden uzaklastırmak yarasmaz. Onlardan isi gizlemek onları hileyle aldatmak dogru degildir.
Padisahım, sırrı açıga vur. Ey ay yüzlü, yüzünü bulutla gizleme.
Biz seni seviyoruz,sana sadıgız, âsıgız. ki âlemde de gönlümüzü sana verdik” dediler.
1455. Zünnun, sövüp saymaya basladı, delicesine saçma sapan sözler söyledi.
Sıçrayıp onlara tas topaç yagdırmaya, sopa sallayıp fırlatmaya koyuldu. Hepsi yaralanıp ezilmek korkusundan
kaçtılar.
Zünnun, kahkahayla gülüp basını salladı. Dedi ki: “ Su dostların heva ve hevesine bak.
Dostlara bak! Hani dost olanların nisanesi? Dostlara zahmet can gibi sevimlidir.
Dosta, dostun zahmeti agır gelir mi? Zahmet içtir, ruhtur. Dostluksa onun derisine benzer.
1460. Dostluk nisanesi belâdan, âfetlerden, minhetlerden hoslanmak degil midir?
Dost altın gibidir. Belâ da atese benzer. Halis altın, ates içinde saf bir hale gelir”
Efendisinin Lokman’ı sınaması
Tertemiz bir kul olan Lokman, gece gündüz kullukta çevik ve gayretli degil miydi?
Efendisi, onu ileri tutar, ogullarından üstün görürdü.
Çünkü lokman, filvaki kul ogluydu ama efendiydi, heva ve hevesten hürdü.
1465. Bir padisah, konusma esnasında bir seyhe dedi ki: “ Benden bir sey dile”
Seyh “ Padisahım, bana böyle söylemekten utanmıyor musun? Hele biraz daha yüksel!
Benim iki kulum var. Onlar hor hakîr kisilerdir ama ikisi de sana hükmederler, ikisi de emrederler” dedi.
Padisah “ Bu söz hatalı bir söz. O iki kul kimler ?” deyince ,seyh “ Birisi kızmak, öbürü sehvet” dedi.
Padisahlıktan feragat edeni padisah bil. Onun nuru ayla günes olmaksızın da parlar durur.
1470. Mahzene sahip olan, zatı mahzen olmus kisidir. Varlıga, maglûp olan, varlıga düsman olan kisidir.
Lokman’ın efendisi, görünüste onun efendisiydi ama hakikatte Lokman’ın kuluydu.
Bu ters dünyada benzerler pek çoktur. Onların nazarında bir gevher, çöp parçasından da bayagıdır.
Her çöle, geçip kurtulunacak yer adı verilmistir. Ad ve suret, halkın akıllarına tuzaktır.
Bir güruhu, elbisesi tanıtır. Onu o libasla görünce avamdan derler.
1475. Mürailik sureti de bir güruhun adını zâhitlige çıkarmıstır.Halbuki kendisi riyaya bogulmustur.
Taklitten, kapıp kaçmadan arınmıs nur gerek ki, onu, sözünü dinlemeden, isini görmeden tanısın.
Bu nura sahip olan , akıl yoluyla onun kalbine girer, nakdini görür, nakil ve rivayete baglanmaz.
Gaybı adamakıllı bilen Allahnın has kulları can âleminde kalp casuslarıdır.
Hayal gibi gönle girerler. Gizli sey ve hal, onların önünde apaçıktır.
1480. Serçenin vücudunda ne kuvvet, ne kudret vardır ki sırrı, doganın aklından gizli kalsın?
Allah sırlarına vakıf olan kisinin önünde mahlukatın sırrı nedir ki?
Göklere çıkan adama yeryüzünde yürümek güç gelir mi?
Be zâlim, Davut’un elinde demir mum haline gelir,erirdi, artık onun avucunda mum ne oluyor?
Lokman, kul seklinde bir efendiydi. Kullugu, yalnız zahiri bir görünüsten ibaretti.
1485. Meselâ, efendi tanımadık bir yere giderse kuluna elbisesini giydirir.
Kendisi de o kölenin libaslarını giyer, köleyi kendisine efendi yapar.
Kullar gibi onun ardından yürür. Bu suretle kendisini kimseye tanıtmaz.
Ey kul, sen bas köseye otur. Ben, eski bir kul gibi ayakkabılarını götüreyim.
Sen sertlik et, bana söv, hiçbir suretle agırlama.
1490. Simdi hizmetin, bence bana hizmet etmeyi bırakmadan ibarettir. Ben, bu suretle gurbet diyarında bile
tohumu ekecegim” der.
Efendiler, kendilerini kul sanılsınlar diye kullugu kabul etmislerdir.
Onların gözleri toktur, efendilige doymuslardır, kendilerine lâzım olan isi yapa gelmislerdir.
Halbuki bu heva ve heves kulları, onların aksine kendilerini akıl ve can efendisi gösterirler.
Efendi kulluk edebilir. Fakat kuldan kulluktan baska bir sey zuhur edemez ki.
1495. Sunu bil ki o âlemden bu âleme böyle tersine akseden nice seyler vardır.
Lokman’ın efendisi bu gizli hali biliyordu, ondan bir nisane görmüstü.
Sırrı bildigi için o yol gösterici,is basarmak için esegini güzelce sürmekteydi.
Lokman’ı daha önceden azat ederdi ama hosnutlugunu diliyordu.
Çünkü Lokman’nın muradı buydu. O aslan, o yigit, istiyordu ki kimse sırrına ermesin.
1500. Sırrını kötülerden gizlemen, sasılacak bir sey degil; sasılacak sey kendinden de saklaman,kendinden de
gizlemendir.
Fakat sen, isini gözünden bile gizle de isine kötü göz degmesin.
Kendini ücret tuzagına teslim et de sonra kendinden, kendiligin olmaksızın bir sey çal.
Yaralıya, vücudundan temreni çıkarabilmek için afyon verir, uyuturlar.
Ölüm vaktinde de adama elem ve ıstıraplar verirler. O halde mesgulken canını alıverirler.
1505. Su halde anlıyorsun ya, gönlünü herhangi bir düsünceye verdin mi, gizlice senden bir sey alacaklardır.
Her ne düsünür, her ne elde edersen hırsız, emin oldugun yerden gelip çatmaktadır.
Binaenaleyh bari en iyi ise koyul da hırsız, senden hiç olmazsa en bayagı, en asagı bir seyi alıp götürebilsin.
Tacirin yükü suya düserse ondan daha iyi bir kumasa el atar.
Senin de madem ki suya bir seyin düsecek, mahvolacak.. en asagı seyi terk et de daha iyisini bul.
mtihan edenlerce,Lokman’ın fazilet veferasetinin meydana çıkması
1510. Lokman’ın efendisi, kendisine yemek getirdiler mi, Lokman’a adam gönderip çagırtır,
Önce o yemege Lokman el sunar, efendisi de ondan sonra yerdi.
Bu suretle onun artıgını afiyetle yer, bundan zevk alır, onun yemedigini ise dökerdi.
Hattâ yese bile gönülsüz, istahsız yerdi. ste asıl sonsuz dirlik, birlik budur.
Bir gün Lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye “ Git, oglum Lokman’ı çagır” dedi.
1515. Lokman gelince, efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi. Lokman, o dilimi bal gibi, seker gibi yedi.
Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle karpuzu tekmil
yedi;
Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi “ Bunu da ben yiyeyim; bir göreyim,bakayım, nasıl sey, herhalde tatlı bir
karpuz” dedi .
Çünkü Lokman, öyle lezzetle,öyle zevkle,öyle istahlı,istahlı yiyordu ki görenlerin de istahı geliyordu.
Efendisi, o dilimi yer yemez karpuzun acılıgından agzını bir atestir sardı, dili uçukladı, bogazı yandı.
1520. Bir eyyam acılıgından âdeta kendisini kaybetti. Sonra “ A benim canım, efendim,
Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı, tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın?
Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var?
Niye bir sey söylemedin, niye biraz sabret simdi yiyemem demedin?” dedi.
Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bagıslayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan âdeta iki kat
olmusumdur.
1525. Elinle sundugun bir seye ; ey marifet sahibi; bu acıdır demege utandım.
Çünkü vücudumun bütün cüzileri senin nimetlerinden meydana geldi. Ben senin tanene, tuzagına gark
olmustum;
Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryat edersem vücudumun bütün cüzileri Hak ile yeksan olsun!
Sekerler bagıslayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılıgı hiç bırakır mı?
Sevgiden acılıklar tatlılasır,sevgiden bakırlar altın kesilir.
1530. Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler sifa bulur.
Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padisahlar kul olur.
Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan seylere kapılan kisi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki?
Noksan bilgi nerden askı doguracak? Noksan bilgi de bir ask dogurur ama o ask, cansız seylerdir.
Noksan bilgi sahibi, cansız bir sey de diledigi seyin rengini görünce âdeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymus
gibi olur.
1535. Noksan bilgi, fark ve temyize malik degildir. Nihayet simsegi günes sanır.
Bu yüzden peygamber, noksanı olan kisiye melûn dedi. Fakat bu noksan, tevil de akıl noksanıdır.
Teninde noksan bulunan acınır, acınan kisiye lânet etmek böyle bir adamı yaralamaksa hiç de yarasır bir sey
degil.
Kötü hastalık, lânet edilmesi icap eden, uzaklıga lâyık olan illet, akıl noksanıdır.
Zira noksan akılları tamamlamak, yani akıllanmak mümkündür, fakat bedendeki noksanı tamamlamaya imkân
yok.
1540. Allah’dan uzak düsen her kötü kisinin kâfirligi, Firavunlugu, umumiyetle akıl noksanından ileri gelmistir.
Beden noksanı için Kuran’ da “ Köre teklif yok” diye bir genislik var.
Simsek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır. Sen aydın ve parlak olmayan geçici seyi baki olandan ayırt
edemiyorsun.
Simsek güler o kisiye. Kime biliyor musun ? Onun nuruna gönül baglayana.
Felek nurlarının sonu yoktur. O nurlar, sarkta ve garpta bulunmayan Allah nuruna benzer mi hiç?
1545. Simsek, bil ki göz nurunu alır, baki nur da, bil ki gözlere yardımcıdır.
Deniz köpügü üstüne at sürmekle simsek ziyasıyla mektup okumak,
Hırs yüzünden âkıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir.
Aklın hassası, isin sonunu görmektir. Âkıbeti görmeyen akıl, nefistir.
Nefse maglûp olan akıl, nefis haline gelmistir. Müsteri, Zuhal tesiri altında kalırsa Zuhallesir.
1550. Sen bu yomsuzluk içinde gözünü döndür de sana bu nuhuseti verene bak!
Bu cezirle meddi gören kisi, yomsuzluktan kurtulur, saadete erer.
Allah, bir halden bir hale döndürme esnasında her seyi zıddıyla meydana çıkararak seni halden hale döndürür
durur.
Bu suretle de Eshabı Simalden olmaktan korkar durur, erler gibi de Eshabı Yemin’in lezzetini umarsın.
Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düstün mü iki kanadın olur. Bir kanatlı kus kat’iyen uçamaz, âcizdir.
1555. Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim, yahut da izin ver tamamıyla söyleyeyim.
Yoksa ne bunu istiyor, ne onu istiyorsan yine ferman senin. Kim ne bilir ki maksadın ne, muradın nerede?
Can, brahim canı olmalı ki nuruyla ates içinde cennetler, köskler görsün.
Derece, derece aya, günese kadar yücelsin; halka gibi kapıya kalmasın.
Halil gibi yedinci kat gökten de geçsin.. Çünkü ben batanları, geçenleri sevmem.
1560. Bu ten âlemi, sehvetten kurtulan kisiden baskasını yanılta gelmistir, yanılta gider.
Hüthüdün küçücük vücudunu görünce,Belkıs’ın kalben Süleymen Âleyhisselâm’dangelen haberi ulu
bulması
Belkıs’a yüzlerce rahmet olsun. Allah, ona yüzlerce erkegin aklını vermisti.
Bir hüthüt kusu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup getirdi.
Belkıs okudu. Elçinin getirdigi o sümullü nükteleri hor görmedi.
Gözü, hüthütü gördü, gönlü onun Anka oldugunu anladı. Duygusu onu bir köpekten ibaret gördü, gönlüyse bir
derya.
1565. Nasıl olur da bir görür, ikisini de yetistirmek için zahmet çeker, hele gözü her seyin sonunu görüp
dururken buna imkân mı var?
O iki agaç, filvaki simdi görünüste bir görünüyor ama agaçlardan maksat ne? Meyve vermek degil mi?
Allah nuruyla gören, sondan önden agâh olan seyh;
Âhiri gören gözü Allah ugrunda yummus, menzile ulasma hususunda sonu gören gözü açmıstır.
O hasetçiler, kötü agaçtır.Yarattıkları acı, bahtları kötüdür.
1570. Hasetten cosarlar,agızları köpürür durur, gizlice hileler kurarlar.
Bu suretle has kölenin boynunu vurmak, dünyadan kazımak dilerler.
Canı, padisahın canı olan kisi, nasıl fâni olur? Birisinin gönlünü Allah korursa o adam nasıl yok olur?
Padisah o sıralara vâkıftı, fakat Ebubekr-i Rebabi gibi ses çıkarmıyordu.
Yaratılısları kötü, ahlâkları fena kisilerin gönüllerini görüyor, o testicilerle gizlice alay ediyordu.
1575. Hileciler, hile düzüp kosuyorlar,padisahı çömlege sokmak istiyorlardı.
O kadar büyük bir padisah, a esekler, nasıl bir çömlege sıgar?
Padisah için bir tuzak ördüler ama nihayet bu hileyi de ondan ögrendiler.
Ne kötü talebedir o talebe ki hocasıyla bas kosar, onunla kendisini bir görür.
Hem de hangi hocayla? Huzurunda gizli, asikâr bir olan cihan hocasıyla.
1580. Onun gözü, Allah nuruyla bakmakta, bilgisizlik perdelerini yırtıp yakmaktadır.
O talebe, eski kilim gibi paramparça, delik desik olmus gönülleri bir perde yapıp o hâkimin önüne gerer.
Halbuki o perde bile yüzlerce agzıyla ona gülüp durur.Her agzı hocaya bir delik olmustur. ( deliklerden talebenin
gönlünü seyreder durur.)
Hoca , talebeye der ki; “ Ey köpekten de asagı olan, bana hiç mi vefan yok?
Haydi beni kuvvetli, müsküller halledici bir hoca farz etme, tut ki senin gibi bir talebeyim, senin gibi gönül
gözüm kör.
1585. Fakat canına, gönlüne yardımım da mı dokunmadı? Sana ben olmadıkça bir feyiz bile akmıyor.
Su halde görüyorsun ya, gönlüm, senin bahtının tezgâhı. Be dogru düzen olmayan, bu tezgahı niye kırarsın?
Çakmagı gizlice çakıyorum dersen kalpten, kalbe pencere yok mu ki?
Gönül, nihayet senin fikrini de pencereden görür, andıgın seye sahadet eder.
Tut ki kereminden yüzüne vurmuyor, yüzünü yerlere sürtmüyor, ne söylersen gülüp “ Evet, evet” diyor.
1590. Fakat senin hilene, hud’ana gülmüyor. Kötü huyuna, yaptıgın seylere gülüyor.
Hile edenin görecegi, bulacagı karsılık hileden ibarettir. Büyük testiyi vur kır, küçük testiyi al iç. ste lâyıgın bu!
Eger o senden razı olur, bu yüzden gülerse sana yüz binlerce gül açılır.
Gönlü senden razı olursa bil ki o, Hamel burcunda bir günes kesilir.
O yüzden hem gündüz güler hem bahar.Çiçeklerle yesillikler birbirine karısır.
1595. Yüz binlerce bülbülle kumru ötüsmeye baslar; sessiz cihanı sesle doldurur.
Ruh yapragını sararmıs,kararmıs bir halde görüyorsun da padisahın gazabından yine haberin yok.
Padisahın günesi itap burcunda olunca yüzleri kebap gibi karartır.
O Utarit’in sayfaları , bizim canımızdır; o sayfalardaki beyazlık, karalık, bizim mizanımız.
Sonra ruhları; sevdadan, âcizlikten kurtarsın diye tekrar kırmızı ve yesil bir ferman yazar.
1600. Hulâsa ilkbaharın yazıp çizdigi seyler de kavsikuzah gibi kırmızı ve yesil sayılır”.
Padisah adamlarının o has köleye haset edislerine dair olan hikâyenin sonu
Padisah beylerinin hikâyesi,o ebedî sultan kölelerinin has köleye hasetleri,
Söz, sözü aça, aça hayli geri kaldı. Yine o hikâyeye baslamak, onu tamamlamak gerek.
kbâl sahibi ve bahtlı melek bahçıvan, nasıl olur da agacı agaçtan fark etmez?
Acı ve kötü agaçla, bire yedi yüz meyve veren meyveli agacı.
1605. Akıl, bu iki renkli tılsımlar yüzünden Muhammet’le, Ebucehil’lerin savastıgı gibi duygu ile savasır durur.
Kâfirler, Ahmet’i beser gördüler. Çünkü onun ayı böldügünü görmemislerdi.
Hisse ait gözüne toprak serp. His gözü, akla da düsmandır, dine de.
Allah duygu gözüne kör dedi, putperest dedi, bizim zıddımız dedi.
Çünkü o, köpügü gördü de denizi görmedi. Bu demi gördü de yarını görmedi.
1610. Bu günün sahibi de odur, yarının sahibi de. Her ana sahip olan, önünde durup durur da o, hazineden bir
pul bile görmez.
Bir zere bile o günesten haber verir ve günes; o zerreye kul, köle kesilir.
Birlik denizinin elçisi olan katraya yedi deniz esir olur.
Bir avuç toprak bile onun yüzünden çeviklesirse felekler, o, bir avuç topragın önüne bas koyar.
Âdemin topragı Allahdan çeviklesince Allah melekleri o topragın önünde secde ettiler.
1615. Gögün yarılması nedendi? Toprakla olan münasebeti kaldıran, müskülleri halleden bir gözden.
Toprak, kesafeti yüzünden suyun dibine gider. Öyle oldugu halde topraga bak ki çeviklesti, süratle Arsı bile
geçti.
Bil ki o letafet sudan degildir, ancak Verici ve Essiz, Örneksiz Yaratıcının ihsanından,.
Dilerse havayı, atesi asagılatır, dilerse dikeni gülden üstün eder.
Allah hükmedicidir, diledigini yapar.Derdin ta kendisinden deva yaratır.
1620. Havayı, atesi asagılatırsa onları karartır, bulandırır, agırlastırır.
Yeri ve suyu yüceltirse kâinat yolunu ayaklarıyla arsınlarlar, yürürler.
Gayrı tamamıyla anlasıldı ki diledigini yüceltir, topraga mensup olana “Kanatlarını aç” der.
Atese mensup olana der ki: “ Yürü, blis ol, yedinci kat yerin altında seytanlık et.
Ey topraktan yaratılan adam, sen de yürü, Süha yıldızını bile geç.Atesten yaratılan blis, sen de yerin dibine
git.
1625. Ben dört tabiat ve illet-i slâ degilim. Her seyi tasarruf etmede Baki ve Daimîyim .
sim illetsiz, sebepsiz ve dosdogrudur. Ey kötü düsünceli; takdirim, sebebe baglı olamaz.
Bir vakit olur,âdetimi degistirir.. bir vakit olur, bu tozu yatıstırırım.
Denize “ Durma, hemencecik ateslerle dol” derim. Atese “ Haydi, gül bahçesi kesil” diye emrederim.
Daga derim ki: “ Pamuk gibi hafifles!” Göge derim ki: “Göze bas asagı görün”
1630. Günese “ Ey günes, ayla birles” der, ikisini de iki kara bulut haline getiririm.
Günes çesmesini kurutur, kan çesmesini, sanatımla misk haline getiririm”
Allah, günesle ayın boyunlarına boyunduruk vurur, onları iki kara öküz gibi baglayıverir.
Filozofun “n asbaha mâüküm gavra”yı inkar etmesi
Kuran okuyan biri, Kuran’dan “ Mâüküm gavra” yani “ Suyu kaynagından keser,
Yerin derinliklerinde gizler, kaynakları kurutur, kupkuru bir hale getirirsem,
1635. Benim gibi ihsanda, ululukta misalsiz olan tek Allahdan baska kim vardır ki suyu tekrar kaynagına
getirebilsin?” âyetini okuyordu.
Bir hor, hakîr felsefeci, bir asagılık mantıkçı, mektep yanından geçerken,
Bu âyeti duyup hosuna gitmedi. Dedi ki: “ Suyu külünkle biz çıkarırız.
Belin, kazmanın darbesiyle ta yerin dibinden kaynatırız”
Gece uyudu, rüyada aslan gibi bir adam gördü. O adam felsefeciye bir tokat vurdu. ki gözünü de kör etti.
1640. Dedi ki: “ Ey kötü kisi, eger dogrucuysan, gözün dogruysa bu iki göz kaynagını da, haydi kazma ile nur
landır”
Gündüzün felsefeci sıçrayıp uykudan kalktı. Gördü ki iki gözü de kör olmus, iki gözünün nuru da sönmüs!
Eger aglayıp inleseydi, eger tövbe ve istigfar etseydi mahvolan nur, Allah keremiyle yine zuhur ederdi.
Fakat istigfar etmek de elde degildir. Tövbe zevki, her sarhosun mezesi olmaz.
Yapılan islerin çirkinligi, küfür ve inkârın somlugu, onun gönlüne tövbe gelmesine mani oluyordu, tövbe
yolunu baglamıstı.
1645. Gönlü, katılıkta tasa dönmüstü. Tövbe onu ekin ekmek için nasıl yarabilir?
Nerede Suayb gibi biri ki duasıyla dagı, ekin ekmek üzere toprak haline getirsin.
Halil’in niyazı ve inanısı yüzünden güç ve olmayacak is mümkün oldu.
Yahut Mukavkıs’ın Peygamberden dilemesi üzerine taslık yer, gayret güzel bir tarla haline geldi.
Bunlar gibi o kötü adamın inkârı da aksine olarak altını bakır haline getirir, sulhu savas yapar.
1650. Bu kötü kisi, çarpma kehribarıdır. Kabiliyetli topragı bile tas topaç yapar.
Her gönle secde için izin yok, her ücretlinin ücreti rahmet degil.
Kendine gel de “ Tövbe eder, Allahya sıgınırım” diye cürümde bulunma, günah etme.
Tövbeye de bir parlaklık gerek. Tövbeye de bir simsek bir bulut sart.
Meyvenin olması için hararet ve su lâzımdır. Bunun için de bulut ve simsek icabeder.
1655. Gönül simsegiyle iki göz bulutu olmadıkça tehdit ve hısım atesi nasıl yatısır?
Vuslat zevkinin yesilligi nasıl yetisir, kaynaklardan arı, duru su nasıl cosar?
Gül bahçesi; yesillige nasıl sır söyler, menekse nasıl olur da yaseminle ahdedebilir?
Çınar, dua için nasıl el açar, agaç havada nasıl bas sallar?
Çiçek bahar mevsiminde ( renklerle, kokularla dolu olan) etegini nasıl serper?
1660. Lâlenin yüzü nasıl kan gibi kızarır? Gül, kesesinden nasıl altın saçar?
Nasıl olur da bülbül gülü koklar; üveyik kusu, bir istekli gibi “Kû-kû- nerede, nerede” diye öter?
Nasıl olur da leylek “ lek, lek – senin sesin” sesini canla, basla çıkarır. Ey yardımı dilenen Allah, senin de ne
demek? Zaten her sey senin mülkünden ibaret.
Nasıl olur da toprak, içteki sırları gösterir? Nasıl olur da bahçe gökyüzü gibi aydınlanır?
Bu güzel ve agır elbiseleri nereden getirdiler? Hepsini de kerem sahibi Allahdan.. hepsini de merhamet sahibi
Allahdan!
1665. O letafetler, bir güzellik nisanesidir, o nisane de ibadet edici bir erin ayak izi.
Padisahtan nisane gören sevinir. Görmeyene gelince, uyanıp kendine gelemez.
Elest deminde Rabbini görüp sarhos olarak kendinden geçen kisinin ruhu bu gün de Rabbini görür, kendinden
geçer.
Sarap kokusunu sarap içen tanır. Sarap içmeyen sarap kokusunu ne bilsin?
Hikmet, müminin kaybolmus devesine benzer, Hikmet, tesrifatçı gibi adamı padisahla görüstürür.
1670. Rüyada güzel yüzlü birisini görürsün, o sana vâde verir, alâmetler söyler.
Muradın olacak, nisanesi de bu: Yarın sana filân kisi gelecek.
Onun bir alâmeti atlı olusudur. Bir alâmeti de su: Seni görünce kucaklayacak.
Bir alâmeti de seni görünce gülmesi; diger bir nisanesi de sana karsı el kavusturmasıdır.
Diger bir alâmeti de sudur ki: Heveslenip bu rüyayı yarın hiç kimseye söylemeyeceksin.
1675. Bu alâmet, Yahya’nın babasına da gösterilmis, ona da “ Üç güne kadar kimseye bir söz söylemeye
muktedir olamazsın.
Üç geceye dek iyiden kötüden bahsetme, sus. ste bu senden Yahya adlı bir çocuk olacagına alâmettir.
Üç gün konusma. Bu susmak senin maksadına erisecegine delâlet eder.
Kendine gel, bunları dile getirme. Bu sözü gönlünde gizli tut” denmisti.
Sana da bu alâmetleri seker gibi tatlı, tatlı söyler. Hattâ bunlar nedir ki?Daha yüzlerce nisaneler var.
1680. Bu rüya; durmadan dinlenmeden biteviye Allah’dan diledigin saltanata, istedigin makama erisecegine
alâmettir.
Olması için uzun gecelerde aglayıp inledigin, seher çaglarında niyaz ettigin muradına;
Eline girmedikçe günlerini karartan, boynunu ig gibi incelten maksadına erisecegine delâlet eder.
Temiz erler nasıl varını, yogunu verirlerse sen de onu elde etmek için varını,yogunu verdin;
Malını, mülkünü, uykunu feda ettin, yüzünün rengi kaçtı, hatta basından bile geçtin, bir kıl gibi kaldın;
1685. Nice demdir ödagacı gibi ateslere atıldın.Kaç kereler migfer gibi kılıç önüne gittin!
Bunlar gibi, yüz binlerce biçarelikler, âsıkların huyudur. Bunlar, sayıya gelmez ki!
Geceleyin bu rüyayı görünce gündüz oldu mu o ümitle günün aydınlanır.
O alâmetler nerede acaba diye gözünü saga, sola çevirir durursun.
Eyvah, gün geçer de o alâmetler zuhur etmezse diye yaprak gibi titrersin.
1690. Mahallelerde, pazarlarda buzagısını kaybetmis adam gibi kosarsın.
Birisi “ Baba, hayrola, ne kosup duruyorsun? Burada bir sey mi kaybettin, kaybettigin ne? ” dese,
“ Hayırdır ama bana. Benden baska kimsenin bilmesi caiz degil.
Söylersem bana gösterilen nisaneler kaybolur. Onlar kayboldu mu ben, öldüm gitti” dersin.
Her atlının yüzüne dikkatle bakarsın. Baktıgın adam, sana “ Bana deli gibi bakma be”der.
1695. Ben, bir sahip kaybettim. Onu aramaya yüz tuttum.
Ey atlı, devletin daimî olsun. Âsıklara acı, onları mazur tut” dersin.
Madem ki gayretle aradın dikkatle baktın, bu ise adamakıllı sarıldın.. elbette bulursun. Bir ise ciddi bir suretle
sarılan yanılmaz demisler.
Ey iyi bahtlı, ansızın atlı gelir, seni sımsıkı kucaklar.
Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu isten haberi olmayan da “ ste sana riyakâr, iste sana
münafık!” der.
1700. Ne bilsin o, kendisinden geçen kisinin coskunlugu nedir? Bu kimin vuslatı, nisanesi? Bilmez ki.
Bu nisane, gören kisinin hakkındadır. Baskasına bu nisane nereden zuhur edecek?
Âsıga her an, ondan bir nisane görünmekte, canına can katılmaktadır.
Sanki çaresiz kalmıs balıgın önüne su gelmis.. bu nisaneler, o kitabın delilleridir.
Peygamberlerde olan nisaneler de âsina olan cana mahsustur.
1705. Bu söz noksan kaldı, bir karara baglanmadı. Gönlüme malik degilim ki mazur gör.!
Zerreleri kim sayabilir ki? Hele saymaya kalkısan, aklını aska kaptırmıs bir adam olursa!
Bagdaki yaprakları, keklik ve karganın ötüslerini sayabilir miyim?
Bunlar sayıya gelmez ama ben, sınanmıs adamı ir sadetmek için sayıyorum.
Zuhal yıldızının nuhusetiyle Müsterinin saadeti, saymaya kalkısan da sayıya sıgmaz.
1710. Fakat böyle oldugu halde bu ikisinin bazı tesirini, yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lâzımdır.
Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi bir miktarı saadet ve nuhuset ehlince anlasılmıs olur.
Talihi Müsteri olan kisi, nesesinden, ululugundan sevinir;
Talihi Zuhal olan da ser islere düsmemek için yaptıgı seyler de ihtiyat etmek lüzumunu anlar.
Yıldızı Zuhal olan kisinin ahvalini tamamıyla söylesem zavallı,o yıldızının atesinden yanar.
1715. Padisahımız, bize “ Allah’yı anın” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ates içinde gördü de nur ihsan etti.
Dedi ki: “ Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstagniyim. Beni tasvir etmek, övmek, anmak lâyık degil.
Fakat tasvire, hayale kapılan, bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz anlayamaz”
Cisme mensup anıs, nâkıs bir hayaldir. Padisahlara lâyık olan tavsif, cismani anıslardan arınmıstır.
Birisi padisaha, “ Çulha degildir” dese bu ne biçim metih? Yoksa padisahın çulha olmadıgını bildirmiyor mu ki?
Musa Aleyhisselâm’ın çobanın münacatını hos görmeyip reddetmesi
1720. Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban, söyle söylenip duruyordu: “ Ey kerem sahibi Allah!
Neredesin ki sana kul, kurban olayım. Çarıgını dikeyim, saçını tarayayım.
Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım.. Ulu Allah, sana süt ikram edeyim.
Elcegizini öpeyim ayacıgını ovayım. Uyuma vaktin gelince yercegizini silip süpüreyim.
Bütün keçilerim sana kurban olsun. Bütün nagmelerim, heyheylerim senin yâdınladır Allahm!”
1725. O çoban, bu çesit saçama sapan seyler söyleyip duruyordu. Musa “Kiminle konusuyorsun?” diye sordu.
Çoban, “ Bizi yaratanla, bu yeri gögü halk edenle” diye cevap verince,
Musa dedi ki: “ Vah ,vah, sen sersemlemissin. Daha Müslüman olmadan kâfir oldun,
Bu ne saçma söz, bu ne küfür, bu ne olmayacak sey? Agzına pamuk tıka.
Küfrünün pis kokusu dünyayı tuttu. Küfrün, din kumasını yıprattı.
1730. Çarık, dolak,ancak sana yarasır. Bir günese bu çesit seylerin ne lüzumu var?
Böyle sözlerden agzını kapamazsan bir ates gelir, halkı yakar.
Zaten ates gelmedi de bu duman ne?Can niye kapkara bir hale geldi, ruh merdutlastı?
Allahnın her seye kadir ve her hususta âdil oldugunu biliyorsan nasıl oluyor da bu hezeyanlara, bu küstahlıga
cüret ediyorsun?
Akılsız dost, zaten düsmandır. Ulu Allah, bu çesit hizmetlerden ganidir.
1735. Sen bunları kime söylüyorsun. Amcana, dayına mı?Allah sıfatlarında cisim sahibi olmak ve ihtiyaç var mı?
Büyüyüp gelismekte olan süt içer. Ayagı muhtaç olan çarık giyer.
Eger bu dedikodu, kulu içinse… Allah, onun hakkında da “ O, benim” dedi. Yine beyhude ve bâtıl.
Allah, onun hakkında, “ Hastalandım da yine halimi hatırımı sormadın? Yalnız o hastalanmadı, ben de hasta
oldum” demistir.
Bu çesit sözler, “ Benimle duyar, benimle görür” haki katına erisen kisi içinde bâtıldır.
1740. Allah haslarıyla edepsizce konusmak gönlü öldürür amel defterini kapkara bir hale koyar.
Sen bir erkege Fatma desen; erkekle kadın, hep bir cinsten olmakla beraber,
mkân bulursa kanına kasteder, isterse haddi zatında halîm ve mülâyim olsun!
Fatma sözü, kadınlar için övünçtür. Fakat erkege söylersen kılıç yarası gibi tesir eder.
El ayak.. bizim için övünç vesilesidir; fakat Allahnın arılıgına nispetle kusur.
1745. “ Dogmaz, dogurmaz” vasfı ona lâyıktır . Babayı da halk eden o, oglu da.
Dogma, cisim olanın vasfıdır. Dogan, ırmagın bu yüzüne mensuptur.
Çünkü dogan, Kevnü Fesat âlemindendir, asagılıktır, sonradan olmadır. Elbette onu bir meydana getiren
lâzım.”
Çoban, “ Ya Musa agzımı bagladın, pismanlıktan canımı yaktın” dedi;
Elbisesini yırtıp yana ,yana bir ah çekti, basını alıp çöle dogru yola düstü.
Ulu Allah’nın Musa’ya çoban yüzünden darılması
1750. Musa’ya Allah’dan söyle vahiy geldi: “ Kulumuzu bizden ayırdın.
Sen ulastırmaya mı geldin, yoksa ayırmaya mı?
Kaadir oldukça ayrılıga ayak basma. Bence en hoslanılmayan sey ayrılıktır.
Ben, herkese bir huy, herkese bir çesit ıstılah verdim.
Ona metih olan söz, sana zemdir; ona göre baldır, sana göre zehir!
1755. Bizse temizden de münezzehiz, pisten de. Agırlıktan da arıyız, çeviklik ve titizlikten de!
Kullara ibadet edin diye emrettimse bir kâr, bir fayda elde edeyim diye degil, kullara ihsanlarda bulunayım
diye.
Hintlilere, Hintlilerin sözleri metihtir. Sintlilere, Sintlilerin.
Onların beni tespih etmeleriyle münezzeh, mukaddes olmam. Bu tespih incilerini saymakla kendileri
temizlenirler.
Biz; dile, söze bakmayız; gönle hale bakarız.
1760. Kalp husu sahibiyse kalbe bakarız, isterse sözünde kulluk ve asagılık olmasın!
Çünkü gönül cevherdir.. söz söylemekse araz. Bu yüzden araz, âriyettir,maksat cevherdir.
Mânası gizli kapalı, yahut baska olan bu çesit lâflar, ne vakte kadar sürecek? Yanıp yakılmak isterim ben,
yanıp yakılmak.O atese düs!
Canda sevgiden bir ates tutusur.. düsünceyi, sözü, bastanbasa yakıver!
Musa, edep bilenler baska, canı, ruhu yanmıs âsıklar baska.
1765. Âsıklara her nefeste bir yanıs var. Yıkık köyden haraç, âsar alınmaz.
Hatalı söz söylerse bile ona hatalı deme. Kanına bulanıp sehit olursa yıkamaya kalkısma.
Sehitlere kan, sudan yegdir. Bu yanlıs sözde yüzlerce dogrudan yeg!
Kabenin içinde kıbleden eser yoktur, dalgıcın ayagında dolak olmazsa ne gam!
Yürü, sarhoslardan kılavuzluk arama. Elbisesi paramparça olana yamadan bahsetme.
1770. Ask seriatı, bütün dinlerden ayrıdır. Âsıkların seriatı da Allah’tır, mezhebi de.
Lâlin, lâl oldugunu ispat eden bir damgası olmasa da ne çıkar? Ask, gam denizinde gamlanmaz ki!
Musa Aleyhisselem’a o çobanın mazur olduguna dair vahiy gelmesi
Ondan sonra Hak, Musa’nın sırrına dile gelmeyecek sırlar söyledi;
Musa’nın gölüne sözler döktüler.. görmekle söylemeyi birbirine karıstırdılar.
Nice defa kendisinden geçti, nice defa kendisine geldi.. kaç kere ezelden ebede uçtu!
1755. Eger bundan ötesini anlatmaya kalkısırsam ahmaklık etmis olurum.Çünkü bunu açmak, bunu anlatmak,
anlayısın ötesindedir.
Söylesen akıllar hayran olur. Yazsam birçok kalemler kırılır!
Musa Allahdan bu azarı duyunca çöle düsüp çobanın ardınca kostu.
O hayran âsıgın izini izledi, çöldeki otların tozunu silkti.
Âsık ve hayran adamların ayak izleri, baskalarının izlerinden ayrılır, hemen belli olur.
1780. Âsık, Ruh gibi bir ayagını yukardan asagıya atar; bir ayagını fil gibi egri bügrü basar.
Bazen bir dalga gibi bayrak diker, yücelir.Bazen balık gibi suyun içinde gider, görünmez.
Bazen de remilcinin remil dökmesi gibi ahvalini toprak üstüne yazar.
Musa nihayet onu bulup gördü. Dedi ki: “Müjdemi ver! Allah’dan izin geldi.
Hiçbir sebep ve tertip yolu arama; daralan gönlün ne isterse onu söyle!
1785. Senin küfrün, din, dinin can nuru.. Sen emniyete erismissin; bütün bir cihan da senin yüzünden amanda.
Ey “ Allah diledigini yapar” sırrına erisip o sırla her seyden affedilmis olan kisi; pervasızca yürü, dilini aç!
Çoban “ Ey Musa, ben o halde, o sözden geçtim. Simdi kendi gönlümün kanına bulandım.
Ben Sidret-ül Müntehâ’dan da asmıs, oradan bile yüz binlerce yıl öte gitmisim.
Sen bir kamçı vurdun, atım sahlanıp sıçradı, kâinatı astı.
1790. Nâsutumuzun mahremi Lâhut’u olsun artık.Aferin eline koluna!
Simdi benim halim, söze sıgmaz. Zaten bu söyledigim de benim ahvalim degil.
Ayna da bir suret görürsün ya.. fakat o senin suretindir, aynanın degil.
Neyzen, ney üfler. Fakat bu nefes ve bu nefesten çıkan ses, neyin midir, neyzenin mi.. Bu ses, neyin harcı mı,
neyzenin harcı mı?” dedi.
Kendine gel, kendine! Allah’yı övsen de bu övüsünü, çobanın lâyık olmayan övüsü gibi bil, öyle tanı.
1795. Senin övüsün, çobanın övüsüne nispetle daha iyidir. Ama Allah’ya nispetle onun da degeri yok, onun da
sonu gelmez.
Ne vakte dek ben Allah’ya hamlederim deyip duracaksın? Perde kaldırılınca oldu sanılan nice seylerin olmamıs
bulundugu meydana çıkar.
Allah’yı anısımın mâkul olması Allah rahmetindendir.Âdeta istihaze olan kadının namaz kılması gibi bir
ruhsattan ibarettir.
Onun namazına nasıl kan bulasmıssa senin Allahyı anısına da benzetis ve zannedis bulasmıs!
Kan pistir ama bir parçacık su ile temizlenir. Fakat içte öyle pislikler vardır ki,
1800. Allah’nın lütuf suyundan gayrı bir seyle arınmaz, ibadet eden kisinin gönlünden eksilmez.
Keske secdende kıbleden yüzünü çevirmis olaydın da tek “ Sübhane rabbiyel A’lâ”’nın mânasına ereydin!
“Allahm secdem de varlıgın gibi sana lâyık degil. Sen, kötülüge iyilikle mukabele et” diyeydin.
Bu yeryüzünde Hakk’ın hikmetinden eser vardır. Ondan dolayı pislikleri giderir, çiçekleri bitirir.
Bizim pisliklerimizi örter, karsılıgın da ondan koncalar biter.
1805. Kâfir vergide, cömertlikte topraktan daha asagı, daha verimsiz oldugunu görüp,
Varlıgından çiçek ve meyve bitmedigini, hattâ bütün temizlikleri bozup pislemekten baska bir sey yapmadıgını
anlar da
“ Ben aykırı anlamıs, yanılmısım, yazık, keske toprak olsaydım;
Keske topraktan sefer etmeseydim,keske bir avuç toprak gibi ben de bir tane düsürüp yetistirseydim..
Topraktan sefere düstüm ama beni yol imtihan etti, bu yolculuktan ne armagan getirdim ki?” der.
1810. Kâfir yolculugundan bir fayda görmez, ondan dolayı da bütün meyli topragadır.
Adamın yüzünü geriye çevirmesi, hırstan tamahtandır…yüzünü yola çevirmesi; dogruluktan niyazdan.
Büyümeye meyli olan her ot, büyüyüp durur, yasar günden güne gelisir!
Fakat basını yere egdi mi de günden güne küçülür, kurur, noksan bulur, mahvolur!
Ruhunun meyli, yüceliklere ise yücelir durursun, varacagın yer de orasıdır.
1815. Aksine olarak basını yere egdin mi battın gitti, Hak “ Ben batanları sevmem” demistir.
Musa Aleyhisselâm’ın Ulu Allah’dan zâlimlerin galip gelmelerindeki sırrı sorması
Musa, “ Ey kerem sahibi, ey her isi yapan, ey bir an zikri, uzun bir ömre bedel olan Allah!
Bu balçık âleminde egri bügrü bir iz gördüm. Gönül melekler gibi itiraz etti.
“ Bir nakıs yapıp ona fesat tohumunu ekmekteki maksat nedir?
Zulüm ve fesat atesini alevlendirip mescidi de, secde edenleri de yakmakta ne hikmet var?
1820. Bir yalvarıs için kan ve irin kaynagını costurmak neden?” dedim.
Ben bunların aynı hikmet oldugunu biliyorum. Fakat maksadım, bu hikmetin büsbütün açıga çıkması ve benim
açıkça görmem.
O yakîn bana “Sus” dedigi halde görme hırsı “ hayır, cos!” demekte.
Sen, Meleklere sırrını gösterdin. Böyle bir lezzet, kahır ve minhete deger!
Âdemin nurunu Meleklere açıkça arz ettin, müsküllerini halleyledin.
1825. Ölümün sırrını hasredilmen söyler, yapragın hikmetini meyveler anlatır!
Kanın, meninin sırrı da insanın duygusudur; her artmanın sonu da nihayet eksilme!
Yazan kisi önce yazı yazacagı tahtayı yıkar, temizler; sonra ona harfleri yazar.
Allah da önce gönlü kan eder, hor hakir gözyasıyla yıkar, sonra o gönle sırları kaydeder.
Yıkamakla, o levhi bir defter yapmak istediklerini bilmek, anlamak gerek.
1830. Bir evin temelini atacakları vakit oradaki eski ve evvelki yapıyı yıkarlar.
Sonunda arı duru su çıkarmak için önce yerden toprak çıkarırlar.
Çocuklar, hacamattan aglarlar. Çünkü isin hikmetini bilmezler ki.
Halbuki adam, hacamatçıya para verir, kan içen hançere iltifatlarda bulunur.
Hamal agır yükün altına kosar, yükü, baskalarından kapar.
1835. Yük için hamalların savaslarına bak.Din isinde çalısma da böyledir.
Rahatın aslı zahmet oldugu gibi acılıklar da nimetin önüdür.
Cennet, hosumuza gitmeyen seylerle kaplanmıs, cehennem de zevkimize giden seylerle dolmustur.
Atesin aslı yas agaç oldugu gibi atese yanan da Kevser’e ulasmıstır.
Zindan da mihnetlere düsen adam, bir lokmanın, bir zevkin yüzünden düsmüstür.
1840. Bir köskte devlete erisen de bir savas, bir mihnet karsılıgı olarak o devleti bulmustur.
Kimi altına, gümüse sahip olmus, zenginlikte naziri olmayan bir dereceye erismis görürsen, bil ki o, kazanma
zahmetine sabretmistir.
Gözü açık olan bunları sebepsiz, Allah hikmeti olarak görür. Fakat madem ki sen duygu âlemindesin,
sebeplere kulak as!
Sebeplere yapısmamak, onları görmemek makamı; ruhu tabayi âleminden kurtulmus olanındır.
Bu çesit adam, peygamberlerin mucizeleri çesmesini sebepsiz görür.Onları, sudan, ottan meydana geliyor
bilmez.
1845. Bu sebep, doktorla hasta, kandille fitil gibidir. Gece kandiline yeni bir fitil bük, fakat günes kandilini
bunlara muhtaç sanma.
Yürü, asevinin damı için samanlı balçık hazırla. Fakat bil ki kâinatın damı, buna muhtaç degil.
Ah.. sevgilimiz, gamımızı yakıp mahvedince gece yalnızlıgı bile geçti, gündüz oldu.
Ay, ancak geceleyin cilve eder.Gönlün istedigi sevgiliyi gönül derdinden baska bir sey de arama.
1850. Fakat sen, sa’yı bıraktın da esegi besledin. Hulâsa esek gibi perdenin ardında kaldın gitti!
Bilgi ve irfan, sa’nın talihidir, ey esek sıfatlı, esegin talihi degil!
Esegin anırmasını duyar, acırsın. Halbuki bilmezsin ki esek, sana eseklik telkin ediyor.
sa’ya acı, esege degil.. tabiatı aklına bas etme.
Bırak tabiatını, aglaya dursun.. sen, ondan al, canın borcunu öde!
1855. Yeter artık yıllarca esege kul oldun. Çünkü esege kul olan , esegin ardından gider.
“ Onları artta bırakın” dan murat nefsindir.
Nefis geride, aklın ilerde gerek.
Ama bu asagılık akıl da esekle aynı mizaçta. Çünkü bütün fikri onu nasıl elde ederimden ibaret.
sa’nın esegi gönül mizacına malik olmus, akıllar makamında yer tutmustur.
Çünkü akıl galebe çalmıstı, esekse zayıftı.Esek, sisman ve kuvvetli biniciden zayıflar.
1860. Ey esek degerli; aklının azlıgından bu esek, ejderhalastı.
Gönlün sa’dan hastalandıysa yine ondan iyilesir, sıhhat yine ondan gelir, onu bırakma.
Ey nefesi hos Mesih, cihanda yılansız hazine olmaz.. eziyetlerle nasılsın?
sa, Yahudileri görünce ne hale gelir; Yusuf, hasetçi kardesler elinde ne olur?
Sen, gece gündüz bu azgın kavmin ardından kostukça, nasıl olur da gece gibi, gündüz gibi ömre medet
bagıslar, yardım edersin?
1865. Ah safra illetine tutulmus o hünersiz kisilerden! Safradan ne hüner meydana gelir? Ancak bas agrısı.
Sen, hemen dogu günesinin yaptıgını yap. Bizse nifak hile, hırsızlık ve riya içinde yüzelim!
Sen dünyada da balsın, dinde de.. Bizse sirke. Safraya ancak sirkengübin iyi eder, giderir.
Halbuki biz karın agrısına tutulmus oldugumuz halde boyuna sirkeyi artırıp duruyoruz. Sen keremi terk etme
de balı artır!
Bizden bu lâyıktı, bunu yaptık. Kum, gözde ancak körlügü fazlalastırır.
1870. Fakat ey aziz sürme, senden her degersiz sey, deger bulur, bir sey olur; sana bu lâyıktır.
Bu zâlimlerin atesinden gönlün kebap oldugu halde daima “ Yarabbi, kavmime hidayet et” diye hitap
ediyordun.
Sen, öd agacı madensin. Seni atese atsalar, bu âlem, ıtırla, feslegen kokusuyla dolar.
Sen o öd agacı degilsin ki ateste yansın, eksilip bitsin. Sen o ruh degilsin ki gama esir olsun.
Öd agacı yanar ama madeni yanmadan uzaktır. Rüzgâr, nurun aslına nasıl hamle edebilir.
1875. Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha iyi olan!
Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir.
Peygamber, “ Akıllının düsmanlıgı, cahilin sevgisinden yegdir” dedi.
Bir emîrin,agzına yılan kaçan birisini incitmesi
Akılı birisi, atına binmis geliyordu. Uyumakta olan birisinin agzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
Atlı onu görüp adamcagızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için kosmaya basladı. fakat fırsat bulamadı.
1880. Aklı, kendisine yardım ettiginden, pek akılı kisi oldugundan o uyumakta olan adama siddetlice birkaç
topuz vurdu.
O siddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir agaç altına kadar kaçırdı.
Oraya bir hayli çürük elma dökülmüstü. Adama “ Ey dertli kisi, bunları ye” dedi.
“ Beyim, ben sana ne yaptım, bana ne kastın var?
1885. Eger bana hakikaten bir kastın varsa vur kılıcı, birden kanını dök!
Sana çattıgım saat ne menhus saatmis. Ne mutlu senin yüzünü görmeyene!
Dinsizler bile kimseye suçsuz, günahsız, az çok bir sey yapmadan böyle sitem etmezler, bu sitemi caiz
saymazlar” diyordu.
Söz söylerken agzından kan geliyordu “ Yarabbi cezasını sen ver!” diye bagırmakta,
Her an ona kötü söylemekte, lânet etmekteydi. Atlı ise “ bu ovada kos”diye onu dövüyordu.
1890. Adam, topuz acısıyla atlının korkusundan yel gibi kosmaga basladı. Hem kosuyor, hem yüzüstü
düsüyordu.
Karnı toktu, uykulu ve gevsemis bir haldeydi. Ayagında, yüzünde yüz binlerce yara vardı.
Atlı o adamı aksam çagına kadar çekistirip durdu. Nihayet, adamın safrası kabardı, kusmaga basladı.
yi, kötü yediklerini kustu. Bu kusma esnasında yılan da içinden dısarı çıktı.
O yılanı görünce kendisine iyilik eden atlıya secde etti.
1895. O kapkara çirkin ve heybetli yılanı görünce bütün dertlerini unuttu.
Dedi ki: “ Sen, bir rahmet Cebrailisin, yahut da velinimet Allah’sın
Ne kutlu saatmis ki beni gördün.Ölüydüm, bana yeni bir can bagısladın.
Sen, beni analar gibi aramaktayken, ben esekler gibi senden kaçıyordum.
Esek, sahibinden esekligi yüzünden kaçar. Halbuki sahibi, iyiliginden dolayı onun pesine düser.
1900. Onu, bir fayda elde etmek, bir ziyandan kurtulmak için aramaz. Kurt, yahut yırtıcı bir canavar
paralamasın diye arar.
Ne mutlu yüzünü görene, yahut ansızın senin bulundugun yere ulasana!
Pak ruh bile seni övmüs.. halbuki ben, sana ne kadar kötü ve saçma seyler söyledim.
Fakat efendim, padisahlar padisahı sultanım, onları ben söylemedim, bilgisizligim söyledi.
Bir parçacık olsun bu hali bilseydim, böyle abes sözler söyleyebilir miydim?
1905. Ey iyi huylu, eger bana bu hali kinaye ile bile olsa çıtlatsaydın seni bir hayli överdim.
Fakat sükut ederek kızgın göründüm. Hiçbir sey söylemeksizin kafama vurmaya basladın.
Basım sersemlesti, aklım gitti. Hele benim bu basım.. zaten aklı da kıt!
Ey yüzü de güzel, isi de güzel adam, affet. Deliligimden söyledigim sözleri bagısla!..
Atlı “ Eger ben, bunu biraz çıtlatsaydım derhal yüregin su kesilir, ödün patlardı.
1910. Yılanı anlatsaydım, korkudan canın çıkıverirdi.
Mustafa “ Canınızdaki düsmanı size, oldugu gibi anlatsam.
Yigitlerin bile ödü patlar.. ne yol yürümege takatları kalır, ne bir isin tasasına düserler!
Ne kimsenin gönlünde niyaz etmege kudret kalır, ne tenin de oruç tutmaya, namaz kılmaya kuvvet” buyurdu.
Bunu duyan, kedi önündeki sıçan gibi yok olur; kurt önündeki kuzu gibi mahvolur..
1915. Ne uyku uyuyabilir, ne yemek yiyebilir. Onun için ben sizi, bunu söylemeden terbiye etmekte,
yetistirmekteyim.
Ebu Bekr-i Rebabi gibi susmakta, Davut gibi demire el vurmaktayım.
Bu suretle de olmayacak sey, benim elimde mümkün olur, bir hale yola girer, kanadı yolunmus kusun bile
kanadı çıkar.
Çünkü Allah’nın eli, insanların ellerinden üstündür. Tek Allah da bizim elimize “ Benim elim” demistir.
Su halde süphe yok ki benim kolum uzundur;her yere,her seye erisir. Ta yedinci kat gökten bile asar.
1920. Elim gökte bile hünerler göstermistir. Ey Kuran okuyan “nsakkal Kamer” âyetini okuyuver!
Bu övüs de akıllar zayıf oldugu içindir. Zayıf olanlara kudreti anlatmaya imkân mı var?
Uykudan baskaldırırsan anlarsın.Bu is böyledir iste.. dogrusunu Allah daha iyi bilir.
Eger sen içinde ki yılanı bilseydin ne elma yemege kuvvetin kalırdı, ne yol yürümeye, ne de kusmaga!
Sen beni sövüyordun, ben de seslenmiyor, fakat atımı sürüyordum. Gizlice de Yarabbi, sen isimi kolaylastır
demekteydim.
1925. Sebebi söylememe izin yoktu, fakat seni kendi haline bırakmaya da kaadir degilim.
Her an gönlümdeki dert yüzünden, Yarabbi, kavmime yolu sen göster, çünkü onlar bilmiyorlar, demekteydim”
dedi.
Derdinden kurtulan adam, secdeler etmekte “ Ey bana saadet, ikbal ve hazine olan!
Ey yüce kisi! Allah’dan hayırlar bul! Bu zayıfın sana sükretmeye kudreti yok.
Mükâfatını Allah versin. Agzım, dilim, sana sükretmekte âciz” demekteydi.
1930. ste akıların düsmanlıgı bu çesittir. Onların zehirleri bile cana nese verir.
Ahmagın dostlugu ise eziyettir, sapıklıktır. Misal olarak birde hikâyeyi dinle:
Bir adamın, ayının vefakârlıgına güvenmesi
Bir ejderha bir ayıyı yakalamıstı. Yigidin biri, giderken ayının bagırmasını duydu.
Âlemde düskünlere yardımcı erler vardır. Onlar, mazlumlar feryat ettiler mi derhal yetisirler.
Mazlumların seslerini her yerden isitirler, Hak rahmeti gibi o tarafa kosarlar.
1935. Âlemin sarsıntılarına, yıkıntılarına direk, destek olan.. gizli dertlerin tabibi bulunan o erler;
Muhabbetin, adaletin, rahmetin ta kendisidirler.Onlar, Hak gibi illetsiz, rüsvetsiz kisilerdir.
Onlardan birine “ Can ve gönülden ettigin bu yardım için, neden yardım ediyorsun?” denilse ancak “ yardım
isteyenin gamından, çaresizliginden” der.
Erin avı merhamettir. laç, âlemde dertten baska bir sey aramaz.
Nerede bir dert varsa, deva oraya gider. Su, neresi alçaksa, oraya akar.
1940. Sana da rahmet suyu gerekse yürü, alçal da sonra rahmet suyunu iç, sarhos ol.
Ta basa kadar rahmet içinde rahmet var. Ogul, bir tek rahmete dalma, bir tek rahmete kani olma.
Ey yigit, gökyüzünü ayak altına al, felegin üstünden nagme seslerini duy!
Kulagından vesveseler pamugunu çıkar ki, kâinat’ın cus’u hurusunu duyasın.
Gözlerini ayıp kılından arıt ta gayp bagını,gayp selviligini gör.
1945. Burnundan, beyninden nezleyi gider de Allah kokusu burnuna gelsin.
Sıtmadan, safradan hiçbir eser bırakma da âlemden seker lezzetini bul.
Sen yüz türlü güzel yüzlü evlât olması için erlik ilâcını kullan, erlikten kesilmis olarak kosup tozma.
Can ayagından ten bukagısını çıkar da meclis etrafında dönüp dolassın.
Hasislik zincirini elinden, boynundan at, eski felekte yeni bir baht bul.
1950. Lütuf Kâbesine uçmaya kanadın yoksa çare bulana arz et.
Aglayıp inleme kuvvetli bir sermayedir; külli rahmet, pek güçlü bir dadıdır.
Dadı ve ana, çocuk ne vakit aglayacak diye bahaneler ararlar.
Allah da sizin hacet çocuklarınızı, aglasın da süt meydana gelsin diye yarattı;
“Allah’yı çagırın” dedi; aglayıp inlemeyi bırakma ki Allah’nın merhamet sütleri cossun.
1955. Rüzgârın sesi de bizim gamımızı teskin etmek içindir, bulutun süt yagdırması da. Hele bir an sabret.
“ Rızkınız gökyüzündedir” âyetini duymadın mı? Neden bu asagılık yere saplanıp kaldın?
Korkunu, ümitsizligini gul sesleri bil. Onlar, seni asagılıkların ta dibine kadar çekerler.
Seni yücelere çeken her ses, bil ki yücelerden gelmektedir.
Sana hırs veren her sesi de adamları paralayan bir kurt sesi bil.
1960. Bu yücelik, mekân bakımından degildir.. bu yücelikler, akıl ve can yücelikleridir.
Her sebep eserinden yücedir.Çakmak, kıvılcımdan üstündür.
Birisi, azametli birinin alt yanına otursa bile hakikatte üst tarafına oturmus sayılır.
Çünkü orasının üstünlügü seref bakımındandır. Bas köseden uzak olan yer, alçaktır.
Kıvılcım çıkarmak için tas ve demir gerek. Bunların varlıgına lüzum oldugundan bu ikisi, kıvılcımdan üstün
sayılabilirse de.
1965. Çakmaktan maksat tas ve demirden meydana gelen kıvılcım oldugundan, kıvılcım onlardan çok ileridedir.
Tas ve demir evvel, kıvılcım sonra. Fakat bu ikisi ten, kıvılcım can.
Kıvılcım, zaman itibariyle çakmaktan sonra ise de degeri bakımından ondan üstündür.
Zaman bakımından dal, meyveden öncedir, fakat hüner bakımından daldan üstün.
Çünkü agaçtan maksat meyvedir; su halde meyve evveldir, agaç sonra gelir.
1970. Ayı, ejderhadan feryat edince o er, ayıyı onun pençesinden kurtardı.
Hile ile babayigitlik birlesti, er de ejderhayı bu kuvvetle alt edip öldürdü.
Ejderhanın gücü vardır ama hilesi yoktur. Senin hilen var ama hilenden üstün hile de var!
Hile ve tedbirini görünce yürü, o hile, o tedbir nereden geldi? O baslangıç tarafına dön, o tarafa yönel.
Asagılık âlemde bulunan her sey yücelikten gelmistir. Haydi var, gözünü yüceliklere dik.
1975. Yücelere bakmak, önce gözü alır, kamastırır ama sonra bakısa bir aydınlık bagıslar.
Gözünü aydınlıga alıstır.Yok.. eger yarasaysan karanlıklara baka dur!
Âkıbeti görme, nurunun nisanesidir, bu sehvete düsmense senin mezarın.
Yüz türlü oyun görüp, yüz türlü tecrübe geçirip âkıbeti gören kisi, bir tek oyun görene benzemez.
Bir oyun gören, o tek oyuna öyle magrur oldu ki ululanması yüzünden üstatlardan uzak kaldı.
1980. Sâmirî gibi.. o, kendisinde bir hüner görünce ululanıp Musa’dan bas çekti.
Halbuki o, hünerini Musa’dan ögrenmisti. Öyle oldugu halde ögretmeninden gözünü yumdu.
Hulâsa Musa da baska bir oyun etti ; onun oyununu kapıverdi, kendisini de!
Basta dönüp dolasan nice hünerler, nice bilgiler vardır ki insan onlarla bas oluncaya kadar, bas elden gider!
Basının gitmemesini istersen ayak ol, rey ve tedbir sahibi Kutb’a sıgın!
1985. Sah bile olsan kendini ondan üstün görme.Bal bile olsan onun otundan baska bir sey devsirme.
Senin fikrin surettir, onun ki can . Senin paran kalptir, onunki maden.
O, sensin. Kendini onda ara. “Kû, Kû- Nerede, nerede?” diye onun civarında bir üveyik ol!
Sefa ehline hizmet etmek istemezsen ejderha agzına düsen ayıya benzersin.
Belki bir üstat seni kurtarır, tehlikelerden çekip çıkarır.
1990. Madem ki gücün kuvvetin yok.. aglayıp inle! Madem ki körsün.. yol görenden bas çekme!
Ayıdan daha asagı mısın ki derdinden aglayıp inlemiyorsun.? Ayı feryat ettigi için dertten kurtuldu.
Ey Allah, bizim tas yüregimizi mum gibi yumusat; kerem et de feryadımıza acı!
Kör bir dilencinin “Bende iki körlük var” demesi
Bir kör vardı, derdi ki: “Ey zamane ehli, elâman.. benim iki körlügüm var.
Su halde bana iki kat acıyın. Çünkü iki kat körüm, bu iki körlüge birden müptelâyım”
1995. Birisi “ Bir körlügünü görüyoruz. Öbür körlügün nedir? Göster” dedi.
Kör dedi ki; “ Sesim çirkin, avazım bed. Ses çirkinligi ve körlük iki kat körlüktür.
Çirkin sesim halka keder vermekte. Halkın acıması, sesim yüzünden azalmakta.
Kötü sesim nereye varırsa hiddet, gam ve kin meydana gelmekte.
ki körlüge siz de iki kat acıyın. Böyle hiçbir yere sıgmayan kisiyi gönlünüze sıgdırın, hos görün”
2000. Bu sikâyet, bu sızlanma yüzünden sesinin çirkinligi kalmadı. Halkın hepsi ona acımaya basladı.
Sırrını söyleyince gönlünün güzel sesi, sesini güzellestirdi, sesindeki çirkinlik gitti.
Fakat birisinin gönül sesi de çirkin olursa o adamda üç ebedî körlük vardır.
Fakat sebepsiz illetsiz hacetleri reva edenler, olabilir ki onun çirkin basına bir el korlar.
O dilencinin sesi hos ve acınacak hale gelince tas yüreklilerin yüregi bile muma döndü.
2005. Kâfirin sesi çirkin oldugundan icabete es olamaz.
“ Susun” emri, kötü ses hakkındadır. Çünkü o ses, halkın kanından köpek gibi sarhos olmustur.
Ayının feryadı bile acındıracak bir ses olur da senin feryadın olmazsa bu çok kötü bir seydir!
Bil ki sen Yusuf’a kurtluk etmissin, yahut bir suçsuzun kanını içmissin.
Tövbe et içtigini kus.. Eger yara eskidiyse yürü, dagla!
Ayıyla,onun vefakârlıgına güvenen ahmagın hikâyesi
1210. Ayı, ejderhadan kurtulup o babayigit erden o keremi görünce,
Eshâb- Kehf’in köpegi gibi onun pesine takıldı.
O Müslüman, hastalanıp yastıga bas koyunca da ayı, ona baglanmıs, gönül vermis oldugundan bırakmadı,
basın da beklemeye basladı.
Birisi oradan geçerken “ Halin nasıl? Kardes, bu ayıyla ne isin var” dedi.
Er, ejderha hikâyesini nakletti. O adam “ Ayıya güvenme be ahmak.
2015. Ahmagın dostlugu düsmanlıktan beterdir. Ne suretle olursa olsun sürülmesi gerek” dedi.
Er dedi ki; “Vallahi bunu hasedinden söyledin, yoksa sen ayıya ne bakıyorsun, sevgilisini gör!”
Adam, “ Ahmakların sevgisi aldatıcı bir sevgidir, benim bu hasedim, onun sevgisinden iyidir.
Be adam, gel benimle bir ol da o ayıyı sür, defet.Hemcinsini bırakıp ayıya güvenme” dediyse de
Er, “Git, git hasetçi herif, kendi isine bak” dedi. Adam “sim buydu ama sana nasip degil.
2020. Yüce kisi ben bir ayıdan daha asagı degilim ya. Onu bırak da esin dostun ben olayım.
Basına bir sey gelecek diye yüregim titriyor. Böyle bir ayı ile ormanlıga gitme.
Yüregim asla olmayacak seyden titremedi. Bu sezis Allah nurundandır, saçma degil.
Ben müminim “ Mümin Allah nuruyla bakar” sırrına mazharım. Kendine gel, kendine! Bu atesgedeyi bırak!”
dedi.
Bu sözler, erin kulagına girmedi. Suizan adama kuvvetli bir settir.
2025. Ayının elini tuttu, adamın elini bıraktı. Adam da “ Senin aklın basında degil, gidiyorum” dedi.
Er dedi ki: “ Git benim kaydıma kalma. Bos bogaz herif, o derece bilirlikten dem vurup durma”
Adam tekrar “ Ben senin düsmanın degilim. Pesimden gelirsen kendine lütfetmis olursun” dedi.
Er “ Uykum geldi. Bırak beni isine git”dedi. Adam “ Yahu, ne olur bir dosta uy da,
Akıllı birisinin himayesinde, gönül sahibi bir dostun civarında uyu” dedi.
2030. Babayigit, o adamın ısrarından hayallenip kızıverdi, yüzünü çevirip,
“ Bu galiba bir katil, bana kastetmeye geldi; yahut bir sey umuyor, dilenci ve külhani herifin biri!
Yahut da beni bu ayıyla korkutma hususunda evvelce dostlarıyla bahse girismis olmalı” dedi.
çinin kötülügünden hatırına iyi bir sey gelmedi.
Bütün hüsnü zannı ayıyaydı. Sanki ayıyla aynı cinstendi!
2035. Bir köpek ugruna bir akılıyı itham etti, ayıyı muhabbet ve merhamet sahibi bir dost bildi!
Musa Aleyhisselâm’ın öküze tapana “Nerde düsüncen,nerde ihtiyatın,tedbirin?” demesi
Musa bir hayal sarhosuna dedi ki: “ Ey kötülükten, sapıklıktan fena düsüncelere saplanmıs kisi,
Benden bunca bürhan görmene ne benim bu derece güzel huyuma ragmen, peygamber olup olmadıgıma dair
yüzlerce süphen vardı.
Benden yüz binlerce mucize gördügün halde hayalin yüz kat artmakta, o derece süpheye,zanna
düsmekteydin.
Hayalden, vesveseden daraldın, Peygamberligime ta’nedip durmaya basladın.
2040. Seni Firavuna uyanların serrinden kurtarmak için denizden apaçık toz kopardım.
Gökten kırk yıl kâselerle yemek geldi, duam bereketiyle tastan ırmak costu.
Bu ve buna benzer nice yüzlerce mucize, senin vehmini azaltmadı, eksiltmedi.
Fakat sihirli bir buzagı ses verdi.Allahm sensin diye derhal secde ettin.
O vehimlerini Nil götürdü, o soguk anlayısın uykuya daldı.
2045. Onun hakkında da niye kötü bir zanna düsmedin? Ey kötü suratlı, onun önüne nasıl bas koydun?
Niçin onun hilesinden süphelenmedin, onun ahmakları aldatan sihrinden niye iskillenmedin?
Be asagılık kisiler, Sâmirî kim oluyor ki âlemde bir Allah düzüp kossun.
Onun bu hilesine nasıl oldu da kapıldın, nasıl oldu da ona uydun, onunla aynı fikirde bulundun?Nasıl oldu da
bütün süpheleri attın,kurtuldun?
Sence öküz, bir lâfla Allahlıga lâyık oluyor da sonra benim peygamberligimde süpheye düsüyorsun ha?
2050. Bir öküze eseklikten secde ettin, aklın Sâmirînin sihrine av oldu.
Ululuk sahibi Allah’nın nurundan göz yumdun. ste sana adamakıllı bilgisizlik, iste sana sapıklıgın ta kendisi!
Yuf olsun sendeki akla, irfana. Senin gibi bilgisizlik madenini öldürmek gerek.
Altından yapılan öküz ses verdi de ne dedi ki, ahmaklar ona bu derece ragbet ettiler?
Ben size daha ziyade sasılacak pek çok seyler gösterdim. Fakat asagılık kisiler, nasıl olur da hakkı kabul
ederler?
2055. Bâtılları ne cezbedebilir? Ancak bâtıl! Tembellere ne hos gelir tembellik!
Çünkü her cins, kendi cinsini çeker. Öküz nasıl olur da erkek aslana yüz tutar?
Kurt neden Yusuf’a âsık olacak? Ancak hile ile onu sever görünür, sonra da onu parçalayıp yer.
Fakat kurt, kurtluktan kurtulursa Yusuf’a mahrem olur.Eshab-ı Kehf’in köpegin gibi âdemogullarından sayılır.
Ebubekir, Muhammet’ den bir koku alınca “Bu yüz yalancı yüzü degil” dedi.
2060. Fakat Ebu cehil, dert sahiplerinden olmadıgı için yüzlerce Sakkı Kamer gördü de yine inanmadı.
Legeni damdan düsen, söhreti âleme yayılan dertliden Hakk’ı gizledik, fakat gizlenmedi gitti.
Cahil olan ve Allah derdinden uzak bulunan kisiye de hakikat sırlarını nice defalar gösterdiler de o görmedi.
Gönül aynası sâf olmalı ki orada çirkin suratı güzel surattan ayırt edebilsin”
Nasihatçının,ayıya kapılan kimseyi,bir çok nasihat verdikten sonra terketmesi
O Müslüman, kızarak ve içinden “ Lâ havle” diyerek ahmagı bırakıp gitti.
2065. “ Benim ona ciddiyetle nasihat vermemden, üstüne düsmemden, gönlündeki hayaller attı, büsbütün
vehimlendi.
Demek ki nasihat yolu kapandı” dedi. “ Fa’rıd anhum” emrine baglandı.
Verdigin ilâç derdi arttırırsa sen de sözü isteyene söylet. Abese suresini okusana.
Allah “ Kör, Hakk’ı diliyorsa onun yoksullugu yüzünden gönlünü kırmak yarasmaz.
Sen, halk, ulularından ögrensin diye uluları irsat etmek istiyorsun ama,
2070. Ey Ahmet, büyüklerin bir kısmı seni dinlemeye koyulunca hoslandın,belki,
Bu ulular, dine güzelce yardımcı olurlar, bunlar Arab’a Habes’e reistir.
Bunların yüzünden slam dininin söhreti Basra’yı Tebük’ü asar. Çünkü halk, padisahlarının dinindendir.
Diye düsündün, bu yüzden de hidayet isteyen körden yüz çevirdin, onun sohbetinden sıkıldın.
“ Bunlar her vakit ele geçmez. Sen dostlarımızdansın, vaktin de genis.
2075. Bu dar vakitte isime mâni olma.Bunu sana darılarak, kızarak söylemiyorum, nasihat yollu söylüyorum”
dedin.
Fakat Ey Ahmet , Allah indinde bu bir tek kör, yüzlerce Kayserden, yüzlerce vezirden yegdir.
nsanlar madenlerdir, sözünü hatırına getir. Öyle maden olur ki yüz binlerce madenden daha degerlidir.
Gizli kalmıs lâl ve akik madeni, yüz binlerce bakır madeninden degerlidir.
Ey Ahmet, burada malın faydası yok.Askla, dertle, dumanla dolu gönül lâzım.
2080. Gönlü aydın kör gelince kapıyı kapama. Ona nasihat ver, nasihat onun hakkıdır.
ki üç ahmak seni inkâr etse neden acılasırsın, sen zaten seker madenisin.
ki üç ahmak seni itham etse bile Hak, sana tanıklık eder” dedi.
( Muhammed dedi ki:) “ Âlemin ikrarından farigim. Birisine Allah tanık olursa gayrı ona ne gam!
Yarasa, günesi göremez.Görüyorum dese bile gördügü günes degildir.
2085. Yarasaların nefretinden de anlasılıyor ki ben ulu Allah’nın parlak bir günesiyim.
Bir gül suyuna bokböcekleri ragbet etseler bu, onun gül olmadıgına delâlet eder.
Kalp akça mihenk istese, mihengin mihenk olusunda süphe hâsıl olur.
Bil ki hırsız geceyi ister, gündüzü degil.Ben gece degilim, cihanda parıldayan gündüzüm.
Bey ayırıcıyım. Benden bir saman çöpü bile geçmesin diye kalbur gibi her seyi eler, ayırt ederim.
2090. Bunların nakıslardan, suretlerden ibaret oldugunu, onlarınsa can bulundugunu göstermek üzere unu,
kepekten ayırırım.
Ben, dünyada Allah terazisiyim.Hafif olan her seyi agırdan tefrik eder, gösteririm.
Öküz, elbette bir buzagıyı Allah tanır. Esek müsteri olup bir sey alsa, elbette ham kavun alır.
Ben öküz degilim ki, beni buzagı satın alsın. Ben, diken degilim ki beni deve yesin!
O, bana cevrettim sanır, halbuki hakikatte âdeta aynamı siler, cilâlar.”
Bir delinin Calinus’a yaltaklanması,Calinus’un bundan korkması
2095. Calinus, eshabına “ Bana filân ilâcı verin” dedi.
çlerinden birisi dedi ki: “ Ey her fenni bilen üstat, bu ilâcı delilik için verirler.
Delilikse, senin aklından uzak. Bu sözü bir daha söyleme!” Calinus, “ Bana bir deli baktı.
Bir müddet güzelce yüzümü seyretti. Bana göz kırptı; sonra yenimi yakamı yırttı.
Eger benim, onunla bir münasebetim olmasaydı o çirkin suratlı nasıl olur da bana yüz çevirirdi?
2100. Eger bende kendisiyle bir cinsiyet, bir münasebet görmeseydi nasıl olur da bana gelip çatardı? Nasıl olur
da kendi cinsinden olmayana musallat olurdu?
ki kisi birbiriyle uzlastı, birbirine satastı mı, hiç süphe yok, aralarında bir kadr-i müsterek vardır.
Kus ancak kendi cinsinden olan kuslarla uçar. Kendi cinsinden olmayanla sohbet âdeta mezara girmedir” diye
cevap verdi.
Bir kusun kendi cinsinden olmayan bir kusla uçup yayılmasındaki sebep
Bir hakîm dedi ki: “ Yazıda bir kargayla bir leylegin beraberce kosup uçmakta oldugunu gördüm.
Hayret ettim, bakalım aralarındaki kadr-i müstereke ait emare bulabilir miyim, diye hallerini arastırmaya
koyuldum.
2105. Hayretle yanlarına yaklasınca gördüm ki ikisi de topal!”
Hele Arsa mensup bir doganla fersin malı olan bir yarasa nasıl olur da beraber bulunur?
Biri lliyîn’in günesi, öbürü Siccîn’in yarasası.
Biri her ayıptan arınmıs tertemiz bir nur, öbürü her kapının dilencisi bir kör.
Biri Pervin burcuna ziya veren bir ay , öbürü fıskıda debelenen bir kurt.
2110. Biri Yusuf yüzlü, sa nefesli.. öbürü bir kurt, yahut çıngıraklı bir esek.
Biri Lâmekân âleminde uçmakta.. öbürü köpekler gibi samanlıkta kalakalmıs!
Gül, hâl diliyle bokböcegine su sözleri söyleyip durmaktadır: “ Ey koltugu kokmus,
Gül bahçesinden kaçıyorsun ama bu nefretin gülistanın kemaline delâlet eder.
Benim gayretim, senin basına dikilmis bir yasakçıdır.Ey bayagı mahlûk, buradan uzak ol.” Gül bokböcegine
söyle bagırmaktadır:
2115. “ Ey asagılık mahlûk, sen benimle ihtilât edersen benim madenimdesin diye bir süphe hasıl olabilir.
Bülbüllere çayır, çimen yarasır. Bokböcegine vatan da pisliktir.
Allah, beni pislikten murdarlıktan arıttı. Basıma bir murdarı dikmesi lâyık mıdır?
Benim de bir damarım onlardandı, fakat Allah o damarı kesip attı.Artık o kötü damar bana nasıl hükmedebilir?
Âdem’in bir nisanı ezelde suydu: Melekler, ona secdeye lâyık oldugu için bas indirdiler, secde ettiler.
2120. Baska bir nisanı da blis’in “Sah ve ulu benim” diye bas indirmemesiydi.
Fakat blis de Âdem’e secde etmis olsaydı Âdem , Âdem olmazdı, baska birisi olurdu.
Her melegin ona secde etmesi, Âdem’in Âdemligine delil oldugu gibi o düsmanın, blis’in inadı da bir delildir.
Melegin ikrarı, ona bir sahit oldugu gibi o köpegin inkârı da bir sahittir”
O aldanmıs kisinin,ayının vefasına güvenmesi
Adam uyudu, ayı sinek kovalamaktaydı. Sinek, kovulunca kalktı, fakat inadına gene kalktıgı yere gelip kondu.
2125. Ayı, o gencin yüzünden kaç kere sinegi kovdu. Fakat sinek gene derhal kalktıgı yere gelip konmaktaydı.
Ayı, sinege kızıp, gitti dagdan kocaman bir tas yakalayıp getirdi.
Sinegin gene uyuyan adamın suratına konmus oldugunu görünce,
O koca degirmen tasını alıp, sinegi ezmek için adamın suratına fırlattı.
Tas, uyuyan adamın suratını paramparça etti. Bu mesele de bütün âleme yayıldı;
2130. Aptalın sevgisi süphesiz ayının sevgidir. Kini sevgidir, sevgisi kin.
Ahdi gevsek, zayıf ve bozuk.. sözü büyük, vefası artık.
Ant içse bile inanma. Egri sözlü adam andını da bozar.
Madem ki yeminsiz sözü yalan. Hilesine yeminine de inanma.
Onun nefsi beydir, aklı esir.. farz et ki yüz binlerce defa Mushaf’a yemin etmis olsun!
2135. Mademki yeminsiz ahdi bozuyor, yemin etse onu da bozar.
Çünkü nefsi, agır yeminle baglanan nefis, bundan daha ziyade daralır, perisan olur.
Bu, bir esirin hâkimi baglanmasına benzer. Hâkim o bagı koparır,o bagdan kurtulur.
Kızgınlıkla o bagı, kölesinin kafasına fırlatıp atar.Nefis de o yemini, kendisine esir olan adamın suratına vurur.
Sen onun “Ahitlerinize vefa edin” hükmünden el yıka. “ Yeminlerinizi koruyun, ahitlerinizde durun” hükmünü
ona söyleme.
2140. Kiminle ahdettigini bilen tenini iplik haline kor, o ahdin etrafında dolanır, o ahdi örer durur.
Mustafa Aleyhisselâm’ın bir hasta sahabenin hatırını sormaya gitmesi,hasta halini,hatırını sormasının faydası
Sahabeden biri hastalandı, o hastalık yüzünden zayıfladı, iplik gibi inceldi.
Mustafa halini, hatırını sormaya geldi. Çünkü Peygamber’in huyu tamamıyla lütuf ve keremden ibaretti.
Hastanın halini, hatırını sormaya gitmekte fayda vardır. Faydası da gene sanadır.
Birinci faydası sudur; O hasta adam, bir kutup, bir ulu sah olabilir.
2145. Mademki inatçı adam, gönlünün iki gözü de yok, odunu ödagacından ayırt edemezsin.
Âlemde hazineler var. Beyhude üzülme, yorulma. Yalnız hiçbir viraneyi de definesiz bilme.
Her dervise ne olur, ne olmaz diye mülâzemette bulunadır, bir nisane buldun mu da artık onun etrafında
adamakıllı dön, dolas!
Mademki sende o can gözü yok, her vücutta define var san!
Kutup olmasa bile belki bir yol dostudur, padisah degilse bile bir atlı askerdir.
2150. Kim olursa olsun, ister yaya, ister atlı.. yol dostlarıyla bulusmayı, onların halini sormayı, hatırlarını ele
almayı lâzım bil.
Hattâ o adam, düsman bile olsa yine ihsan iyidir. Çünkü ihsan yüzünden düsman bile adama dost olur. ;
Dost olmasa bile hiç olmazsa kini azalır. Çünkü ihsanda bulunmak, kine âdeta merhemdir.
Bundan baska daha nice faydaları var ama ey iyi adam, sözü uzatmadan korkuyorum.
Sözün hülâsası su: Topluluga dost ol. Hattâ bir dost bulamazsan put yapan Amad gibi tastan bir dost yont,
onu sev!
2155. Zira kalabalık ve kervan halkının çoklugu yol vurucuların belini kırar, onları kahreder.
Ulu Allah’nın Musa Aleyhisselâm’a “Niçin
hastalıgımda benim halimi,hatırımı sormaga
gelmedin?” diye vahyetmesi
Allah’dan Musa’ya su hitap geldi: “Ey koltugundan ayın dogdugunu gören!
Seni Allah’lık nurunun dogusu haline getirdigim halde ben ki Allah’yım, hastalandım da niçin halimi hatırımı
sormaya gelmedin?”
Musa, “ Allah” sen kusurdan münezzehsin. Bu ne remizdir, Yarabbi, bunu bildir” dedi.
Bunun üzerine Allah, yine “ Hastalıgımda kerem edip niçin halimi sormadın?” buyurdu.
2160. Musa, “ Yarabbi, senin bir noksanın olamaz. Aklım sastı, bu sözün hakikatını anlat” dedi.
Allah, “ Evet, has ve seçilmis bir kulun hastalanmıstı. yice bir bak hele.. o, benim.
Onun özür serdetmesi benim özür serdetmemdir. Onun hastalıgı benim hastalıgımdır” buyurdu.
Allah ile oturup kalkmak isteyen kisi veliler huzurunda otursun.
Velilerin huzurundan kesilirsen helâk oldun gitti. Çünkü sen küllü olmayan bir cüzüsün.
2165. Seytan, birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz, kimsesiz bir hale kor, o halde de bulunca basını
yer, mahvedip gider.
Topluluktan bir an bile ayrılmak bil ki Seytan’ın hilesinden ibarettir.
Bagcının,sofi,fakîh ve alevîyi birbirinden
ayırıp yalnız bırakması
Bir bahçıvan , bahçesine üç tane hırsızın girdigini gördü.
Bu üç kisinin birisi bir fakîh,birisi bir serif, bir tanesi de bir sofi idi. Üçü de hafif mesrep ve vefasız kimselerdi.
Bahçıvan, kendi kendine “Bunlara karsı söyleyecegim nice sözler, bunları ilzam için getirecegim yüzlerce
deliller var. Fakat bunlar, bir topluluk. Topluluksa kuvvettir,
2170. Tek basıma bu üç kisinin hakkından gelemem, Önce onları birbirinden ayırmak lâzım.
Her birisini, öbüründen ayırayım. Ondan sonra birer ,birer saçlarını, sakallarını yolarım” dedi.
Hile edip arkadaslarıyla arasını açmak üzere önce sofiyi yola vurdu.
Sofi gidince öbür iki arkadasıyla yalnız kaldı.
Sofiye “ Eve git, bu arkadaslar için bir kilim getir” dedi.
Fakîhe “ Sen fakîhsin, bu da ünlü bir serif.
2175. Biz, senin fetvanla ekmek yemekte, senin bilgi kanadında uçmaktayız.
Bu da bizim sehzademiz, sultanımız. Seyit ve Mustafa’nın soyundan, sopundan.
Bu pisbogaz, bu hasis sofi kim oluyor ki sizin gibi padisahlarla düsüp kalkıyor.
Gelince onu savın gitsin. Siz de tam bir hafta benim bahçemde, çayır çimenligimde kalın.
Hatta bag da nedir ki? Canim bile sizin.Siz benim sag gözüm mesabesindesiniz” dedi.
2180. Onları vesveselendirip kandırdı. Ah, arkadastan ayrılmamak gerek.
Sofi gelince onu savdılar. Bu sefer bahçıvan, koca bir sopayla ardından segirtti.
Dedi ki : “ Ey köpek sofi, demek sen cüret edip benim bagıma giriyorsun ha!
Sana bu hususta Cüneyt mi yol gösterdi, Bayezid mi? Bu sana hangi seyhin, hangi pirinden kaldı?
Sofiyi yalnız bulunca bir iyice dövdü, âdeta yarı canlı bir hale koydu, basını yardı.
2185. Sofi “ benim nöbetim geçti.Fakat arkadaslar, bir iyice sıranızı gözetin.
Beni agyar bildiniz. Fakat bilin ki bu kaltabandan daha agyar degilim.
Benim yedigimi siz de yiyeceksiniz. Bu çesit serbet, her asagılık kisiye lâyıktır.
Bu âlem dagdır, senin sözlerin, yine ses vererek sana gelir” dedi.
Bahçıvan sofiden kurtulunca yine o çesit bir bahane kurdu.
2190. Serife “ Ey serif, eve git de kusluk ögünü için, yufka ekmegi pisirmistim,
Evin kapısını vur.Kaymaz’a söyle, o yufka ekmegiyle kazı getirsin” dedi.
Serif gidince, fakîhe dedi ki: “ Ey isi yerinde, günes görmüs her seyi anlar bilir adam, den fakihsin, bu
meydanda.
O serif, mânasız bir iddiada bulunuyor. Anasının ne is ettigini kim bilir ki?
Karıya ve karı isine gönül baglıyor, hem kadınlar nâkıs akıllıdır diyor, hem de onlara itimat edemiyorsunuz.
2195. Zamanede nice ahmaklar, Ali’ye Peygambere nispet iddia ederler.”
Zinadan ve zina edicilerden olan herkes, Allah mensupları için iste bu zanda bulunur.
Dönen ve bu yüzden bası dönmüs olan kisi elbette evi de kendisi gibi döner görür.
O edepsiz bahçıvanın söyledigi sözler, kendi haliydi. Evlâdı Resulden o isler, uzaktır.
O bahçıvan mürtetlerin dölü olmasaydı Peygamber hanedanı hakkında böyle söyler miydi?
2200. Afsunlar okudu, fakîh de bunları dinledi. Bunun üzerine o sitemkâr fakîh serifin ardından gidip,
“ Ey esek, bu baga seni kim davet etti? Hırsızlık sana Peygamberden mi miras kaldı?
Aslan yavrusu, aslana benzer, sen söyle bakayım, Peygambere ne yüzden benziyorsun?” dedi.
O zâlim herif, serife, Haricî Âl-i Yâsîn’e ne yaparsa onu yaptı.
Hattâ seytan ve gul, Âl-i Resul’e Yezid ve Simir gibi nasıl kin tutarlarsa o da öyle kin tuttu, öcünü aldı .
2205. Serif, o zâlimin zulmünden harap oldu, fakîhe “ Ben sudan çıktım.
Ayagını tetik bas, simdi yapayalnız kaldın. Davula benze, boyuna karnına tokmak ye!
Serifligimi bir tarafa bırak. Hattâ tut ki arkadaslıga da lâyık degilim, fakat sana karsı bu çesit bir zâlimden de
asagı degilim ya” dedi.
Bahçıvan ondan da kurtulup fakîhe geldi ve dedi ki: “ Ey fakîh! Ne fakîhi, ey her sefih kisinin bile arlandıgı
herif!
Ey eli kesilecise, baglara gir de, caiz midir? Emir var mı bile deme. Fetvan bu mu senin?
2210. Böyle bir ruhsatı Vasît’temi okudun? Yoksa bu mesele Muhit’te mi var?”
Fakîh “ Vur, vur, hakkın var. Fırsat ele geçti. Dostlardan ayrılanın lâyıgı budur” dedi.
Hastanın ve Peygamber Sallâllahü Aleyhi Ve
Sellem’in hasta sahabeyi dolasıp hatırını sorması
hikâyesine dönüs
Hastanın hatırını sorus, dostlugu, birligi temin etmek içindir. Bu birlik, bu dostluk da yüz türlü sevgi dogurur.
Naziri olmayan Peygamber, hastayı dolasmaya, hatırını sormaya gidince o sahabeyi ölüm halinde gördü.
Velilerin huzurundan uzaklasırsan hakikatte Allah’dan uzaklasırsın.
2215. Yoldaslardan ayrılmanın sonu bile gam olursa padisahlardan ayrılık nasıl olur da ondan daha asagı olur.
Her an durma, padisahların gölgesini ara bul ki o gölgede günesten de iyi bir hale gelesin.
Sefere çıkarsan bu niyetle çık, oturuyorsan yine bundan gafil olma!
Bir seyhin Ebu Yezid’e “Kâbe benim,benim
etrafımda tavaf et” demesi
Ümmet Seyhi Bayezid, hac ve umre için yola düsmüs, Mekke’ye dogru kosa, kosa gidiyordu.
Hangi sehre varıyorsa önce o sehirdeki azizleri arıyor,
2220. Bu sehirde basiret sahibi, gönül gözü açık kim var diye dolasıp arastırıyordu.
Allah, “ Sefer esnasında nereye varırsan önce bir er araman gerek” dedi.
Hazine elde etmeye çalıs, çünkü kâr, zarar, isin ardından gelir, sen bunları feri bil.
Biri bugday elde etmek için ekin ekerse sonunda saman da elde eder.
Fakat saman ekersen bugday elde edemezsin ki. nsanların gözbebegi olan insanı ara, insanların gözbebegi
olan insanı, insanların gözbebegini!
2225. Hac zamanı gelince Kâbe’yi ziyaret etmeye niyetlen. Oraya vardın mı Mekke’yi de görürsün.
Miraçtan maksat dostu görmekti. Bu arada Ars da görüldü,melekler de.
Hikâye
Yeni bir mürit günün birinde bir ev yaptırdı. Pir gelip evini gördü.
Seyh, o yeni müridini, o iyi düsünceli kisiyi imtihan etmek maksadıyla dedi ki:
“ Yoldas, eve niçin pencere açtın?” O da söyle cevap verdi: “ Isık gelsin diye”
2230. Seyh “ O feridir. Sunu niyaz etmek gerek: Bu pencereden ezanı duyasın” dedi.
Bayezid, seferde vaktin Hızır’ı olan kisiyi bulmak için ugrasmakta, böyle bir er arastırmaktaydı.
Vücudu hilâl gibi incelmis bir pir gördü; onda erlerin halini, kalini buldu.
Pirin gözü görmüyordu, fakat gönlü günes gibiydi. Âdeta rüyasında Hindistan’ı görmüs bir file benziyordu
Gözünü yummus, uyumakta.. fakat yüzlerce zevk ve nese âlemi görmekte.Gözünü açarsa nasıl olurda
görmez? Sasılacak sey!
2235. Rüya deyince sasılacak seyler açıga çıkar. Gönül uykuda pencere kesilir.
Uyanık oldugu halde güzel rüya gören âriftir.Sen onun bastıgı topragı gözüne sürme gibi çek.
Bayezid o pirin huzuruna varıp oturdu, halini sordu ; onun hem fakir, hem de aile efradı çok oldugunu anladı.
Pir, “ Ey bayezid nereye gidiyorsun gurbet pılı pırtısını nereye kadar çekip sürüyeceksin” dedi.
Bayezid “ Hac mevsimi.. Kâbe’ye gidiyorum” diye cevap verdi. Pir dedi ki : “ Yol masrafı olarak yanında ne
var?”
2240. Bayezid “ ki yüz dirhem gümüsüm var. Ridamın ucuna sımsıkı bagladım iste.” deyince,
Pir, “ Etrafımda yedi kere tavaf et. Bu tavafı hac tavafından daha makbul bil.
O dirhemleri de, ey cömert kisi, bana ver.Bil ki hac ettin muradın hâsıl oldu.
Umre ettin ebedi ömre nail oldun, sâf bir hale geldin, Safa’ya kostun, Saiy erkânını yerine getirdin.
Canının gördügü Hak hakkı için ki o, beni kendi evinden daha üstün, daha makbul etmistir;
2245. Kâbe her ne kadar onun lütuf ve ihsan evidir ama benim vücudum da onun sır evi.
Allah, Kâbe’yi kurdu ama kurdu kuralı ona gitmedi. Halbuki bu eve, benim vücuduma, o ebedi diri olan
Allah’dan baska kimse gelmedi.
Beni gördün ya, bil ki Allah’yı gördün; dogruluk Kâbe’sinin,hakikî Kâbe’nin etrafında tavaf ettin.
Bana hizmet, Allahya itaat etmek, onu övmektir. Sakın Hakkı benden ayrı sanma.
Gözünü iyi aç da bana öyle bak ki beserde Allah nurunu göresin” dedi.
2250. Bayezid, o nükteleri dinledi, altın bir küpe gibi kulagına taktı.
Bu yüzden derecesi yükseldi, fazileti arttı. Hakikat yolunun sonuna erismis olan Bayezid, artık ondan sonra bir
son tasavvur edilemeyecek olan bir makama vardı.
Peygamber’in o sahsın hastalandıgına, duada küstahlık
etmesinin sebep oldugunu bildirmesi
Peygamber, o hastayı görünce halini hatırını sordu, o hakikî dosta iltifatlarda bulundu.
Adam, Peygamber’i görünce dirildi, sanki o anda yeniden yaratılmıstı.
Sahabe, “ Hastalık beni bu bahta eristirdi; bu sultan sabah çagında beni dolasmaya geldi.
2255. Bu suretle bana sıhhat eristi, saltanatına bir hudut olmayan bu padisahın kademi bereketiyle iyilestim.
Ne güzel, ne mübarek agrı, sızı.Ne mutlu, ne kutlu hastalık hararet, dert ve gece uykusuzlugu!
ste Allah bana bu kocalıgımda lütuf ve kereminden böyle bir hastalık, böyle bir illet verdi.
Arka agrısı ihsan etti de her gece yarısı uykudan uyandırdı.
Bütün gece manda gibi uyumayayım diye Hak, lütfetti, bana dertler ihsan etti.
2260. Bu sınıklıktan da padisahların merhameti costu. Cehennem de beni tehdit etmeden vazgeçti, sukût etti”
dedi.
Agrı, sızı ve hastalık hazinedir. Rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç tazelenir.
Kardes, karanlık yere, soguga, gama, kırıklıga ve hastalıga sabretmek,
Âbıhayat kaynagı ve sarhosluk kadehidir. Çünkü yücelikler, hep asagılıktadır.
Baharlar güz mevsiminde gizlidir, güz mevsimi de baharda.Kaçma ondan!
2265. Gama yoldas o, vahsetle ünsiyet kesbet. Ölümünden uzun bir ömür isteyip dur!
Nefsinin “ Bu kötü” dedigine kulak asma. Çünkü onun isi hep zıddınadır.
Onun dediginin zıddını yap. Âlemde peygamberlerin de vasiyetleri böyledir.
Sonun da az pisman olasın diye yapacagın islerde müsaverede bulunmak vâciptir.
Ümmet “ Kiminle mesveret edelim?” dediler de, peygamberler “ Mukteda olan akılla” diye cevap verdiler.
2270. Hattâ soran adam “ yi ama ya hiçbir tedbiri, isabetli aklı olmayan bir çocuk, yahut kadın gelirse.. onunla
da mesverette bulunalım mı? deyince,
Peygamber, “ Onunla da mesverette bulun, fakat ne derse onun zıddını yap, ona aykırı yola git” dedi.
Nefsini kadın bil, hattâ kadından da beter. Çünkü kadın cüzüdür, nefsinse serrin küllü!
Nefsinle mesveret edersen o asagılıgın dedigine uyma, aksini yap;
Hatta sana namaz kıl, oruç tut diye emretse bile, nefis hilecidir, o emriyle bile sana bir hile kuracaktır.
2275. Yapacagın isde nefsinle mesveret etmek ve ne derse aksini yapmak kemaldir.
Onunla basa çıkamaz, onun inadına karsı koyamazsın. Yürü, bir dost kazan, onunla uzlas!
Akıl, baska bir akıldan kuvvet bulur.Seker kamısı, seker kamısından kemal kazanır.
Ben, nefsimin hilesinden neler gördüm neler.. sihriyle akıl ve temyizi bile giderir!
Sana yeniden yeniye vaatlerde bulunur da binlerce kere bozar.
2280. Ömrün, sana yüzlerce yıl mühlet verse nefis, her gün yeni bir bahane bulur, sana mÂni olur;
Soguk vaatleri sıcak bir surette söyler.O öyle bir sihirbazdır ki insanı kıskıvrak baglar.
Ey hak ziyası Hüsamettin, gel.. bu çoraklıkta sensiz ot bitmiyor.
Bir velinin gönlünün kırılması yüzünden nefse uyanların önüne bir perde çekilmistir.
Bu kazaya yapılacak ilâcı yine kaza bilir. Halkın aklı kazaya pek saskındır.
2285. Yola düsmüs bir kurt gibi olan o kara yılan, ejderha kesilmistir.
Fakat ejderha da, yılan da senin elinde asâ kesilir, ey Musa’nın canını bile sarhos eden, ey Musa’yı bile
kendisinden geçiren!
Allah, sana “ Onu al, korkma, ejderha elinde asâ haline gelecek” hükmünü vermistir.
Ey padisah, haydi, Yedi Beyzâyı göster.Kara gecelerden yepyeni bir sabah meydana getir.
Bir cehennem yandı, alevlendi. Ona üfür ey nefesi, denizin nefesinden üstün ve artık olan!
2290. Deniz, hilebazdır, sana bir köpük gösterir; cehennemdir, sana bir hararet izhar eder..
Onun için de gözüne ehemmiyetsiz görünür, bu suretle onu zebun görürsün, hısmın tepresir.
Nitekim kalabalık askerde Peygamberin gözüne pek az göründü.
De Peygamber, tehlike görmeksizin onlara hücum etti. Eger fazla görseydi çekinirdi.
Ey Ahmet o bir inayetti ve sen onun ehliydin. Yoksa gönlün kötülesir bozulurdu.
2295. Allah, o zâhiri ve bâtınî savası ona da ehemmiyetsiz gösterdi, eshabına da.
Bu suretle de kolay seyi ona kolaylastırdı, güçten de artık yüz çevirmez oldu.
Düsmanı ona ehemmiyetsiz göstermek kutlu bir seydi.Çünkü ona dost olan, yol yordamı ögreten Allah’ydı.
Fakat zafer için yardımcısı Allah olmayan kisiye gelince: Ona tavsan bile erkek aslan görünür!
Vay uzaktan yüzü bir görür de gururlanarak, savasa girisirse!
2300. Zülfikâr bir harbe gibi, erkek aslan da bir kedi gibi görünür de,
Ahmak, yigitçesine savasa girisir, bu hileyle pençeye düser.
Bu suretle atese tapanlar, atesgedeye kendi ayaklarıyla gelmis olurlar.
O is sana bir saman çöpü gibi görünür. Hemencecik onu üfler, yerinden uçururum sanırsın.
Halbuki kendine gel, o saman çöpü, dagları bile yerinden söker. Onun yüzünden âlem aglamaktadır, o ise
gülmekte!
2305. Bu ırmak suyunun dibindeki topuk da görünür ama Uc-ibn-i Unuk gibi yüzlercesi onda bogulup gitmistir!
Kan dalgası, misk tepesi.. deniz gibi, kuru toprak görünür.
Kör Firavun da o denizi kuru gördü de erlik gösterip içine at sürdü.
Fakat içine dalınca denizin dibini boyladı. Firavun’un gözü nasıl olur da görür?
Göz Allah yüzüyle görür. Hak, nerede her ahmagın sırdası olacak?
2310. Seker görür ama o gık demeden öldüren zehir kesilir. Yol sanır, fakat yol gösteren esas, esasen gul
sesinden ibarettir!
Ey felek, âhır zaman fitnelerine pek sıkı sarıldın, nihayet bir an mühlet ver!
Sen, bizim kastımıza çekilmis keskin bir hançersin; bizi hacamat etmek için zehirli bir hacamat aletisin.
Ey felek, Allah’nın merhametinden merhamet ögren. Yılan gibi, karıncaların gönlünü yaralama!
Bu yapının üstünde senin çarkını döndüren hakkı için.
2315. Kökümüzü söküp çıkarmadan biraz da baska türlü dön, merhamete gel..
Emriyle önce dadılıgımızı yaptıgın, fidanımızı sudan, topraktan bitirdigin Allah hakkı için;
Seni sâf yaratan, sen de bu kadar mesaleler meydana getiren padisah hakkı için.
O seni o kadar mamur ve baki bir hale soktu ki, Dehrî, nihayet senin evveline evvel yok sandı.
Sükür olsun ki senin evvelini bildik. Peygamberler sırrını söyledi.
2320. nsan olan bilir ki o, sonradan yapılmalıdır. Fakat evde ag kuran örümcek ne bilsin!
Sivrisinek ne bilir, bu bag kimin? Baharın dogar, kısın ölür.
Tahta içinde sınık bir halde dogan kurt, tahtanın fidanlık halini bilir mi?
Bilse bilse o vakit mahiyeti itibariyle akıl sahibi olur, isterse sureti kurt olsun.
Akıl, kendini renk, renk, çesit,çesit gösterir, ama peri gibi o suretlerden fersahlarca uzaktır.
2325. Hatta peri de nedir ki? Melekten bile üstündür. Fakat sen sinek kanatlısın da onun için asagılarda
uçuyorsun.
Gerçi aklın, seni yüceliklere çekmekte; ama taklit kursun asagılıklarda yayılmakta.
Taklitten dogan bilgi canımızın vebalidir, igretidir. Bizse o bizim malımızdır diye oturup kalmısız.
Bu çesit akıldansa cahil olmak daha iyi.. delilige vurmak daha yeg!
Faydanı nede görüyorsan ondan kaç. Zehir iç, Âbıhayatı dök!
2330. Seni öveni söv, kazancını, sermayeni müflise borç ver!
Eminligi bırak, korku yerine var. Namusu terk et, apaçık rüsvay ol!
Ben uzun uzadıya ilerisini düsünen aklı denedim. Bundan böyle divanelige vuracagım!
Seyyid’in “Niçin orospuyu aldın?” demesi üzerine Delkak’ın mazereti
Seyyid-i Ecel, bir gece Delkak’a “ Hemencecik bir orospuyu neden aldın?
Bunu bana söylemeliydin. Sana namuslu bir kız alırdık” dedi.
2335. Delkak “ Dokuz tane namuslu, temiz kadın aldım, hepsi orospu oldu. Derdimden eridim, bittim.
Bunun üzerine bu hiçbir ise yaramaz orospuyu aldım. Görelim bakalım, bunun sonu ne olacak?” dedi.
Ben, birçok defalar aklı sınadım. Bundan sonra bir tarla arayacak, oraya delilik tohumu saçacagım!
Birisinin kendisini deli gösteren bir uluyu hile ile söyletmesi
Birisi” Bir akıllı arıyorum, onunla mesverette bulunacagım, bir müskülüm var, ona söyleyecegim” dedi.
Bu sözü duyan da “ Sehrimizde kendisini delilige vuran birisi var, ondan baska akıllı yok.
2340. ste bir sopaya binmis, çocuklarla beraber kosup duruyor.
Rey ve tedbir sahibi, ates parçası gibi bir adamdır.
Kadri gök gibi yüce, yıldızlar yagdırıcı bir zattır.
Kudreti, parlaklıgı, Kerrûbilere can olmustur. O, kendisini bu divanelikte gizlemistir.” dedi.
Fakat her divaneyi kendine can sayma.. Sâmiri gibi buzagıya secde etme.
Bir veli sana gayb’a ait yüz binlerce seyi, yüz binlerce sırrı apaçık söylese bile,
2345. Sen de o anlayıs, o bilgi olmadıkça yine fıskıyı ödagacından ayırt edemezsin.
Veli, kendisine deliligi perde etti mi, ey kör, sen onu nasıl tanıyabilirsin?
Eger yakîn gözün açıksa bak da her tasın altında bir erin gizli oldugunu gör!
Yol gösterici ortada, göz önünde; her Kelîm’in bir kilime bürünmüs oldugu meydandadır.
Veliyi meshur eden yine velidir. Veli, kime dilerse nasip verir.
2350. Fakat delilige vurdu mu kimse akıl edip de onu anlayamaz.
Bir hırsız, körden bir sey çaldı mı kör, onu bulabilir mi hiç?
Hırsız, gelip ona çatsa bile kör, hırsız kimdir? Ne anlasın?
Köpek, kör yoksulu ısırsa bile kör, kendisini dalayan köpegi nereden bilecek?
Köpegin kör bir dilenciye saldırması
Bir köpek, mahallede bir kör bir dilenciye savas aslanı gibi saldırdı.
2355. Ay bile yoksulların izi tozunu gözüne sürme gibi çektigi halde, köpek, kızgınlıkla yoksullara saldırır.
Kör, köpegin sesinden korktu, âciz oldu. Ona tâzim etmeye basladı:
“ Ey avcılar beyi, ey av aslanı, el senin elin (hüküm senin hükmün), benden el çek” demeye basladı.
Hakîmin biri de zaruret yüzünden esegin kuyrugunu agırlamıs, o kuyruga Kerim lâkabını takmıstır.
Kör de zora gelince köpege “ Ey aslan, benim gibi arık birisini avlayıp da ne yapacaksın?
2360. Dostların çölde yaban esegi avlamaktalar, sense mahallede kör avlıyorsun, bu ne kötü sey!
Dostların avda yaban esegi arıyorlar, sen sokakta hile düzüp kör arıyorsun” dedi.
Bilgili köpek yaban esegi avlar, bilgisiz köpekse köre kasteder.
Köpek bile, ilim ögrenince azgınlıktan kurtulur, ormanlarda helâl hayvanlar avlar.
Köpek bile âlim olunca savasta çeviklesir.. köpek bile ârif olunca Eshâb-ı Kehif’ten olur.
2365. Köpek bile avcıları kimdir, anlar, tanır. Yarabbi, her seyi tanıtan o nur nedir ki?
Körün tanıyamaması, gözü olmadıgından degildir; bu, onun bilgisizlikten sarhos olması yüzündendir.
Kör, bu yeryüzünden de daha gözsüz degil ya! Halbuki bu yer bile Allah inayetiyle düsmanı tanıdı!
Musa’nın nurunu gördü, ona iltifat etti, Karun’u ise tanıdı yere geçirdi.
Benlikte bulunan her kisiyi helâk etti, Allahnın “ Ya ard ublai” emrini anladı.
2370. Toprak su, yer ve kıvılcımlı ates.. bizimle her seyden habersiz fakat Allah ile her seyden haberdardırlar.
Bizim ise onun aksine Hak’tan gayrı her seyden haberimiz var da Hak’tan haberimiz yoktur. Tehditçilerden
bihaberiz!
Hülâsa onların hepsi Allah emanetini yüklenmekten korktular, çekindiler. Fakat hayvanla karısınca bu
çekinmeleri, bu çalısmaları körlesti, neticesiz bir hale geldi!
“ Hepimiz de halkla diri, Hak’la ölü bir hale gelen bu hayattan bîzarız” dediler.
Birisi, anası babası öldü mü yetim olur. Hak’la ünsiyet için kalb-i selim gerek!
2375. Hırsız, bir körden bir kumas çaldı mı kör, bilmeden feryada baslar.
Fakat hırsız ona “Senin malını ben çaldım,ben hilebaz bir hırsızım” demedikçe,
Kör, hırsızı nereden bilecek? Gözünün nuru, gözünün ısıgı yok ki!
Ama sesini duydun mu onu sımsıkı tut, koy verme de çaldıgı seyleri söylet.
Hırsızı yakalayıp, sıkıstırmak, çaldıgını çırptıgını söyletmek cihadı ekberdir.
2380. O , önce senin gözünün sürmesini çaldı. Onu elde ettin mi, yine gözlerine nur gelir.
Gönül’ün kayıp malı olan hikmet kuması, ehli dilden elde edilir.
Kör olan gönül, canı, kulagı,gözü olsa bile hırsız Seytan’ın izini bulamaz, onu elde edemez.
Seytanın izini bulmayı, hırsızı elde etmeyi, gönül ehli olanlardan um, bu isi onlardan iste; tastan topraktan
degil. Çünkü halk, gönül ehline nispetle tas, topaç gibidir, âdeta cansızdır.
Danısacak adam arayan da o delilige vurmus delinin huzuruna geldi, dedi ki : “ Ey kendini çocuk gösteren
baba, bana bir sır söyle.”
2385. Veli dedi ki: “ Git bu halkayı çalıp durma. Kapı kapalı. Bu gün sır söylenecek gün degil, baska vakit gel.
Eger Lâ mekân âleminde mekâna yer olsaydı ben de seyhler gibi dükkânda oturur, alısverise koyulurdum”
Muhtesibin,harap bir halde yere yıkılmıs sarhosu
zindana dâvet etmesi
Muhtesip gece yarısı bir yere ugradı. Duvar dibinde bir adamın uyudugunu gördü.
“ Hey, sarhos musun,ne içtin? Söyle”dedi. Adam dedi ki: “ Testidekinden içtim!”
Muhtesip “ Söyle, testide ne var?” diye sordu. Adam, “çtigim sey” diye cevap verdi. Muhtesip, “ Bu gizli bir
lâf.
2390. Ne içtin, içtigin ne ?” diye sordu. Adam “ Testide gizli olan sey iste” dedi.
Bu sual cevap, birbirine ulanıp gitti.Muhtesip de esek gibi çamura saplanıp kaldı.
Ona, “ Gel de bir ah de bakalım” dedi. Sarhos söz söylerken “ Hu, hu” dedi.
Muhtesip, “ Ben sana ah dedim, hu, de demedim,sen hu diyorsun” deyince, adam, “ Ben neseliyim, sen
gamdan iki büklüm olmussun.
Ah; dertten , gamdan, zulümden olur. Sarhosların bu hu’larıysa nesedendir.” dedi.
2395. Muhtesip, “ Ben sunu,bunu bilmem,kalk.Marifet satıp durma. Bu dırıltıyı bırak”dedi.
Adam, “Yürü be.. sen neredesin, ben nerede?” deyince, Muhtesip, “ Hadi kalk, zindana gel” dedi.
Sarhos dedi ki: “ Be Muhtesip, beni bırak da yürü isine. Çıplak adamdan rehin alabilir misin sen?
Eger benim yürümeye kuvvetim olsaydı burada yatar mıydım. Evime giderdim.
Eger benim de aklım olsaydı, imkânını bulsaydım seyhler gibi dükkân basında bulunurdum.”
Adam’ın halini anlamak için o ulu zatı ikinci
defa olarak konusturması
2400. O, büyük adamın ahvalini ögrenmek isteyen adam “ Ey sopayı at edinip binen atlı, bir an için olsun atını
bu tarafa sür dedi.
Adam, “ Çabuk söyle, atım çok serkestir, pek huyludur.
Çabuk ol ki seni tepmesin. Ne soracaksan açıkça sor bakalım” diyerek sopasını o tarafa sürdü.
Adam gönlündeki sırrı söylemeye imkân bulamadı. Ondan vazgeçip veliyi alaya aldı.
Dedi ki: “ Bu sokakta oturan kadınlardan birini almak istiyorum. Benim gibi bir adama acaba hangisi lâyık?”
2405. Veli, “ Dünyada üç türlü kadın vardır. kisi zahmet ve mihnetten ibarettir, biri dâimi bir hazinedir.
Onu alırsan tamamıyla senin olur. kincisinin yarısı senin olur, yarısı senden ayrı kalır.
Üçüncü ise hiç sana mal olmaz. Bunu duydun ya. Hadi simdi yürü, ben gidiyorum.
Sen de durma atım seni tepelemesin. Yoksa bir düstün mü, bir daha kalkamazsın!” dedi.
Seyh, sopasını sürüp çocukların arasına katıldı.O genç adam ona tekrar bagırdı.
2410. “ Gel de hiç olmazsa sunu etraflıca anlat. Bu söyledigin üç çesit kadın kimlerdir? Onu bir söyle!”
Seyh, yine onun yanına at sürüp dedi ki : “ Bakir, tamamıyla sana mal olur, gamdan kurtulursun.
Yarısı senin olan da duldur. Fakat hiçbir suretle sana mal olmayan, evlâdı olan kadındır.
lk kocasından evlâdı olursa sevgisi de, bütün hâtıraları da oraya gider.
Hadi git, atım seni tepmesin.Uzaklas, yoksa serkes atımın nalı seni ezer!
2415. Seyh yine hay huy edip sopasını sürdü, yine çocukları yanına çagırdı.
Adam tekrar bagırdı : “ Ey ulu padisah, bir sualim kaldı, gel!” dedi.
Seyh tekrar o tarafa gelip “ Çabuk söyle, nedir? Çok duramam, çünkü o çocuk meydandan topumu kaptı!”
dedi.
Adam “ Ey Padisah, bu kadar akla, edebe sahip oldugun halde bu ne divanelik, bu ne is. Sasılacak sey!
Sen söz söylerken Aklı Küllünde ötesindesin; bir günes oldugun halde nasıl delilikle gizleniyorsun” dedi.
2420. Seyh dedi ki:”Bu külhanbeyleri beni bu sehre kadı yapmaya karar verdiler.
Reddettim, imkânı yok. Senin gibi âlim , fâzıl kimse yok.
Seriatta da senden asagı birisini kendimize ulu yapmamıza müsaade yok.” dediler.
Bunun zoruyla kendimi deli gösterdim, delilige Allah rahmeti geç erisir ama adamakıllı eriyordum. Fakat
hakikatte evvelce ne idiysem yine oyum benim ben.
2425. Aklım hazinedir, ben viraneyim. Deliyim hazineyi gösterirsem!
Divane odur ki divane olmadı, divane odur ki bu bekçiyi gördügü halde evine girmedi.
Benim bilgim cevherdir, araz degil.Bu degerli bilgi, bir maksada erismek için degil ki.
Ben seker madeniyim, seker kamısıyım, hem benden yetismekte, hem ben yiyorum.
Bir bilgiyi isiten kisi begenmez, kabul eylemez, feryat ederse o bilgi taklit bilgisidir, ögrenilerek elde
edilmistir.( adama mal olmamıstır.)
2430. Çünkü geçim elde edilmistir, gönül aydınlatmak için degil. Bu ilim de, tâlibi gibi asagılık dünya ilmidir.
Bazı adamlar, havas ve avama görünmek için ilim ögrenmek ister, bu âlemden halâs olmak için degil.
Böyle adam fareye benzer; her tarafı deler ama vuslat nurlarından gafildir.
Nuru, sahraya yol bulamadıgı için ona bu karanlık kuyusu, hos bir meskendir.
Fakat Allah, ona akıl kanadını ihsan ederse farelikten kurtulur, kuslar gibi uçar.
2435. Kanat aramazsa yerin dibinde kalır, Simâk burcuna yol bulmaktan ümitsiz bir hale düser.
Söze gelen ilim, cansızdır; satın alıcıların yüzüne âsıktır.
Münakasa ve mübahase zamanı o ilim, büyük görünür ama alıcısı olmayınca ölür gider.
Halbuki benim müsterim Allah’dır. Beni o yüceltir, o satın alır.
Benim kanımın diyeti ululuk sahibi Allah’nın cemalidir. Ben kendi kan diyetimi yemekteyim, bu bana helâl bir
kazançtır.
2440. Bu müflis alıcıları bırak. Bir avuç toprak, ne satın alabilir ki?
Toprak yeme, toprak alma, topragı arama. Çünkü toprak yiyenin yüzü daima sapsarıdır.
Gönül ye de daima genç kal. Benzin, tecelliden erguvana dönsün!”
Yarabbi , bu ihsan bizim isimiz degil. Senin lûtfun, gizli lûtfe yol göstericidir.
Ey düskünlerin ellerini tutan, elimizi tut. Bizi al.. perdeyi kaldır, perdemizi yırtma.
2445. Bizi bu murdar nefisten kurtar. Çünkü bıçagı kemigimize kadar dayandı.
Ey tacı,tahtı olmayan padisah, bizim gibi biçarelerden bu kuvvetli bagı kim çözebilir?
Ey muhabbet ihsan eden muhabbetli Allah, böyle saglam bir kilidi, senin fazlından baska kim açabilir?
Biz kendimizden vazgeçer, yüzümüzü sana tutarız.Çünkü sen, bize bizden yakınsın.
Bu dua da senin ögretmenledir, senin ihsanındandır. Yoksa külhanda nasıl olur da gül bahçesi yetisir?
2450. Kan ve bagırsak arasında kalmıs olan anlayıs ve akıl senin ikramından baska bir sey nakletmez ki,
ki parça yagdan çıkan bu ruhani nurun nurani dalgası göklere vurmakta..
Bu dil denen et parçasından hikmet nehri ırmak gibi akmakta..
Kulak denen deliklerden akıp, meyvesi akıl ve anlayıs olan can bagına kadar gitmekte.
Canlar bagının ana yolu da o anlayısın yolu. Âlemin bagları, bostanları onun fer’inden ibaret.
2455. Bu hoslukların aslı ve kaynagı o. Haydi, hemen “ O, bahçelerin inislerinde nehirler akar” âyetini oku
artık.”
Peygamber Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in hastaya nasihat etmesi hikâyesinin sonu
Peygamber, o hastayı dolastı, o aglayıp inleyen zavallının halini hatırını sordu. Sonra dedi ki :
“ Acaba sen bir çesit dua mı ettin, bilmeyerek bir zehirli as mı yedin?
Hele bir hatırla bakayım, nefsin, hilesinden cosunca ne çesit duada bulundun?”
Hasta “ Hiç hatırıma gelmiyor. Himmet et de hatırlayayım” dedi.
2460. Mustafa’nın nur bagıslayan huzuru hürmetine duayı hatırladı.
Her yanı aydınlatan Peygamber’in himmeti, ona hatırlayamadıgını hatırlattı.
Hakla bâtıl arasını ayırt eden aydınlık, gönülden gönüle açılmıs olan pencereden parladı.
Dedi ki : “Ya Resulallah, bir hezeyandır ettim, simdicek duamı hatırladım.
Daima günaha giriftar olup duruyordum. Denize düsenin yılana sarılması gibi önüme ne gelirse sarılıyordum.
2465. Sen, suçluları çok siddetli azaplarla tehdit etmistin.
Istıraba düstüm, çarem kalmadı. Bag pek sıkı, kilit kapalıydı.
Ne sabredebiliyordum. Ne kaçacak, kurtulacak yer vardı. Ne tövbe etmeye bir ümidim kalmıstı, ne
dayanmama imkân.
Elemden Harut’la Marut gibi ah ederek dedim ki : Ey yaratan Allah’m.
Harut’la Marut tehlikeden kurtulmak için Bâbil Kuyusunu dilediler.
2470. Gürbüz, akıllı, hatta sihirbaza benzer, her seye muktedir oldukları halde onlar bile ahret azabını o kuyuda
çekmek istediler.
yi de ettiler, tam yerinde bir isti. Dumandan çekilen zahmet atese nispetle elbette kolaydır, ehemmiyetsizdir.
Ahiret âzabını tavsife imkân yoktur. Onun yanın da dünya azabının ehemmiyeti olamaz.
Ne mutlu o kisiye ki savasır, çabalar, bedenine azap eder.
O cihanın azabından kurtulsun diye bu azap çekme ibadetine katlanır.
2475. Ben de, Yarabbi, bana o azabı hemencecik burada çektir de,
O âlemde rahat edeyim diye dua edip durmaktaydım. stek kapısının halkasını bu suretle çalısıyordum.
Derken bu hastalıga tutuldum. Canım zahmetten âramsız bir hale düstü.
Zikrinden, evradımdan kaldım. Kendimden de haberim yoktu, iyiden, kötüden de.
Yüzünü görmeseydim; ey kutlu, ey kokusu güzel ve mübarek Peygamber ;
2480. Hayat kaydından tamamıyla sıyrılacaktım. Bana padisaha lütfedip derttas oldun da bu gamdan kurtardın”
Peygamber, “ Ne yaptın? Sakın bir daha bu duada bulunma. Kendi kökünü kendin kazıp sökme.
Ey zayıf karınca, senin ne takatin var ki böyle bir yüce dagı yüklenmeye kalkısıyorsun ! ” dedi.
Adam dedi ki : “ Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir lâf etmem.”
Bu cihan bir çöldür, sen Musa’sın. Biz de günahımız yüzünden çölde iptilâlara ugramıs kisileriz.
2485. Yılarcadır yol görüyoruz, fakat sonunda yine ilk konakta esiriz.
Musa’nın kavmi bir hayli yol aldıkları halde sonunda yine kendilerini ilk adım attıkları yerde buldular.
Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu çöle bir yol, bir uç bulunurdu.
Fakat bizden tamamıyla usanmıs olsaydı hiç yemegimiz gökten gelir miydi?
Bir tas parçasından kaynaklar cosar mıydı, çölde canımızı kurtarabilir miydik?
Hattâ bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ates yagar, kondugumuz bu konakta alevlenir, yanardık.
2490. Musa, bizden hem hosnut, hem degil.. gâh dostumuz, gâh düsmanımız.
Hısımı; pılımızı, pırtımızı ateslemekte.. hilmi belâya siper olmakta.
Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hısımla? Fakat ey aziz Allah, bu senin lütfundan, bu lütuf, az
görülmüs, bir sey degil ki.
Adamın karsısında bulunan kimseyi yüzüne karsı methetmesi hos bir sey degil. Onun için Musa’nın adını
mahsus anıyorum.
Yoksa degil Musa, kim olursa olsun.. senin karsında baska birinden bahsetmem yarasır mı?
2495. Bizim ahitlerimiz yüzlerce, binlerce defa bozuldu. Fakat senin ahdin dag gibi , yerinden bile oynamıyor.
Bizim ahdimiz saman çöpüne benzer, her çesit rüzgâra karsı zebundur. Senin ahdinse dag gibi, hattâ yüzlerce
dagdan da kuvvetli.
O kuvvet hakkı için ey renklere sahip olan, bizim renkten renge girisimize bir acı!
Kendimizi de gördük, rüsvay olusumuzu da.Padisahım, bizi fazla imtihana çekme.
De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Allah, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak.
2500. Sen cemalde, kemalde sonsuzun; biz egrilikte sapıklıkta sonsuz!
Su bir avuç asagılık kisililerin kötülükteki sonsuzlugunu sonsuz lütfunla, cemal ve kemalinle ört.
Aman elbisemizden zaten bir tek iplik kaldı. Bir sehirdik, tek bir duvarımız yerinde.
Ey sahibimiz, su kalanı koru, su kalanı koru da Seytan, tamamıyla sevinmesin.
Bizim hatırımız için degil, suçluları yine arayıp kayırdıgın o kadim lütfun hakkı için Yarabbi.
2505. Madem ki kudretini gösterdin, merhametini de göster,ey et ve yag parçalarına merhametler ihsan eden
Allah.
Eger bu dua gazabını arttırıyorsa ulu Allah, sen bize bir dua ögret.
Nitekim Âdem cennetten çıkınca ona tövbe etmeyi nasip ettin de kötü Seytan2dan kurtuldu.
Seytan da kimdir ki Âdemden üstün olsun, böyle bir düzenle oyunu kazansın, onu alt etsin.
Bunların hepsi de hakikatte Âdem’in faydasını temin etti. Seytan’ın hilesi, düzeni, o hasetçiye lânet edilmesine
sebep oldu.
2510. Seytan, bir oyunu gördü de iki yüz oyunu göremedi. O yüzden kendi evinin diregini kendisi kesti.
Gece vakti baskalarının ekinini ateslemek istedi, fakat yel, atesi kendi ekinine sürdü.
Lânet, Seytana bir gözbagı oldu, bu yüzden hileyi düsmanı olan Âdem’e ziyan sandı.
Lânet dedigin de iste insanı böyle ters görüslü yapar. Hasetçi, kendini görür, begenir, kindar bir hale gelir.
Nihayet kötülügün, sonunda dönüp kötülükte bulunana gelecegini, ona ziyan verecegini anlamaz.
2515. Kendisini mat edecek seylerin hepsini aksine görür. Halbuki mat olan kendisidir, kendisi ziyan eder!
Çünkü kendisi bir hiçten ibaret oldugunu görse, yarasının öldürücü ve siddetli oldugunu bilse,
Böyle görüs, böyle bilis ,adamın gönlünü dertlendirir. Dert de onu hicaptan çıkarırdı.
Anaları dogum agrısı tutmasa çocuk dogmaya hiçbir yol bulamaz.
Bu emanet gönüldedir, gönülde gebe.Bu nasihatlerse ebeye benzer.
2520. Ebe “ Kadının agrısı yok, agrı lâzım, agrı çocuga yoldur” der.
Dertsiz kisi yol vurucudur, dertsizlik “Enel Hak- ben Hakk’ım” demektir.
Bu “Ene” sözünü vakitsiz söylemek; lânete düsmektir, “ Ene” yi vaktinde söylemek rahmettir.
Mansur’un “ Ene” deyisi, süphe yok ki rahmetten ibarettir; fakat Firavunun “ Ene” deyisine bir bak, lânetin ta
kendisi!
Hulasa vakitsiz öten her horozun ibret için basını kesmek gerekir.
2525. Bas kesmek nedir? Dünyada nefsi öldürmek, nefsin dileklerini terk etmek.
Bu da öldürülmekten kurtulsun diye akrebin ignesini çıkarmak gibidir.
Tasla tepelenme belâsından kurtulsun diye yılanın zehirli disini sökersin ya!
Nefsi, pirin gölgesinden baska hiçbir sey öldürmez. O nefis öldürenin etegine sımsıkı sarıl.
Etegini sıkıca tuttun mu , bu, Allah tevfikidir. Sende beliren her kuvvet, onun seni çekisinden, dileyisinden
meydana gelir.
2530. “ Ma remeye iz remeyte” iyi bil. Canın nesi varsa canlar canındandır.
Elini tutan, yükünü yüklenen odur. Her an, her nefes, o anı, o nefesi ondan um!
Onun feyzine geç mazhar olduysan gam yeme. Bilirsin ki ihmal etmez, imhal eder.
Allah rahmeti geç erisir ama adamakıllı erisir, seni bir an bile huzurundan ayırmaz, her an seninledir.
Bu vuslatın, bu muhabbetin serhini duymak istersen adamakıllı düsünerek “Vedduha” suresini okuyuver!
2535. Eger sen kötülükler de ondandır dersen öyledir ama bundan onun kemaline noksan mı gelir ki?
Bu kötülük ihsanı da onun kemalindendir. Dinle ulu kisi, sana bir misal getireyim:
Meselâ ressam iki türlü resim yapar: Güzellerin resimleriyle,çirkin resimleri.
Yusuf’un, yaratılısı güzel hurinin resmini de yapar, ifritlerin,çirkin iblislerin resmini de.
ki türlü resim de onun üstatlıgının eseridir.Bu,ressamın çirkinligine delil olamaz, bilâkis üstatlıgına delildir.
2540. Çirkini gayet çirkin olarak yapar, o derecede ki bütün çirkinlikler, onun etrafında döner, örülür.
Bu suretle de bilgisindeki kemal meydana gelir, üstatlıgını inkâr eden rüsvay olur.
Eger çirkinin resmini yapmayı bilmezse ressam, nâkıstır. ste bu yüzden Allah hem kâfirin yaratıcısıdır, hem
müminin.
Bu yüzden küfür de Allah’lıgına sahittir, iman da. kisi de ona secde eder.
Fakat bil ki müminin secdesi dileyerektir. Çünkü mümin, Allah rızasını arar, maksadı onun rızasını almaktır.
2545. Kâfir de istemeyerek Allah’ya tapar ama onun maksadı baskadır.
Padisahın kalesini yapar amam beylik dâvasındadır.
Kale, onun malı olsun diye isyan eder, fakat nihayet kale, padisahın eline geçer.
Müminse o kaleyi padisah için tamir eder, makam sahibi, mevki sahibi olmak için degil.
Çirkin, “ Ey çirkini de yaratan padisah, sen güzeli de yaratmaya kaadirsin, çirkini de” der.
2550. Güzel de “ Ey güzellik padisahı, beni bütün ayıplardan arıttın” der.
Peygamber Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in nasihat etmesi ve hastaya dua ögretmesi
Peygamber, o hastaya dedi ki: “ Sen, sunu söyle; Allah, sen bize güçlükleri kolaylastır.
Dünya yurdunda bize iyilik ver, ahiret yurdunda da.
Yolumuzu gül bahçesi gibi lâtif bir hale getir, ey Yüce Allah, konagımız zaten sensin.”
Müminler mahserde derler ki; “ Ey melekler, cehennem müsterek bir yol degil miydi?
2555. Mümin de oraya ugrayacaktı, kâfir de. Fakat biz bu yolda ne duman gördük, ne ates.
ste burası cennet, emniyet yurdu. Peki o asagılık ugrak nerede?”
Melekler derler ki: “ Hani geçerken filân yerde gördügümüz o yemyesil bahçe vardı ya.
Cehennem, o siddetli azap yurdu, iste orasıydı. Fakat size baglık, bahçelik, yesillik bir yer oldu.
Siz, bu cehennem huylu, kötü suratlı, ates mesrepli nefsi.
2560. Çalısıp, çabalayıp tertemiz bir hale getirdiniz; Allah için atesi söndürdünüz:
Sulelenip duran sehvet atesini takva yesilligi, hidayet nuru haline soktunuz; Hırs atesiniz hilim, bilgisizlik
karanlıgı ilim oldu;
Hırs atesini attınız; o ates diken gibiydi, gül bahçesine döndü..
Mademki siz kendinizdeki bütün atesleri bizim için söndürdünüz, bu suretle de zehir, bal haline geldi.
2565. Madem ki atese mensup olan nefsi bir bahçe yapıp oraya vefa tohumları ektiniz,
Oradaki zikir ve tespih bülbülleri, yesillikte, ırmak kıyısında güzel bir tarzda ötüsmeye koyuldular.
Allah’ya, çagırana icabet ettiniz, nefis cehennemine su serptiniz.
Bizim cehennemimiz de size yesillik, gül bahçesi, agaçlık haline geldi.”
Ogul, ihsanın karsılıgı nedir? Lütuf, ihsan ve en degerli sevap.
2570. Siz, biz kurbanız, varlık, iyilik vasıflarına karsı fâniyiz:
Kallessek de, divaneysek de o sâkinin, o kadehin sarhoslarıyız;
Onun hükmüne, onun fermanına bas koymakta, tatlı canımızı ona peskes sunmaktayız.
Sevgilinin hayali, gönüllerimizde oldukça; isimiz, kulluk ve can vermedir, demediniz mi?
Nerede bir belâ çıragı uyandırdılarsa orada yüz binlerce âsıgın canını yaktılar.
2575. Evin içinde ki âsıklar, sevgilinin cemali çıragına pervanedirler.
Gönül, seninle nurlanan yere, belâlardan sana siperlerden olanların meclisine,
Sana canlarında yer verenlerin, seni saraplarla dopdolu bir kadeh haline getirenlerin yanına git!
Onların canlarında yurt kur; ey aydın dolunay, gökyüzünde mekân tut!
Onlar, sana sırları belirtmek için Utarit gibi gönül defterini açarlar.
2580. Madem ki yerin yurdun yok.. bildiklerin yanına var, ay parçasıysan kâmil ve tamam bir aya yüz vur!
Cüz’ün, küllünden çekinmesi de ne oluyor? Muhalifle bu kaynasma da ne?
Cinse bak, bir nev’ile karısınca, o cinsin nev’i olmus.. gayıpları gör, ayn’ın nuru ile ayn kesilmis.!
Be akılsız, karı gibi isvelendikçe, yalana isveye kalkıstıkça, nasıl üst olacaksın?
Halkın seni övmesini, sana yaltaklanmasını, halkın tatlı ve kandırıcı sözlerini alıyor, altın gibi cebine
indiriyorsun!
2585. Sana Padisahların sövmesi, vurması, sapıkların övmesinden daha iyidir .
Padisahların tokadını ye de asagılık kisilerin balını yeme.. bu suretle er olanların ikbali yüzünden sen de bir er
ol.
Çünkü onlardan hil’at gelir, devlet gelir. Onlar, ruhun penahında cesedi, can haline getirirler.
Nerede bir çıplak, bir yoksul görürsen bil ki bir kâmilden kaçmıstır.
Gönlünün diledigini yapmak, o kör, o kötü ve sermayesiz gönlün istedigini yerine getirmek için bir üstattan
firar etmistir.
2590. Eger ustanın diledigine uysaydı kendisini de bezerdi, akrabasını da .
Dünyada kim ustadan kaçarsa, devletten kaçar; bunu böyle bil.
Ten kazancında bir sanat ögrendin, din sanatına da bir el ur!
Dünyada elbisen var, zenginlestin; fakat bu âlemden gidince nasıl edeceksin?
Ahiret için de bir sanat ögren ki magfiret kazancını elde edesin.
2595. O cihan da pazarla, kazançla dolu bir sehirdir. Zannetme ki kazanma yalnız bu âlemdedir ve bu kazanç
kâfidir!
Ulu Allah “ Bu cihanın kazancı, o kazancın yanında çocuk oyuncagıdır” dedi.
Hani bir çocuk, öbür çocugun üstüne yürür, onunla konusuyor birlesiyor gibi hareketlerde bulunur ya..
Çocuklar, dükkâncılık oynarlar ya.. fakat zaman geçirmeden baska, ellerine bir sey girmez.
Gece gelip çatar, çocuk evine aç döner, Öbür çocuklar giderler, tek basına kalakalır.
2600. Bu âlem oyun yeridir, ölüm de gece. Geri döner gidersin, fakat kese bombos,sen de yorgun argın!
Be serkes herif, din kazancı; asktır, gönül cezbesidir, Hak nuruna kabiliyettir.
Bu asagılık nefis, senden fâni kazanç ister. Fakat niceye bir asagılık seyleri kazanıp duracaksın, bırak artık,
yeter.!
Asagılık nefis eger senden yüce bir kazanç dilese bile bu dilekte hile ve düzen vardır.
blis’in Muaviye’yi “Kalk,namaz vakti geldi” diye uyandırması
Rivayet ederler : O Muaviye köskünde bir bucakta uyumustu.
2605. Köskün kapısı içerden kilitliydi, çünkü Muaviye halkın gelip gitmesinden yorulmustu.
Ansızın birisi onu uyandırdı. Muaviye gözünü açınca adam gözden sır oldu.
Kendi kendisine, “ Köske kimse giremez. Bu küstahlıkta, bu cürette bulunan kim acaba?” dedi.
Etrafı dolastı, gizlenen adamdan bir nisan bulmak için her tarafı arastırdı.
Kapı ardında bir herif gördü. Adam kapıya sinmis, yüzünü perde ile örtmüs gizlenmisti.
2610. Muaviye “Hey sen, kimsin, adın ne ?” diye sordu. Adam “ Adım açıkça söyleyeyim, Saki blis” diye cevap
verdi.
Muaviye “ Niye gayret ettin, beni niçin uyandırdın? Bana dogru söyle, aykırı konusma” dedi.
blis’in Muaviye’yi esekten düsürmesi,kapalı konusup bahaneler etmesi,Muaviye’nin ona cevap
vermesi
Seytan “ Namaz vakti geldi. Hemen mescide kosmak gerek.
Mustafa, mâna incisini delerek “ Acele edin, ibadetleri vakti geçmeden yapın buyurdu” dedi.
Muaviye “ Hayır, hayır senin böyle bir maksadın olmaz. Bana hayra delil olasın, imkânı mı var?
2615. Hırsız, evime gizlice giriyor da “ Bekçilik ediyorum” diyor.
Ben o hırsıza nasıl inanayım? Hırsız, sevabı, ecri ne bilir” dedi.
Yine blis’in Muaviye’ye cevap vermesi
Seytan dedi ki: “ Biz, evvelce melektik. badet yoluna canla basla düzülmüstük .
Yol saliklerine mahremdik, Ars sakinlerine hemdem,
ilk sanat gönülden çıkar mı? lk sevgi nasıl olurda unutulur?
2620. Seferde Rum diyarı ehlinden birisini, yahut Huten’li birisini görmekle vatan sevgisi kalbinden çıkar mı?
Biz de bu sarabın sarhoslarındandık, biz de kapısının âsıklarındandık.
Göbegimizi onun sevgisiyle kestik, sevgisini canımıza ektiler.
Zamanede güzel günler gördük, baharda rahmet suları içtik.
Bizim varlıgımızı da “ Onun fazıl” ve ihsan eli ekmemis midir? Bizi de yoktan yaratan o degil mi?
2625. Ondan nice lûtuflar görmüsüz, rıza gülistanında nice dolasmısız.
Basımıza rahmet elini koyar, bize de lûtuf çesmelerini izhar ederdi.
Ben daha çocukken, süt emiyorken besigimi kim salladı? O!
Onun sütünden baska kimden süt emdim, onun tedbirinden baska beni kim yetistirdi?
Vücuda sütle giren huyu, çıkarmaya kimin iktidarı vardır?
2630. Kerem denizi bir itapta, bulunsa bile, kerem kapılarını kapalı bırakır mı?
Onun, asıl pesin ihsan ettigi para, lûtuf ve vergisidir.Kahırsa, o paranın üstüne konmus arızi bir tozdan
ibarettir.
Âlemi lûtfetmek için yarattı. Zerrelere, onun günesi riayetlerde bulundu.
Ayrılık bile, onun kahrından dogmakla berber vuslatın kadrini bilmek içindir.
Bu suretle diler ki ayrıldıgı, canın kulagını bursun, onu tedibetsin de can, vuslat günlerini bilsin.
2635. Peygamber “ Allah, âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti.
Yarattım ki benden bir fayda görsünler, balıma parmaklarını bansınlar.
Ben bir fayda göreyim, çıplak adamdan bir libas elde edeyim diye yaratmadım, dedi” buyurmustur.
Birkaç gün oldu ki beni huzurundan kovdu. Fakat yine gözüm onun güzel yüzünde.
Böyle bir yüzden bu çesit kahra ugramak sasılacak sey.Herkes sebeple mesgul olup durmakta.
2640. Halbuki ben sebebe bakmam. Çünkü sebep sonra meydana gelen bir seydir. Sonradan meydana gelen bir
seyin varlıgına sebep olur.
Ben ezeli lûtfa bakar, sonradan meydana geleni yırtar, iki parça ederim.
Tutalım, Âdem’e secde etmemem hasettendi. Ama o haset de asktan meydana geldi; inattan, inkârdan degil.
Her haset, süphesiz dostluktan meydana gelir. Sevgiliyle baskaları bir arada oturunca haset bas gösterir.
Aksırana “ Çok yasa “ demek dostluktan oldugu gibi, kıskançlık da dostlugun sartıdır.
2645. Onun oyununda bundan baska bir oyun yoktu ki? Oyna dedi, ben ne bilirim ki ona katayım?
Bir tek oyunum vardı, oynadım, kendimi kaldırıp belâya attım.
Belâda da onun lezzetlerini tatmak istedim, ona mat oldum, ona mat oldum, ona mat oldum!
Ey ulu kisi, bu altı cihetli âlemde kim, kendisini altı duygu kapısından kurtarabilir ki?
Altının cüz’ü, nasıl olurda küllünden kurtulur? Hele keyfiyetsiz Allah onu egri yaratmıssa!
2650. Bu altı cihet içinde atese dalmıs kisiyi ancak altı ciheti yaratan Allah kurtarabilir.
Küfür olsun, iman olsun.. onun eliyle dokunmadır, onundur.”
Muaviye’nin tekrar blis’e blis’in hilelerini anlatması
Emîr ona dedi ki: “ Bunlar dogru. Fakat bunlardan senin payın eksik.
Sen, benim gibi yüz binlerce kisinin yolunu urdum delik deldin, hazineye girdin!
Hem ates ve neft olasın, hem yakmayasın, buna imkân var mı? Kimdir ki senin elinden elbisesi yırtılmamıs
olsun!
2655. Ey, ates senin tabiatın yakmaktır, bir seyi yakmaman mümkün degil.
Allah seni yakıcı bir hale getirmis, bütün hırsızların üstadı etmistir. ste lânet budur.
Allah ile yüz yüze konustum. Ey düsman, senin hilene karsı ben kim oluyorum?
Senin marifetlerin, ıslık sesi gibidir, kusların seslerine benzer, fakat kus avlar.
O, yüz binlerce kusun yolunu urmustur. Kus,âsina bir kus geldi sanıp aldanmıstır.
2660. Havada uçarken ıslık sesini duyunca havadan iner, burada esir olur.
Nuh’un kavmi senin hilenden feryada düsmüsler, gönülleri yanmıs, gögüsleri paramparça olmustur.
Cihanda Âd kavmine rüzgârı sen yolladın, onları azaplara, mihnetlere sen düsürdün.
Lût kavminin basına tas yagmasına sen sebep oldun. O kara suyun içinde, senin yüzünden boguldular.
Nemrut’un beyni, senin yüzünden döküldü binlerce fitneler meydana getiren Seytan!
2665. Filozof, zeki Firavunun aklı körlesti, senin yüzünden bir sey anlamaz oldu.
Ebulehep de senin yüzünden naehil,oldu.Ebülhakem de senin yüzünden Ebucehil kesildi.
Ey bu satrançta nam için yüz binlerce ustayı mat eden!
Ey müskül oyunlarıyla gönülleri yakan ve gönlüne merhamet gelmeyen!
Sen hile denizisin, halk bir katradan ibaret. Sen dag gibisin, selim kalpli insanlara ancak bir zerre!
2670. Ey düsmanlık edip duran Seytan, senin hilenden kim kurtulabilir? Hepimiz tufana gark olmusuz. Ancak
Allah’nın korudugu müstesna.
Nice saadetli yıldız, senin yüzünden ihtiraka düsmüstür. Nice askerler, nice topluluklar, senin yüzünden
darmadagın olmustur!”
blis’in Muaviye’ye cevap vermesi
blis Muaviye’ye dedi ki: “ Bu bagı çöz. Ben, kalpla halis için mehengim.
Hak, beni aslanla köpegi imtihan etmek için yarattı, halisle kalpı ayırt etmek için halk etti.
Ben, kalpın yüzünü ne vakit karartmısım.Kuyumcuyum ben, ona daima degerini verdim.
2675. yilere yol gösteririm, kuru dalları keserim. Bu otları niye ortaya koyarım?Hayvan hangi cinstendir,
meydana çıksın diye.
Kurt, ceylândan bir yavru dogursa onun kurt, yahut ceylân olusunda süphe edilir.
Önüne otla kemik koy. Bakalım hangisine tezce adım atacak, hangisine meyledecek?
Eger kemige gelirse köpektir, ota meylederse süphe yok, ceylân cinsindendir.
2680. Kahırla lûtuf, birbirine es oldu. Bu ikisinden bir hayır ve ser âlemi dogdu.
Sen otla kemigi göster, nefis ve can gıdasını arz et.
Nefis gıdasını isterse asagılıktır, ruh gıdasını isterse serverdir.
Tene hizmet ederse esektir. Can denizine dalarsa inci bulur.
Gerçi bu ikisi birbirine aykırı, hayır ve serdir ama ikisi de bir is basındadır.
2685. Peygamberler, ibadetlerini arz ederler, düsmanlar sehvetlerini.
Ben iyiyi nasıl kötülestirebilirim? Allah degilim ya! Ben bir davetçiyim, onları yaratan degil!
Güzeli çirkin yapabilir miyim? Rab degilim ki. Güzele çirkine bir aynayım.
Hintli, bu, adamı kara suratlı gösteriyor diye aynayı yaktı.
Ayna dedi ki: suç benim degil. Benim yüzümü cilâlayana kabahat bul!
O beni gammaz yaptı, çirkin kimdir, güzel kim? Söyleyeyim diye o, beni dogru sözlü etti.
2690. Ben sahidim, sahidi zindana atmak nerede görülmüs? Zindan ehli degilim. Allah sahidimdir.
Ben de nerede meyveli bir agaç görürsem onu dadı gibi besler, yetistiririm.
Fakat nerede bir acı ve kuru agaç görürsem fıskı, miskten kurtulsun diye keserim.
Kuru agaç, bahçıvana “ Yigit, suçsuz,günahsız niye benim basımı kesiyorsun?” der.
Bahçıvan der ki: “ Sus, kötü huylu. Kurulugun suç olarak yetmez mi?”
2695. Kuru agaç “Ben dogruyum, egri degil. Niçin suçum yokken beni kesiyorsun der?” der.
Bahçıvan der ki: “ Kutlu bir sey olsaydın da keske egri olsaydın, fakat yas olsaydın!
Öyle olsaydın Âbıhayatı çeker, dirilik suyu ile karısır, hayat bulurdun.
Tohumun kötüymüs, aslın kötüymüs, güzel bir agaca ulasamamıssın.
Güzel bir agaç dalı, kötü bir agaca asılansa o güzellik, kötü agacın tabiatını da güzellestirir.”
Muaviye’nin Seytan’a kızıp sert muamelede bulunması
2700. Emîr, Seytana dedi ki: “ Ey yol urucu, delil getirme. Beni kandırmaga yol bulamazsın, yol arama.
Sen bir dolandırıcısın ben de garip bir tâcirim. Getirdigin her elbiseyi nasıl alabilirim?
Kâfirlik edip pılımın, pırtımın etrafında dolasma. Sen hiç kimsenin malına müsteri degilsin.
Dolandırıcı müsteri olamaz. Müsteri gibi görünse bile bu, hileden, düzenden ibarettir.
Kim bilir, bu hasetçinin kabagında ne var? Allah, bu düsmanın elinden bizi kurtar, feryadımıza yetis!
2705. Bir kere daha bana üfürür, beni bir kere daha afsunlarsa bu hırsız, hırkamı kaptı gitti!
Onun bu sözü duman gibidir. Ey Allah, elimi tut, yoksa kilimim elden gider.
Bir delil getirmekle blis’e üst olamam.Çünkü o, her yüce, her asagılık kisinin fitnecisi, imtihancısıdır.
“ Allemel esma” ya bey olan Âdem bile bu köpegin yıldırım gibi kosusuna karsı yaya kalmıstır.
Seytan,onu bile cennetten yeryüzüne atmıstır. Âdem bile Simâk burcundayken balık gibi onun oltasına
düsmüs,
2710. “ Rabbenâ, zalemnâ” diye aglayıp feryat etmistir. Onun hilesine, düzenine nihayet yoktur.
Onun her sözünde bir sey vardır, her sözünde yüz binlerce sihir gizlidir.
Erlerin erliklerini bir nefeste baglar; kadının erkegin hevesini bir nefeste arttırır.
Ey halkı yakıp yandıran fitneci blis, niçin beni uyandırdın? Dogruyu söyle!
Seytan, “ Kötü zan sahibi olan kisi, yüz nisan da olsa dogruyu isitmez.
2715. Bir gönül, hayale düstü mü delil getirsen bile hayali artar.
Söz, o gönülde illet haline gelir; gazinin kılıcı hırsıza âlet olur.
Bu takdirde, öyle adama verilecek cevap susmaktan ibarettir.Ahmakla konusmak deliliktir.
Ey ahmak, benim serrimden Allah’ya ne aglayıp sızlanıyorsun? Sen, o asagılık nefsinin serrinden agla, sızlan!
Sen helva yersin, çıban olur; sıtmaya tutulursun, sıhhatin bozulur.
2720. Sonra da blis’e suçu yokken lânet edersin. Niçin o seytanlıgı kendinde görmezsin?
Bu, ey azgın, blis’ten degil,sendendir. Tilki gibi kuyruk pesinde kosup durmaktasın.
Yesillikte bir kuyruk gördün mü o tuzaktır, bunu niye bilmiyorsun?
Bilmiyorsun, çünkü kuyruga meylin seni bilgiden uzaklastırdı, gözünü, aklını kör etti.
Sevdigin seyler seni kör ve sagır eder; düsmanlıga kalkısma, bu cinayeti, kara nefsin isledi.
2725. Bana suç bulma , aykırı görme.Ben, kötülükten de bizarım, hırstan da, kinden de!
Bir kere kötülük ettim, hâlâ pismanım; gecem gündüz olsun diye bekleyip duruyorum.
Halk arasında müttehim oldum, herkes, kadın olsun erkek olsun kendi isini bana isnat ediyor.
Zavallı kurt, aç bile olsa uyduruyor diye itham edilir.
Zayıflıktan yol yürümeye kudreti olmasa bile çok yemeden imtilâ olmustur derler” dedi.
Muaviye’nin tekrar blis’e ısrarı
2730. Muaviye dedi ki: “ Seni dogruluktan baska bir sey kurtaramaz. Adalet, seni dogruluga davet etmekte.
Dogru söyle de elimden kurtul. Hile , savasımın tozunu yatıstıramaz.”
Seytan, “Ey hayal kuran, düsüncelere dalan, dogruyu, yalanı nasıl anladın?” dedi.
Muaviye, “ Peygamber, nisanesini bildirmis, kalpla saglamı anlamak için mehenk vermis;
“ Yalan kalplerde süphe uyandırır, dogru kalplere emniyet ve nese verir “demistir.
2735. Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz.Suyla yag karısık olursa çırag aydınlık vermez.
Dogru söz kalbe istirahat verir. Dogru sözler, gönül tuzagının taneleridir.
Gönül hasta olur, agzı kokarsa ancak o vakit dogruyla yalanın tadını almaz.
Fakat gönül agrıdan illetten salim olursa, yalanla dogrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar.
Âdem’in bugdaya hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selâmeti kapıp götürdü.
2740. Senin yalanına, isvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti.
O anda akrebi bugdaydayken ayırt edemedi. Hevesle mest olan kisinin temyizi uçup gider.
Halk, arzu ve heva sarhosudur. Onu için senin yalanını dinler.
Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara âsina etmistir.
Kadı’nın kadılıktan sikâyeti,naibinin ona verdigi cevap
Birisini kadı yaptılar. Aglayıp inlemeye koyuldu. Naip “ Kadıya bu aglama nedir diye?
2745. Aglamak, feryat etmek zamanı degil.. sevinecek, kutlanacak zamanın “ dedi.
Kadı, bir ah edip dedi ki: “ Gönlüne hâkim olmayan, isin iç yüzünü bilmeyen kimse nasıl hükmedebilir? O, isin
hakikatini bilen iki kisi arasında bir cahilden baska bir sey degildir ki.
O iki hasım , ne yaptıklarını bilirler.Zavallı, kadı o iki kisinin hilesini ne bilsin?
Hallerini bilmez, gafildir. Böyle oldugu halde kanlarına, mallarına nasıl hükmedecek?”
Naip “ Hasımlar, bilgili ama illetlidir. Halbuki sen, cahilsin ama seriat mumusun.
2750. Çünkü sende bir kasıt ve illet yok. ste su illetsizlik yok mu? Gözlerin nurudur.
O iki bilgiyi, garazları kör etmistir. Bilgilerini de kasıtları, illetleri mezara tıkmıstır.
Kasıtsızlık, bilgisizi âlim yapar, kasıt ve garaz, ilmi aykırı bir hale sokar, zulüm haline koyar.
Sen rüsvet almadıkça kör degilsin, fakat tamah ettin mi körsün, kul köle kesilirsin” dedi.
Ben hevadan vazgeçmisim, sehvet lokmalarını az yemisim.
2755. Gönlümün tat alma duygusu aydın.. dogruyu yalandan ayırt eder.
Muaviye’nin blis’i söyletmesi
Sen niçin beni uyandırdın? Be hilebaz, sen uyanıklıga düsmansın.
Sen, afyona benzersin, daima uyutursun. Saraba benzersin, aklı, bilgiyi giderirsin.
Seni çarmıha gerdim. Haydi dogru söyle. Ben dogruyu bilir, anlarım, hileye sapma.
Ben herkesten, tabiatında, huyunda ne varsa, neye sahipse onu ararım.
2760. Sirkeden seker lezzetini aramam. Karı tabiatlı erkegi asker yerine saymam.
Gâvurlar gibi, bir putun Hak olusunu, yahut Hak’tan bir alâmet, bir nisan bulusunu ummam.
Fıskıdan misk kokusunu istemem. Irmak içinde kuru kerpiç arastırmam.
Agyar olan Seytan’dan beni hayır için uyandırmayı ummam.”
blis, birçok hileye, düzene kalkıstıysa da Emîr, onun inadını, inkârını dinlemedi.
blis’in ,hilesini Muaviye’ye dogru söylemesi
2765. Bunun üzerine sözü agzının içinde geveleyerek dedi ki: “ Ey Muaviye, ben seni sunun için uyandırdım:
Cemaate yetisesin, devletli Peygamber’in ardında namaz kılasın.
Eger namaz fevt olsaydı, vakit geçseydi bu cihan, sana nursuz, kapkaranlık kesilecekti.
Bu ziyandan bu dertten dolayı aglayacak, gözlerinden âdeta kâselerle yas dökecektin.
Herkes, ibadetten bir zevk alır, bu yüzden de bir an bile sabredemez, ibadette bulunur.
2770. Fakat o dert, o gussa yüzlerce namaza deger. Nerede namaz, nerede o niyazın ısıgı?”
hlâs sahibi birisinin cemaati kaçırdıgından dolayı tahassür ve istiyakı
Birisi mescide girerken baktı ki halk mescitten çıkıyor.
Cemaat dagıldı mı ki herkes acele,acele mescitten çıkıyor?” diye sordu.
Birisi, “Peygamber, cemaatle namazını eda etti, duasını bile bitirdi.
Ey ham adam, nereye gidiyorsun? Peygamber, çoktan selâm verdi” dedi.
2775. Adam bir ah çekti ki ahının dumanı göründü.Bir vah etti ki gönlünden kan kokusu geldi.
Cemaatten biri “Sen bu ahı bana ver, ben o namazı sana bagıslayayım” dedi.
Adam “Verdim, namazı da kabul ettim” dedi. Öbürü o ahı, yüzlerce niyazı aldı.
Gece rüyasında hâtif ona “ Sen Âbıhayatı, derde dermen olan ameli aldın,
O ahı seçmen, o âsıklar zümresine girmen yüzü suyu hürmetine de bütün cemaatin namazı kabul edildi” dedi.
blis’in Muaviye’ye hilesini söylemesi hikâyesinin sonu
2780. Bunun üzerine Azazil dedi ki: “ Ey emîr, artık hilemi açıga vurayım.
Eger namazın fevt olsaydı gönlüne dert düsecek, ah ve figana baslayacaktın.
O teessüf, o figan, o niyaz, yüzlerce zikirden, namazdan üstün olacaktır.
Böyle bir ah, hicapları yakmasın diye korktum da seni, onun için uyandırdım.
stedim ki öyle bir ah etmeyesin, bu suretle de o yola sahip olmayasın.
2785. Ben hasetçiyim, iste böyle bir hasette bulundum.Düsmanım; isim, gücüm, hile ve kinden ibarettir”
Muaviye, bunun üzerine “ ste simdi dogruyu söyledin, senden bu beklenir, lâyıgın budur.
Sen örümceksin, ancak sinek tutabilirsin. Halbuki ben sinek degilim, zahmet etme a köpek!
Ben ak doganım, beni padisah avlar. Örümcek, etrafımızda nasıl olur da ag örebilir?
Kudretin varken yürü, sinek avla, sinekleri bir ayran tası civarına çagır!
2790. Onları bala çagırsan bile bu çagırıs, süphe yok yalandır, çagırdıgın sey de yine ayran!
Sen beni uyandırdın ama o uyandırıs, uykunun ta kendisiydi. Bana gemi gösterdin ama gösterdigin gemi,
girdaptan ibaretti.
Sen beni, daha iyi bir hayırdan mahrum etmek için hayra sevkettin” dedi.
Ev sahibinin ,hırsızı yakalamak üzereyken birisinin seslenmesi yüzünden kaçırması
Bu, suna benzer: Bir adam, odasında hırsız görüp kovalamaya basladı.
Birkaç kere pesinden dolastı, iyice terledi.
2795. Nihayet son saldırısta hırsıza yaklastı. Bir sıçrasa tutacaktı.
Biri “Buraya gel de belâ nisanelerini gör!
Çabuk ol savas eri, çabuk gel de burada ki ahvali bir gör” diye bagırdı.
Adam, herhalde orada da bir hırsız olacak,hemen gitmezsem basıma belâ kesilecek,
Çoluguma ,çocuguma el uzatacak. O vakit bunu tutmaktan ne faydam olur?
2800. Bu Müslüman, kerem edip beni çagırıyor.Hemencecik gitmezsem herhalde bir kötülügü düsecegim deyip.
O iyilikçi Müslüman’ın sefkatine güvenerek hırsızı bıraktı yola düzüldü.
Varıp “ Aziz dost ne var? Böyle kimin elinden feryat ediyorsun ?” dedi.
Adam “ ste, hırsızın ayak izine bak. Hırsız çalacagını çalıp bu tarafa gitmis.
ste o kaltabanın ayak izi. Yürü, bu izi izle, ardından kos!”dedi.
2805. Adam “ Be ahmak, sen ne söylüyorsun?Ben onu tutmusum.
Sen bagırınca koyuverdim. Sen bir esekmissin megerse. Bense seni adam sandım.
Bu ne herze, bu ne hezeyan? Ben kendisini tutmustum, ayak izini ne yapayım?” dedi.
Sen bir hilebazsın, yahut aptalın birisin. Hattâ belki de hırsızın ta kendisisin ve bu isi de mahsus yaptın.
Öbürü “ Ben ayak izini gösteriyorum. sin haki katından âgahım” dedi.
2810. Adam dedi ki: “Sen ya düzenbazsın, ya ahmak, belki de hırsızın ta kendisisin de isi biliyorsun.
Ben hasmımı çeke, çeke yakalamak üzereydim. ste ayak izi diye sen koyuverttin. Sen cihetten
bahsediyorsun, bense cihetlerden çıkmıs, kurtulmusum. Vuslatta delil ve âlamet olur mu?”
Sıfatlarla perdelenmis olan kisi, ancak sıfat görür. Zatı kaybeden kisidir ki sıfatlarda kalır.
Ogul, Allah’ya ulasanlar, zata gark olmuslardır. Artık onlar sıfatlara nazar ederler mi?
Basın ırmagın dibinde oldukça renge bakabilir misin?
2815. Suyun rengine bakmak için dipten çıktın mı?Güzel bir halıyı bırakmıs, köhne bir kilimi almıs olursun.
Avamın ibadeti, havasın günahıdır. Avamın vuslatı bil ki havasın hicabıdır.
Padisah bir veziri muhtesip yapsa, onun dostu degildir, düsmanıdır.
Mamafih o vezir belki suç islemistir. Böyle birden bire muameleyi degistirmek elbette sebepsiz olamaz.
Çünkü önce muhtesip olan kisiye baht ve devlet nasip olmus demektir.
2820. Fakat önceden padisaha vezir olanı, sonra muhtesip yapmak kötü bir is yaptıgından olabilir.
Fakat padisah, seni esikten huzuruna çagırmıs, sonra tekrar esige sürmüsse,
Süphe etmeksizin bil ki bir suç ettin. Bilgisizlikle cebre yapısır.
Kısmetim buymus dersen neden önce o devlet kısmetin olmustu?
Bilgisizlikle kendi kısmetini kendin teptin. Halbuki ehil olan kisi kısmetini artırır.
Münafıkların Mescid-i Dırâr yapmaları
2825. Aykırı gidise Kuran’dan getirecegimiz baska bir misal de dinlesen yerindedir.
Münafıklar, buna benzer bir çift- tek oyununu da Peygamberle oynamıslardı.
“Ahmet dinini yüceltmek için bir mescit yapalım” dediler. Halbuki bu mürtetlikten baska bir sey degildi.
Bu çesit aykırı bir oyuna giriserek Peygamber’in mescidinden baska bir mescit yaptılar.
Dösemesini, tavanını, kubbesini düzdüler.Fakat bununla cemaati ayırmak diliyorlardı.
2830. Yalvararak Peygamber’in yanına geldiler, deve gibi huzuruna çöktüler.
“ Ey Allah Peygamberi, lûtfedip o mescide kadar bir zahmet etsen;
Kademlerinle kutlasan.. günlerin kıyamete kadar ter-ü taze olsun!
Topraklı, bulutlu günün, zaruret ve yoksulluk gününün mescidi iste.
Diledik ki oraya bir garip gelirse yer bulsun, bu hizmet konagında bolluga ersin.
2835. Bu suretle de din siarı çogalsın, etrafa yayılsın, dostlarla olunca acı yemis bile hostur.
Bir an orayı sereflendir, bizi tezkiye et ,diger sahabeye bildir.
Mescide, mescittekilere iltifat et..sen aysın, biz de gece. Bir an olsun bizimle ol da.
Gece cemalinle gündüze dönsün, ey cemali, geceleri aydınlatan günes.!” dediler.
Ah ne olurdu bu sözleri gönülden söyleselerdi de muratları olsaydı.
2840. Gönül istemeden agza gelen lâtif sözler, külhandaki yesillige benzer dostlar.
Uzaktan bak, geç. Yavrum onlar yemeye kokmaya degmez.
Vefasızlara gitme. Onlar; iyi dinle, yıkık köprüdür.
Bilgisiz biri oraya ayak basarsa köprü de yıkılır, ayagı da kırılır.
Asker, nerede bir bozgunluga ugrarsa, iki, üç karı tabiatlı adamın yüzünden ugrar.
2845. O, erkek gibi silahlanıp savas safına girer. Digerleri de, iste tam dost diye ona güvenirler.
Fakat savas zahmetlerini gördü mü yüz çevirir. Onun kaçısı senin mânevi kuvvetini de kırar.
Bu bahis, uzundur. Uzadıkça uzar, maksat da gizli kalır, geçelim.
Münafıkların Peygamber’i Mescid-i Dırâr’a götürmek için kandırmaya çalısmaları
Halk Peygamber’e masallar okumakta; yalan dolan atını sürmekteydiler.
O merhametli, sefkatli Peygamber gülümseyerek ancak “ Peki” diyebildi.
2850. O cemaatin tesekkür edilmesi icap eden islerini anladı, icabet edecegini söyleyerek haber getirenleri
sevindirdi.
Onların hileleri gözünün önünde görünüp duruyor, o hileleri süt içinde kıl görür gibi birer, birer görüyordu.
Fakat o lûtuf sahibi Peygamber, kılı görmemezlikten geliyor, o zarif kimse sütü övüyordu..
Yüz binlerce hile ve hud’a kıllarına o an gözünü yummustu.
O kerem denizi dogru buyurmustu: “ Ben, sizi, sizden ziyade esirgerim,
2855. Ben âdeta dehsetli surette alevlenmis, yalınlanmıs bir atesin kıyısına oturmus bir adama benzerim.
Siz pervane gibi o tarafa kosuyorsunuz. Ben de iki elimle pervane koymaktayım”
Münafıkların dilegi üzerine Peygamber, o tarafa yürüyünce Allah gayreti haykırdı: “ Gul sesini dinleme,
Bu habisler hile ettiler, söyledikleri sözlerin hepsi aykırıdır.
Maksatları kara yüzlülükten baska bir sey degildir. Hıristiyanlarla Yahudiler, en hayırlı dini nasıl olur da aralar?
2860. Cehennem köprüsü üstüne bir köprü kurdular, Allah’ya tavlada hileye giristiler”
Maksatları Peygamber’in sahabesinin arasını bozmaktı. Her herzevekil Hakk’ın fazıl ve ihsanını nasıl tanır?
Sam’dan buraya bir Yahudi getirmek niyetindeydiler. Yahudiler, o Sam’lı Yahudi’nin va’zından sarhos
olmuslardı.
Peygamber, “ Gelmege gelirim ama simdi yol üstündeyiz. Savasa gidiyoruz.
Savastan dönünce o mescide giderim” buyurdu;
2865. Onları defetti; savasa gitti. O kötü, o yalancı kisileri bu suretle avuttu.
Dönünce münafıklar, tekrar gelip evvelki va’dini hatırlattılar.
Allah, “ Peygamber, açıkça söyle. Neticesi savas bile olsa onların hıyanetlerini açıga vur” dedi.
Peygamber de “ Ey hilebaz Kavim,susun da sırlarınızı söylemeyeyim”
Deyip sırlarından birkaçını söyleyiverdi. Derhal halleri kötülesti.
2870. Münafıkların elçileri ,hemen “Hâsa, hâsa” demege basladılar.
Her münafık, koltuguna bir Mushaf urup hile ile Peygamber’e kostu;
Yemin etmeye koyuldu. Çünkü yemin etmek siperdir, ve yemin etmek,yalancı kisilerin âdetidir.
Yalancı, dolancı adam, dinde vefakâr olmadıgından her an yeminini bozar.
Dogruların yemin etmege ihtiyaçları yoktur. Onların gözleri aydındır.
2875. Ahdi, misakı bozmak, ahmaklıktandır.Yeminine vefa etmek ve yemininde durmaksa temiz kisinin isidir.
Peygamber dedi ki : “Sizin yemininize mi inanayım, Allah’nın yeminine mi?”
Münafıklar, yine ellerin de Mushaf oldugu halde güya agızlarının orucuyla yemin etmeye giristiler.
“ Bu dogru ve temiz kelâm hakkı için o mescidi kurmamız Allah rızası içindir.
Bu hususta hiçbir hilemiz, düzenimiz yok. Orada ancak Allah’yı anacak, dogru bir yürekle Allah’ya ibadet
edecegiz” dediler.
2880. Peygamber dedi ki : “ Allah’nın sesi, kulagına diger sesler gibi gelmekte.
Hak, kulaklarınızı mühürledi de Allah sesini duymuyorsunuz.
ste apaçık kulagıma Allah sesi gelip duruyor. Âdeta tortuyu saftan süzmekteyim”
Nitekim ey bahtı kutlu, Hak sesi, Musa’ya da bir agaçtan gelmisti.
“ Ben Allahyım” sesini bir agaçtan duymustu. O sesle beraber nurlar belirmis, parlamıstı.
2885. Vahiy nuruna karsı aciz kalınca yine yemin etmeye koyuldular.
Allah yemine siper demistir. Savasçı ,siperi elden bırakır mı?
Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara “ Süphe yok, yalan söylüyorsunuz” dedi.
Sahabeden birisinin inkâr düsüncesine düsüp ”Peygamber Sallâhü Aleyhi Ve Selem ne için ayıpları
örtüyor” diye düsünmesi
Peygamber, va’dinden dönünce sahabeden birisinin gönlüne inkâr düsüncesi düstü.
Peygamber böyle ak sakallı, kâmil, koca kisileri utandırıyor.
2890. Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede hayâ? Hani Peygamberler, yüz binlerce ayıbı örterlerdi?
Dedi; derhal yine bu itiraz, yüzümüzü saratmasın, mahcup düsmeyeyim diye gönlünden istigfar etti.
Münafık kisilerle dost olmanın somlugu mümini de onlar gibi çirkinlestirdi, âsilestirdi.
Yine “ Ey gizli seyleri bütün inceligiyle bilen Allah, beni küfrümde ısrar eder bir halde bırakma.
Bakısım nasıl elimde degilse, gönlüm de elimde degil. Yoksa bu an hısımla gönlümü yakardım” dedi.
2895. Bu düsünceyle uykuya daldı, münafıkların mescidini fıskı ile dolu gördü.
Mescidin tasları pislik içinde harap olmustu. Onlardan kara dumanlar tütüyordu.
Çıkan dumanlar, adamın bogazına girdi, bogazı yandı. O acı dumanın kokusundan uyandı.
Hemen yüzüstü kapanıp aglamaya basladı. Allah, bunlar, münkirlik nisanesi.
Kahır ve gazap, beni iman nurundan ayıran böyle bir sefkatten daha iyi” diyordu.
2900. Mecaz ehlinin çalısıp çabalamasını arastırsan görürsün ki sogan gibi kat, kattır.
Fakat her katı, öbüründen daha içsiz, daha bos. Halbuki dogruların her isi öbüründen daha iyi, daha
yerindedir.
Münafıklar, ziyneti libaslarının üstüne. Kubâ Mescidini yıkmak için yüzlerce gayret kemeri kusanmıslardı.
Onlar, Eshab-ı Fil’e benziyorlardı. Habesistan’da bir Kâbe yapmıslardı da Allah, Kâbelerine ates vurmustu.
Bunun üzerine öç almak için Kâbe’yi yıkmaya niyetlendiler. Halleri nice oldu, Kuran’ı oku, anla!
2905. Dinde kara yüzlü olanların hileden düzenden,savastan baska bir seyleri yoktur.
Her sahabe, mescit hakkında apaçık bir rüya gördü, bu suretle münafıkların o mescidi yapmaktaki maksatları
meydana çıktı.
Bu rüyaları bir, bir söylesem süphe edenlerce de hakikat apaçık anlasılır.
Fakat sırlarını açmaktan ürküyorum. Çünkü peygamberler nazenindirler, onlara naz yarasır.
Onlar seriatı, taklide uymaksızın kabul etmisler, o pesin parayı mehenge vurmadan almamıslardır.
2910. Kuran’ın hikmeti müminin kayıp malıdır. Herkes kaybını bilir, tanır.
Kaybolmus devesini soran kisinin hikâyesi
Meselâ bir deven olsa da kaybetsen, arastırmaya koyulsan bulunca, senin deven oldugunu nasıl bilmezsin?
Arapça da “ Dalle” kaybolmus, elinden kurtulup kaçmıs, bir yere gizlenmis deveye derler.
Kervan, yükü yüklemege gelmis. Seninse deven kaybolmus, ortada yok.
Dudagın kupkuru.. o yana bu yana kosup durmaktasın; kervan da uzaklasıyor, gece de yakın.
2915. Pılı pırtı kokulu yerde, toprak üstünde kalmıs, sen deve pesinde suraya buraya dönüp dolasıyorsun.
“ Müslümanlar; sabahleyin ahırdan bir deve kaçtı göreniniz var mı ?
Kim söylerse, kim haber verirse su kadar para veririm” demeye baslarsın;
Herkesten sorup sorusturursun. Her asagılık adam, sana bıyık altından güler.
Biri “ Bir deve gördük, su tarafa, çayıra dogru gidiyordu” der.
2920. Öbürü “ Ha ,ha.. kulagı da kesikti” der, bir baskası da der ki: “Üstünde nakıslı bir çuval vardı.”
Diger biri “ Gördüm, tek gözlüydü” der, bir digeri de der ki “ Uyuzluktan tüyü filân da kalmamıstı..
Müjde almak için her bayagı adam, yüzlerce nisan söyler durur.
Birbirine aykırı mezhepler arasında mütereddit bir hale gelis ve onlardan kurtulus yolu
Bu suna benzer: Herkes marifet hususunda gayp mevsufunu bir sıfatla över.
Filozof onu baska bir çesitte anlatır. Mübahase eden, onun sözünü cerh eder.
2925. Baska biri her ikisini de kınar. Bir baskası da riya ile can çekisir.
Halk, bunları da o köyün adamı sansın diye her biri, bu yola ait deliller söyler.
Hakikatten sunu bil ki bunların hepsi hak degildir. Fakat bu sürünün hepsi de sapık degil.
Çünkü hak olmadıkça, bâtıl meydana çıkmaz. Ahmak, kalp altını, altın kokusunu duyar da alır.
Âlem de saglam ve geçer akçe olmasaydı kalpı nasıl harcayabilirdin?
2930. Dogru olmasaydı yalan olur muydu hiç? O yalan, dogrudan nurlanır.
Dogru ümidiyle egriyi de alırlar. Zehri sekere dökerler de öyle içerler.
Güzel ve tatlı bugday olmasaydı, bugday gösterip arpa satan ne yapardı?
Su halde bütün bu sözler bâtıldır. Bâtıllar hak ümidiyle gönüle tuzaktır.
Ama hepsi hayalden, sapıklıktan ibarettir de deme. Çünkü âlemde hakikatsiz hayal olmaz.
2935. Allah Kadir gecesidir. Kadir gecesi, insan her geceyi ibadetle geçirsin diye geceler içinde gizlidir ya Allah
da öyle gizli.
Ey genç, her gece Kadir gecesi degildir ama bütün geceler de ondan hâli degil.
Hırka giyenler arasında bir Allah fakiri vardır. Sana da haksa ona yapıs!
Nerede anlayıslı bir mümin ki padisahtan yoksulu ayırt etsin.
Âlemde her sey ayıpsız olsaydı, ticaret edenlerin hepsi aptal olurdu.
2940. Bu taktirde kumas tanımak pek kolaylasırdı. Madem ki ortada ayıp yok, ehil ne oluyor, nâehil ne oluyor?
Fakat eger her sey de ayıplı olsaydı bilginin ne faydası olurdu? Mademki hepsi odun, burada ödagacı yok
demektir.
Her sey hak demek ahmaklıktır, fakat her sey bâtıl diyen de sakîdir.
Peygamberlerin tacirleri kâr ettiler; renk ve koku tacirleriyse ziyan!
Yılan, güzel mal gibi görünür. ki gözünü de ovustur da iyice bak!
2945. Bu alısverise gıpta ile bakma, Firavunla Semud kavminin ziyanını gör!
Hayır ve serri anlasılsın diye her seyi sınama
Su göge defalarca bak. Çünkü Allah “ Ona bir kere daha dön de bak” buyurdu.
Bu nurani tavana bir kere bakmakla kani olma, defalarca bak, “ Bir çatlak görebilir misin?”
Allah, sana “ Bu güzel göge ayıp arayan kisi gibi defalarca bak” dedi.
Gök hususunda böyle olunca ya, bu kara yeri görmek, fark edip anlayarak begenmek için bilir misin. Ne kadar
bakmak gerek!
2950. Tortuyu süzmek, sâfı meydana getirmek için aklımızın ne kadar zahmetler çekmesi lâzım.
Kıs ve güz imtihanlarıyla yazın harareti, can gibi olan bahar,
Yeller, bulutlar, simsekler, hep hâdiselerin zuhur etmesi;
Rengi toprak olan yerin, yeninde, yakasında bulunan lâlle, âdi tası meydana çıkarması içindir.
Bu abus suratlı toprak, Hak hazinesinden, kerem deryasından ne çalmıssa,
2955. Takdir sahnesi, hadi der, dogru söyle..aldıgın neyse bir kılına kadar anlat!
Hırsız, yani toprak “ Hiçbir sey almadım, hiçbir sey” derse de sahne, onu durmadan çekistirip durur, egip
büker.
Sahne, ona gâh seker gibi lâtif sözler söyler; gâh onu asar, en kötü iskencelerde bulunur.
Bu suretle kahırla, lûtufla, korku ve can atesinin tesiriyle o gizli seylerin açıga vurulmasına gayret eder.
O baharlar, Kibriya, sahnesinin lûtfudur. Hazan da Allah’nın korkutması, tehdit etmesidir.
2960. Kıs da “ Ey gizli hırsız, meydana çık” diye mânevi bir çarmıhtır.
Savas erinin gönlü bir zaman ferahlar, bir zaman daralır; derde, gıllıgüsa düser.
Çünkü bedenlerimiz olan bu su ve toprak, bu balçık, münkirdir.Canların ziyasının hırsızıdır.
Ulu Allah, ey yigit; sıcagı sogugu, zahmeti, derdi bedenlerimize havale etmistir.
Bütün bunlar, korku, açlık,malların azlıgı, bedenimizin hastalıgı, hepsi can nakdinin meydana çıkması içindir.
2965. Vaitlerle tehditler, bu birbirine karısmıs olan iyi ve kötüyü ayırt etmek içindir.
Hakla,bâtıl birbirine karıstıgından, saglam parayla kalp akçayı bu hareme döktüklerinden dolayı,
Ayırt etmek için hakikatları sınamıs, görmüs bir mehenk gerektir ki,
Bu hileleri fark etsin, su tedbirlerin esası olsun.
Ey Musa’nın anası, Musa’ya süt ver, belâya düsecegini düsünme, suya at!
2970. Kim, Elest gününde o sütü emmisse Musa gibi sütü fark eder.
Çocugun fark ve temyiz sahibi olmasını cidden istiyorsan, ey Musa’nın anası, hemen simdi onu emzir de,
Anasının sütündeki lezzeti anlasın, yaratılısı kötü dadılara teslim olmasın.
Devesini arayan adamın hikâyesinin faydası
Ey itimada lâyık adam, sen bir deve kaybetmissin, herkes sana devenden bir nisan vermekte.
Sen devenin nerede oldugunu bile bilmiyorsun ama o söylenen nisanların yanlıs oldugunu biliyorsun.
2975. Devesini kaybetmeyen de taklitle devesini kaybeden kisi gibi bir deve arar.
“ Ben de devemi kaybettim. Kim bulursa müjdesini verecegim” der.
Deve aramakta seninle yoldaslık eder, deveye tamah ettiginden böyle bir oyuna girisir.
Sen, kime “ Bu söylediklerin yanlıs” dersen o da sana uyup aynı sözü söyler.
O, yanlıs nisaneyle dogrusunu ayırt edemez ama senin sözün, o mukallidin asâsıdır, ona dayanır.
2980. Dogru ve benzer bir nisane verirlerse inanırsın, süphen kalmaz.
O nisane, hasta canına sifa olur, benzinin rengi yerine gelir, iyilesir, kuvvetlenirsin.
Gözün ısıklanır, ayagın tutar, yürür.. cismin can olur, canın tamamıyla ruh kesilir.
“ Dogru söyledin ey emniyetli kisi, bu nisaneler, tamamıyla deveme ait.
Bu nisaneler, apaçık ve inanılır deliller.. bu nisaneler, devemi gördügüne delâlet etmekte, âdeta Berat ve
Kadir, âdeta kurtulusun ta kendisi”
2985. Der, bu nisaneleri vereni “ Haydi, önden yürü. Yürüme vakti, sen öne düs de,
Ben senin ardınca geleyim. Dogru sözlü kisi, devemin kokusunu aldın, simdi de nerede, göster” diye onu öne
salarsın.
Fakat deve sahibi olmayıp bu arastırmada taklide uyan kisinin,
Bu dogru nisanelerle yakını artmaz, ancak hakikaten devesi kaybolanın inanısı ona da akseder.
Onun ciddiyetinden, tahassüründen bir koku alır, anlar ki onun bu yelip yortması saçma degil, elbette bir aslı
var!
2990. Bu deve arayısı dogru degil ama o da bir deve kaybetmistir.
Baskasının devesine tamah edisi onun yüzünü örter de kendi kaybını unutturur.
Devesi kaybolan nerelerde kosarsa bu da kosar, tamahından dertliye dost ve yoldas olur.
Yalancı da dogrucuyla yoldas olunca yalanı, ansızın dogru olur.
Devenin kostugu o ovada yalancı da kendi devesini buluverir.
2995. Onu görünce devesini hatırlar; dostunun, arkadasının devesinden tamahını keser.
Devesini orada otlar görür de mukallitten muhakkik olur.
Deveyi orada aramadıgı halde bulunca o an hakikaten deveye talip kesilir.Bu nisaneler, apaçık ve inanılır
deliller.
Ondan sonra yalnızca yürümeye baslar, gözünü kendi devesine açar.
Asıl deve arayan “Beni bıraktın mı, halbuki simdiye kadar arkadaslık ettik” deyince,
3000. “ Simdiye kadar abes bir seyle mesguldüm,tamahtan sana yaltaklanıp duruyordum.
Bu arayısta senden zâhiren, cismen ayrıldım ama asıl simdi seninle derttas oldum.
Simdiye kadar devenin evsafını senden çalmıstım . Halbuki simdi canım, benimkini gördü, artık gözüm doydu.
Onu görmedikçe aramadım, istemedim. Fakat simdi bakır maglûp oldu, altın üst geldi.
Bütün suçlarım, sükür olsun,ibadet oldu, alay fena buldu, dogruluk kaldı.
3005. Suçlarım, Hakk’a vesile oldu. Gayri suçlarımı kınama, onlara dokunma.
Seni, dogrulugun arayıcı etmisti. Bana da ciddiyetim ve arastırmam dogruluk kapısını açtı.
Seni, dogrulugun aramaya sevk etti, beni de aramam dogruluga çekti.
Alay olsun diye, is olsun diye yere devlet tohumu ekiyordum.
Halbuki onun aslı varmıs, hakikî kazancımmıs.. ektigim her taneye bedel yüzlerce tane çıktı” diye cevap verir.
3010. Hırsız, bir eve girmege kalkısır, girince görür ki girdigi kendi eviymis!
Ey soguk, hararetlen ki ısınasın, sertlige alıs ki yumusayasın.
O iki deve degildir ki.. bir devedir. Fakat söz dar, mâna ise pek genis!
Söz mânaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber” Allahyı bilenin dili tutulur” dedi.
Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, gögü günesi ne kadar bilebilir ki?
3015. Hele bu gök olursa.. bu öyle bir gök ki, gökyüzü, buna nispetle bir katre. Bu günes,o günese nispetle bir
zerre!
Her an bir Mescidi Dırâr var
Münafıkların yaptıkları mescidin hakikî bir mescit olmayıp hile yurdu, Yahudi tuzagı oldugu anlasılınca,
Peygamber “ Onu yıkın! Süprüntülük, küllük, gübürlük yapın” buyurdu.
Mescidin sahibi de mescit gibi kalptı. Tuzaga saçtıgın taneler, cömertlik sayılmaz ki.
Oltandaki et lokması, balıgı avlamak içindir. Öyle bir lokma ne ihsandır, ne cömertlik!
3020. Kubâ’lıların Mescidi, tastan, topraktan ibaretken yine kendisinin naziri olmayan Mescid- i Dırar’ın
vücuduna meydan vermedi.
Tasa topraga bile böyle bir zulüm ve sitem yapılmadı. Adalet emîri olan Resulullah, Kubâ mescidine
benzemeyen o mescide sûle vurdu, onu yakıp yıktı!
Asılların aslı olan hakikatların da, bil ki, farkları, ayrılıkları vardır.
Ne hayatı onun hayatına benzer, ne mematı onun mematına.
Hattâ kabrini bile öbürünün kabri gibi sanma. O cihanın farkını ben nasıl söyleyeyim?
3025. Ey is eri, sen isini mehenge vur da bir Mescid’i Dırâr da sen yapma.
Sen o mescit yapanları kınıyor, onlarla alay ediyorsun ama gözünü çevirip baksan görürsün ki sen de
onlardansın!
Bir is için savasan, fakat kendisinin de o hale müptelâ oldugından haberi olmayan Hintli
Dört Hintli bir mescitte Allah’ya ibadet için namaza durmuslar, rükû ve sücuda koyulmuslardı.
Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve husuyla namaz kılmaktaydı.
Bu sırada müezzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin agzından bilâihtiyar bir söz çıktı; “ Müezzin, ezanı okudun
mu, yoksa vakit var mı?”
3030. Öbür Hintli, namaz içinde oldugu halde “ Sus yahu, konustun, namazın bozuldu.” dedi.
Üçüncü Hintli ikincisine dedi ki : “Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!”
Dördüncü “ Hamd olsun ben, üçünüz gibi kuyuya düsmedim” dedi.
Hulasâ dördünün de namazı bozuldu. Âlemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder.
Ne mutlu o kisiye ki kendi ayıbını görür.Kim birisinin ayıbını görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.
3035. Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı gayıptan! Madem ki basında onlarca yara var, merhemini basına
vurmalısın.
Yarayı ayıplamak, ona merhem koymaktır. Sınık bir hale düstü mü “ Bir kavmin azizi zelil oldu mu acıyın
ona”hadîsine mazhar olur.
Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın, günün birin de o ayıp, senden de
zuhur edebilir.
Allahdan “ Emin olmayın” sözünü duymadın mı? Peki o halde neden müsterih ve emin oluyorsun?
3040. blis, yıllarca iyi adla anılarak yasadıgı halde nihayet bak, nasıl rüsvay oldu, adı ne oldu?
Yüceligi âlemde tanınmıstı; aksiyle tanındı, yazık!
Emin degilsen, tanınmayı isteme. Yürü, yüzünü korkuyla yıka da sonra göster.
Güzelim, sakalın çıkmıyorsa baska sakalsızları kınama.
Su ise bak: Seytan, belâlara düstü de sana ibret oldu.
3045. Sen belâya ugrayıp ona ibret olmadın.. o zehri içti, sen serbetini iç,(ibret almana bak!).
Oguzların,birini korkutmak için baska birini öldürmeye kalkısmaları
Kan dökücü Oguz Türkleri, malları yagma etmek üzere bir köye girdiler.
O köyün esrafından iki kisi yakalayıp birini öldürmeye niyet ettiler.
Öldürmek üzere elini bagladıkları zaman dedi ki : “ Padisahlar, yüce erler.
Niye benim kanıma kastediyorsunuz. Neden benim kanıma susadınız?
3950. Öldürülmemde ki maksat, garaz ne? Görüyorsunuz ya, gördügünüz gibi yoksulum, çırçıplak bir adamım”
Oguzların biri “ Arkadasın korksun, ürksün de altınları çıkarsın diye öldürüyoruz” dedi.
Adam “O benden yoksul” deyince Oguz, “ Haber verdiler onun altını var” dedi.
Adam dedi ki : “Madem ki bizim ikimizden bir sey umuyorsunuz,
Evvelâ onu öldürün de ben korkayım, altınların yerini göstereyim!”
3055. Simdi sen de Allah’nın keremine bak ki biz âhir zamanda geldik.
Zamanlardan sonuncusu, ilk devirlerden daha üstündür. Hadîste “ Ahirûnes Sâbikun” denmektedir.
Merhamet sahibi Allah, Nûh ve Hûd kavimlerinin helâkini bize gösterdi;
Biz korkalım, ibret alalım diye onları kahretti. Ya aksi olsaydı vay haline!
Kendisine tapanların--peygamber ve velilerin-- Aleyhimüsselâm—varlıkları nimetken buna
sükretmeyenlerin hali
Peygamberlerden hangisi, suça, ayıba dair bir sey söylediyse tas gibi katı gönül’e, kapkara cana,
3060. Allah fermanlarına ehemmiyet vermemeye, yarın ki ahret gününü düsünmeyip rahatça keyfine bakmaya,
Bu asagılık dünyaya heves etmeye,bu asagılık dünyaya âsık, karılar gibi nefse zebun olmaya,
Nasihat edenlerden kaçmaya, temiz kisilerle bulusmaktan çekinmeye,
Gönül’e, gönül ehline karsı yabancı durmaya, padisahlara hile düzmeye, onlara karsı tilkilik yapmaya
kalkısmaya,
Gözü tok kisileri yoksul sanmaya,onlara haset edip gizlice düsman olmaya dair söyledi.
3065. Onlardan biri verdigin bir seyi kabul ederse yoksul dersin, kabul etmezse riyakâr ve mürai!
nsanlara karısırsa tamahkâr dersin. Karısmaz, çekingen davranırsa kibirli!
Yahut da münafıklar gibi “ Çolugun, çocugun nafakasını kazanmaya ugrasıyorum,
Ne basımı kasımaya vaktim var , ne din kaydına düsüp ibadet etmege!
Lûtfet, bizi himmetle bir an da sonunda biz de velilerden olalım” diye mazeret serdedersin.
3070. Fakat bu sözde, dertten, asktan degildir. Âdeta uyuyan bir adamın bir aralık uyanıp sayıklayarak tekrar
uykuya dalmasına benzer.
“Ayalimin rızkını kazanmaktan baska bir sey yapamıyorum. Ne çare? Disimle, tırnagımla çalısıp çabalıyor,
helâlinden kazanıyorum” dersin.
Ey sapıklara karısan, ne helâli? Senin kanından baska helâl göremiyorum.
Çare Allah’dandır. Lokmandan degil.. çare dindendir puttan degil!
Ey asagılık dünyaya bile sabredemeyen, bu yeryüzünü güzel bir tarzda döseyen Allah’ya nasıl
sabredebiliyorsun?
3075. Ey naz ve nimete bile sabredemeyen, kerim Allah’ya nasıl sabredebiliyorsun?
Ey temize, pise bile sabırsız, Yaradanına nasıl sabredebiliyorsun?
Nerede bir Halil ki magaradan çıkıp ayı görünce “ Bu benim Rabbim” dedikten sonra battıgını görünce
kendisine gelip “ Nerede kâinatı yaratan Allah?” desin.
Ben, bu iki meclis sahibini görmedikçe iki âlemi de görmek istemem.
Allah sıfatlarını görmedikçe ekmek bile yesem bogazımda kalır.
3080. Onun yüzünü görmedikçe, onun gülünü , gül bahçesini temasa etmedikçe lokma nasıl siner?
Allah’yı ummadan bu suyu bir an bile kim içer? Ancak öküz ve esek!..
Hayvan gibi olanlar, hatta ondan da asagı bir dereceye düsmüs bulunanlar, hileyle dolu olsa bile yine pis,
murdar, kokmus kisilerdir.
Böyle kisinin hilesi de bas asagı olmustur, kendisi de. Zamanı geçip gitmis, günü bir türlü gelmez olmustur.
Düsüncesi körlesmis, aklı bozulmus ömrü hiçe gitmistir. Elif gibi hiçbir seyi yoktur!
3085. “ Ben de bu düsüncedeyim” dese bile bu da o nefsin hilesinden,masalındandır.
“ Allah yargılayıcıdır, merhametlidir” demesi de asagılık nefsin hilesinden baska bir sey degildir.
Ey elimde ekmegim yok diye gamdan ölen, Allah yargılayıcı ve merhametliyse ya bu korku ne?
htiyar bir adamın hastalıklardan doktora sikayeti,doktorun cevabı
htiyarın biri, bir doktora “ Dimagım yorgun, aklım yerinde degil” dedi.
Doktor dedi ki . “ O akıl zayıflıgı ihtiyarlıktandır.” htiyar, “ Gözüm de kararıyor” dedi. Doktor “Koca ihtiyar,
ihtiyarlıktan” dedi.
3090. Doktor,”Koca ihtiyar,ihtiyarlıktan” dedi.Adam, “ Arkam dehsetli agrıyor” deyince,
Doktor dedi ki: “A zayıf ihtiyar, ihtiyarlıktan!” Adam, “ Ne yiyorsam hazmedemiyorum” dedi.
Doktor “ Mide zayıflıgı da ihtiyarlıktan” dedi. Adam, “ Nefes alırken sıkıntı çekiyorum, nefes darlıgım var” dedi.
Doktor dedi ki: “Evet, nefes darlıgı da ihtiyarlıktan. htiyarlayınca insanda iki yüz türlü illet peyda olur.”
htiyar kızıp, “ Be ahmak, lâfın hep bu mu, sen doktorluktan yalnız bunu mu belledin?
3095. Be herif, Allah her derde bir derman verdi, bunu bilemiyor musun?
Sen ahmak bir eseksin,bilgin de kıt, aklın da. Ayagın kısa oldugundan yeryüzünde kalakalmıssın” dedi.
Doktor cevap verdi: “ Ey yası altmıs, isi bitmis adam, bu kızgınlık, bu hiddet de ihtiyarlıktan!”
Vücudun bütün cüzileri, zayıflar, yıpranır, sabır da azalır.
ki çift söze bile tahammül edemez, haykırır. Bir yudum suyu bile hazmedemez, kusuverir!
3100. Ancak Allah sarhosu olan ihtiyar müstesna. O tertemiz bir yasayısa sahiptir.
Zâhiren ihtiyardır ama hakikatte çocuk. Zaten o veli ve nebi nedir ki?
Eger iyinin, kötünün yanında zâhir olmasalar bu asagılık kisilerin onlara su hasedi neden?
Onlar yakîn ilmini bilmiyorlarsa onlara karsı bu buguz, bu hilekârlık, bu kin ne?
Onlara düsman olanlar ölümden sonra dirilmeyi ve kıyamet gününü bilselerdi kendilerini keskin kılıcın üstüne
nasıl atarlardı.
3105. O pir sana gülümser, fakat sen onu öyle görme; onun için yüzlerce kıyamet var.
Cennet, cehennem.. hepsi onun cüzileri. Ne düsünürsen, O, o düsünceden de üstün.
Ne düsünüyorsan yokluk kabul eder, fakat düsünceye sıgmayan yok mu? ste Allah odur.
çinde kim oldugunu biliyorsa, evin kapısındaki küstahlık neden?
Ahmaklar Mescidi ulular da, gönül ehlinin gönlünü yıkmaya çalısır.
3110. Halbuki o mecazidir be esekler, bu hakikat. Uluların gönülden baska Mescidi yoktur.
Herkesin secdegâhı olan velilerin gönül mescitlerinde Allah vardır.
Allah erinin gönlü derde düsmedikçe Allah, hiçbir milleti rüsvay etmemistir.
Peygamberlerle savasa girisenler, onları cisim görüp kendileri gibi insan sanmıslardır.
Sende o ilk gelenlerin ahlâkı var. Nasıl oluyor da sen de onlar gibi helâk olmaktan korkmuyorsun?
3115. Onlardaki nisanelerin hepsi sende de var. Madem ki onlardansın, nerde kurtulacaksın?
Cuha ile babasının cenazesi önünde feryat eden çocuk
Çocugun biri, babasının tabutu önünde aglamakta, basına vurmaktaydı.
“ Baba, seni nereye götürüyorlar? Nihayet seni topragın altına yatıracaklar.
Öyle bir dar, öyle bir elemli eve götürüyorlar ki orada ne halı var, ne hasır.
Ne geceleyin bir ısık var, ne gündüzün bir dilim ekmek.. ne yemek kokusu var, ne yiyecekten eser..
3120. Ne mamur bir kapı var, ne damında bir yol.. ne de sıgınılacak bir komsu!
Halkın öptügü cismin o elemli yurda nasıl gidecek?
Amansız bir ev, dar bir yer.. orada ne bet kalır, ne beniz” demekte.
Bu suretle o evin vasıflarını sayıp gözlerinden kanlı yaslar saçmaktaydı.
Cuha, babasına dedi ki: “ Babacıgım, vallahi bu adamı bizim eve götürüyorlar.”
3125. Babası , Cuha’ya “ Ahmak olma” dedi. Cuha, “ Baba, su nisaneleri dinle.
Birer ,birer saydıgı bu nisanelerin hepsi, seksiz süphesiz bizim evin nisaneleri.
Ne hasır var, ne ısık var, ne yemek. Ne kapısı mamur, ne içi, ne damı!”
Halkta da bu suretle kendilerine ait yüzlerce alâmet oldugu halde azgınlar, bu nisaneleri görmezler.
Kibriya günesinin suanından mahrum ve ısıksız olan gönül evi,
3130. Yahudilerin canı gibi dar ve karanlıktır; muhabbet ihsan eden Allah’nın zevkinden mahrumdur.
Ne günesin o gönüle ısıgı parlar, ne o gönlün sahası genisler, ne kapısı açılır.
Sana böyle bir gönülden mezar yegdir. Gönül mezarından çık artık!
Ey suh ve neseli can, dirisin, diri oglusun. Bu dar gönül mezarında nefesin daralmıyor mu?
Sen vaktin Yusuf’usun, gökyüzünün günesi. Bu çölden, bu zindandan çık yüzünü göster!
3135. Yunus, balık karnında pisti. Yunus Peygamber, bu belâdan ancak tespihle kurtuldu.
Balık karnında tespih etmeseydi kıyamete kadar o hapiste, o zindan da kalırdı.
Yunus, balıktan Allah’yı tespih ederek halâs oldu. Tespih nedir? Elest gününün nisanesi.
Eger can tespihini unutursan su balıkların tespihini dinle.
Allah’yı gören Allah’ya mensuptur; o denizi gören, o balıktır.
3140. Bu cihan denizdir, ten balık.. ruh da sabah nurundan mahcup Yunus.
Yunus Allah’ya tespih ettigi için balıktan kurtuldu, yoksa hazmolur, yok olup giderdi.
Bu deniz, can balıklarıyla dopdoludur. Sen görmüyorsun ama etrafında uçusup duruyorlar.
O balıklar, sana kendilerini çarpmaktalar. Gözünü aç da apaçık gör.
Balıkları görmüyorsan bile bari kulagın, tespihlerini duysun.
3145. Sabretmek, canının tespihleridir. Sabret, asıl dogru tespih odur.
O derecede hiçbir tespih yoktur. Sabret, asıl dogru tespih odur. O derecede hiçbir tespih yoktur. Sabret, “
Sabır, sıkıntının, darlıgın anahtarıdır.”
Sabır, sırat köprüsüne benzer, cennet se öbür tarafta. Her güzelin bir çirkin lalası vardır.
Laladan çekinirsen vuslata imkân yok.Çünkü lala,gözlerden ayrılmaz.
Ey azıcık bir seyden kırılan sırça gönüllü, sen sabrın zevkini ne bilirsin? Hele o Çikil güzeline ulasmak için
çekilen sabrın lezzetini!
3150. Savas zevki, kudret ve kuvvetli ere göredir, karı tabiatlı adamsa ancak zekerden zevk alır.
Zekerden baska ne dini vardır, ne zikri; o düsünce , o adamı ta asagılık yere kadar çekip götürür.
Gökyüzüne bile çıksa korkma ondan.Çünkü o, ancak asagılık askıyla ders ögrenmistir.
Çanı yukarılarda çalınsa, Çan sesi yukarılardan gelse bile atını asagıya dogru sürüp durur.!
Yoksulların âlemlerinden korkulur mu? O âlemler lokma elde etmek için bir yoldur.
Oglanın iriyarı adamdan korkması.adamın ”Korkma çocugum,ben er degilim” demesi
3155. Bir iri adam bir oglanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocugun yüzü sarardı.
Adam dedi ki “ Güzelim, emin ol.. sen benim üstüme bineceksin.
Ben korkunç görünsem de aldırıs etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür”
nsanların suretleriyle mânaları da iste böyledir. Dısardan adam görünürler, içerden melûn Seytan!
Ey Âd gibi ipiri adam, sen rüzgârın tesiriyle dalın vurdugu davula benziyorsun.
3160. Tilki, hava ile dolu tulum gibi bir davul yüzünden avını yele verdi.
Davulda bir can olmadıgını, içinin hava dolu oldugunu görünce dedi ki: “ Domuz bile su bombos tulumdan
yeg!”
Davul sesinden tilkiler korkar, fakat akıllı kisi onu öyle döver ki deme gitsin!
Ormana dalan süvariden korkan okçu
Bir atlı cins ata binmis, pür silâh, heybetle bir ormana dalmıs, gidiyordu.
Usta bir okçu görüp korkarak yayını çekti.
3165. Onu vurmak isterken atlı bagırdı: “Ben cüssece iriyim ama hakikatte zayıf bir adamım.
Sakın benim iriligime bakma, savas zamanı kocakarıdan da asagıyım.”
Okçu “ haydi git, iyi ki söyledin, yoksa korkumdan seni vuracaktım” dedi.
Nice adamlar vardır ki erkek olmadıklarından ellerinde kılıç oldugu halde karsıdakini silâhla tepelenmislerdir.
Rüstemlerin silâhını bile kusansan ehli olmadıktan sonra canından olursun.
3170. Ogul, kılıcı bırak da can siperini ele al. Bu padisahtan ancak bassız olan basını kurtarır.
Senin silâhın; hilen, düzenindir.Hem senden dogar hem canına kast eder.
Bu hilelerden madem ki bir fayda elde edemedin, hileyi bırak da devletlere kavusasın.
Madem ki hileden bir meyve elde edip yiyemedin, bırak hileyi, Allah’yı ara!
Bu bilgiler, sana madem ki kutlu degil, kendini ahmak yerine koy, som seyi terk et!
3175. Melekler gibi “ Allahm, bizim bilgimiz, ancak senin bildirdigin bilgidir, baska bir sey bilmiyoruz” de!
Bedevinin çuvala kum doldurması ve filozofun onu kınaması
Bir bedevi, devesine iki dolu çuval yüklemis, birisi onu lâfa tuttu.
Vatanından sorup konusturdu ve o suallerle bir hayli inciler deldi.
Sonra dedi ki: “ O iki çuvalda ne dolu? Dogruca söyle!”
3180. Bedevi “ Bir tanesinde bugday var. Öbürü kum, yiyecek bir sey degil! ” dedi.
Adam “ Neden bu kumu doldurdun” diye sordu.Bedevi cevap verdi: “ O çuval bos kalmasın diye”.
Adam; “ Akıllılık edip bugdayın yarısını bu çuvala, yarısını da öbür çuvala koy.
Bu suretle hem çuvallar hafifler, hem devenin yükü “ dedi. Bedevi bu fikri pek begenip “ Ey akıllı ve hür
hakîm,
Böyle bir ince fikir, böyle bir güzel rey sahibi oldugun halde neden böyle çırçıplaksın, yaya yürüyor,
yoruluyorsun?”
3185. Dedi. O iyi kalpli bedevi, hakîme acıdı, onu deveye bindirmek istedi.
Tekrar “ Ey güzel sözlü hakîm, birazcık halinden bahset.
Böyle bir akılla, böyle bir kifayetle sen ya vezirsin, ya padisah. Dogru söyle!” dedi.
Hakîm dedi ki: “ kisi de degilim, halktan bir adamım. Halime, elbiseme baksana!”
Bedevi “ Kaç deven, kaç öküzün var?” diye sordu.Hakîm cevap verdi: “ Uzun etme. Ne ona malikim, ne
buna!”
3190. Bedevi, “ Peki, bari dükkânındaki mal ne, onu söyle!” dedi. Hakîm dedi ki “ Benim dükkânım nerede,
yerim yurdum nerede?
Bedevi, öyleyse paranı sorayım: sen yapayalnız gidiyorsun, hos nasihatlarda bulunuyorsun, ne kadar paran
var?
Âlemdeki bakırları altın yapacak kimya senin elinde, akıl ve bilgi incilerin tümen, tümen dedi!” dedi.
Hakîm, “ Ey Arabın iftiharı, vallahi para söyle dursun, bir gecelik yiyecek alacak mangırım bile yok.
Yalınayak, bası kabak kosup duruyorum. Kim, bir dilim ekmek verirse oraya gidiyorum.
3195. Bu kadar hikmet, fazilet ve hünerden ancak hayal ve bas agrısı elde ettim” deyince;
Arap dedi ki : “ Yürü, yanımdan uzaklas.. senin nuhusetin benim basıma da çökmesin.
O som hikmetini benden uzaklastır. Sözün, zamane halkına som.
Ya sen o yana git, ben bu yana gideyim. Yahut sen önden yürü, ben arkadan yürüyeyim.
Bir çuvalımda bugday, öbüründe kum olması, senin hikmetinden daha iyi be hayırsız!
3200. Benim ahmaklıgım, çok mübarek bir ahmaklık. Gönlümde azıgım var, canım perhizkâr!”
Sen de sekavetin azalmasını istiyorsan çalıs, sendeki hikmet azalsın.
Tabiattan dogan, hayalden meydana gelen hikmet, Allah nurunun feyzinden nasipsiz bir hikmettir.
Dünya hikmeti, zannı, süpheyi artırır, din hikmetiyse insanı felegin üstüne çıkarır.
Âhir zamanın âdi ukalâsı, kendilerini evvelce gelenlerden üstün görürler.
3205. Hileler ögrenip cigerler yakmıslar, hileler, düzenler bellemislerdir.
Asıl sermaye iksiri olan sabrı, ihsanı, cömertligiyle vermislerdir.
Fikir ona derler ki bir yol açsın.. yol ona derler ki önüne bir padisah çıkagelsin.
Padisah ona derler ki kendiliginden padisah olsun; hazinelerle, askerlerle degil.
Zira kendiliginden padisah olursa padisahlıgı, Ahmet’in pâk dininin yüceligi gibi ebedîdir.
Allah rahmet etsin,brahim Ethem’in deniz kıyısında gösterdigi keramet
3210. brahim Ethem’den rivayet edilmistir: Bir yerde deniz kıyısında oturmus,
O can sultanı, hırkasını dikmege koyulmustu. Ansızın oraya bir emîr geldi.
O emîr, Seyh’in kullarındandı. Seyh’i tanıyıp hemen secde etti.
Seyh’in hırka dikmekte oldugunu görüp sasırdı. Sekli de degismisti, huyu da!
Emîr, kendi kendisine “ Öyle bir ulu sultanlıgı terk etti de su yoksullugu ihtiyar etti. Bu ne acayip is!
3215. Yedi iklim padisahlıgını kaybetsin de yoksullar gibi kendi hırkasını diksin” diyordu.
Seyh, onun düsüncesini anladı.Seyh aslana benzer,gönülleri ormana.
Seyh, ümit ve korku gibi gönüllere girer, yürür. Cihan esrarı ona gizli degildir.
Ey sermayesizler, gönül sahiplerinin huzurunda gönüllerinizi koruyun!
Ten ehlinin yanında edep, zâhiri muameleden ibarettir. Çünkü Allah, onlardan gizli seyleri örtmüstür.
3220. Fakat gönül ehillerinin yanında edep, bâtıni bir muameledir. Bâtına aittir. Zira onların gönülleri, gizli
seyleri anlar.
Sen ne aykırı is yapıyorsun. Körlerin yanına bir makam kapmak hevesiyle gidiyor, huzur ile edebe riayet
ederek ta kapı yanında oturuyor.
Gözlülerin yanındaysa edebi terk ediyorsun. Onun için sehvet atesine odun oldun ya!
Madem ki anlayısın yok, hidayet nurundan mahrumsun.. körler için yüzünü cilâla, süsle dur.
Gözlülerin huzurunda da yüzüne pislik sür; sonra da bu kokmus halinle nazlan!
3225. Seyh, derhal ignesini denize attı ve yüce sesle igneyi istedi.
Yüz binlerce Allah balıgı, her birinin agzında birer altın igne oldugu halde,
Ey seyh Allah’nın ignelerini al, diye Allah denizinden bas çıkardı.
brahim Ethem, yüzünü o emîre dönüp dedi ki; Ey emîr, gönül saltanatı mı iyi, öyle bayagı bir saltanat mı?
Bu zâhiri bir isaretten ibaret, bir hiç bile degil. Bâtın âlemine varırsan bunun yirmi mislini görürsün.
3230. Sehre bahçeden bir dal getirirler. Fakat bagı bostanı oraya nasıl götürsünler?
Hele bu gökyüzü, ancak bir yapragı olan bir bag olursa.. hatta o âlem bir içtir, hakikattir de su cihan, onun
kabuguna benzer.
Sen, o baga dogru adım atamıyorsun. Fazla koku kokla da nezleni gider!
Bu suretle o koku, canını çeksin de gözlerinin nuru olsun.
Yakup Peygamberin oglu Yusuf, bu koku hakkında “ Gömlegimi alın, götürüp babamın yüzüne koyun” dedi.
3235. Ahmet, bu koku için vaizlerinde daima “ Gözüm namazda ısıklanır” buyurdu.
Bes duyguda birbirleriyle birlesmistir.Çünkü besi de bir asıldan meydana gelmedir.
Bu bes duygudan biri kuvvetlense öbürleri de kuvvetlenir; birisi her birisine sâki olur.
Gözün görüsü, söz söyleme kabiliyetini artırır. Gözdeki ask da dogrulugu.
Dogruluk, her duygunun uyanıklıgıdır, bu suretle duygulara zevk, munis olur.
Ârifin gaybı gören nurla nurlanması
3240. Sülûkta bir duygu, bagını çözdü mü öbür duyguların hepsi birden degisir.
Bir duygu, zâhiri duygularla idrâk edilemeyecek seyleri duydu, gördü mü, gayba ait seyler bütün duygulara
asikâr olur.
Sürüden bir koyun yürüyüp dereyi atlayınca öbür koyunlar da birer, birer o tarafa atlarlar.
Sen de duygu koyunlarını sür, Allah yazısında yay, otlat.
Da orada sümbül ve agustos gülü yesinler, hakikat bahçelerine yol bulsunlar.
3245. Öbür duyguların hepsi birer, birer o cennete ulassın diye her duygun, duygulara peygamberlik eder.
Duygular, senin duyguna dilsiz, dudaksız, hattâ hakikatten de öte, mecazdan da öte sırlar söyler.
Çünkü bu hakikat dedigin türlü, türlü tevil edilebilir. Bu vehimlenme de hayaller dogurur durur.
Halbuki âyan âlemine mensup olan hakikatse hiçbir suretle tevil edemez.
Her duygu, senin duyguna kul olunca gayri felekler bile senden ayrılamaz.
3250. Bir derinin sahibi kimdir diye dâva çıksa, deri kiminse içi de onundur.
Bir saman denginin kime ait oldugunda nizaa düsülse bugday kimin? Sen ona bak! (çünkü saman da bugday
sahibinindir.)
Felek kabuktur, ruhun nuru iç. Bu görünürde o görünmez. Ayagın kaymasın, sallanma, kendine gel!
Cisim zâhiridir, ruhsa gizli. Cisim yen gibidir, ruh el gibi.
Akılsa ruhtan daha gizlidir. Duygu, ruhu çabucak anmalı.
3255. Meselâ bir hareket gördün mü anlarsın ki o hareket eden diridir. Fakat akıllı mı acaba? Bunu bilemezsin.
Mevzun hareketlere baslar, bakırın kimya ile altın olusu gibi o da hareketlerini bilgisiyle tanzim ederse,
Ele benzeyen ruhun o münasebetli, o muntazam hareketlerinden anlarsın ki aklı vardır.
Vahiy kabul eden ruhsa akıldan da gizlidir. Çünkü o gayptır, gayp âlemindendir.
Ahmed’in aklı kimseden gizli degildir, herkes onun akıl ve kemal sahibi oldugunu bilirdi. Fakat vahiy ruhunu
her can anlayamadı.
3260. Vahiy ruhuna münasip seyler de var,fakat onları akıl anlayamaz. Çünkü o ruh pek yücedir.
Akıl, o ruhun islerine gâh delilik diye bakar, gâh saskınlık diye. Çünkü onu anlamak, o olmaya baglıdır.
Hızır’a göre alelâde olan isler Musa’nın aklını sasırttı, Musa onları görünce bulandı.
O isler Musa’ya aykırı göründü. Çünkü Musa o hale sahip degildi.
Musa’nın aklı bile gayp islerine ermezse, ey ulu kisi, bir farenin aklı nedir ki bu islere ersin!
3265. Taklit bilgisi, satıs içindir, bu bilgi sahibi, müsteri buldu mu, bilgisini güzelce satar.
Fakat hakikat bilgisine müsteri, Allah’dır. Bu bilgi sahibinin pazarı daima isler, daima parlar.
Alısveris ederken mest bir halde agzını yumup oturur. Fakat müsterisi Allahdır.
Âdemin dersine melek müsteridir, o derse dev ve peri mahrem degildir.
Âdem, senin dersin her seyin adını haber vermektir. Haydi, Allah sırlarını kıldan kıla anlat.
3270. Kısa görüslü, daima halden hale giren, renkten renge boyanan ve temkini bulunmayan,
Kisiye fare dedim, çünkü yeri, yurdu topraktır. Farenin de geçim yeri topraktan ibarettir.
Yolları, izleri bilmez degil, bilir ama yer altındakileri bilir. O , her yanda topragı delmis, delik desik etmistir.
Fare gibi nefis, ancak lokma ufalar. Allah fareye de miktarınca akıl vermistir.
Çünkü yüce Allah, hiç kimseye, ihtiyacından artık bir sey vermez.
3275. Eger âlemin yeryüzüne ihtiyacı olmasaydı âlemlerin Rabbi, yeri yaratmazdı.
Bu titreyip duran yeryüzü, daglara muhtaç olmasaydı Allah, o heybetli dagları halk etmezdi.
Göklere de ihtiyaç olmasaydı yedi kat gögü yoktan meydana getirmezdi.
Günes, ay ve su yıldızlar, ancak ihtiyaç yüzünden zuhura geldi.
Su halde varlıkların kemendi,( yoklukları çekip varlık âlemine getiren) ihtiyaçtır. Allah’nın ihsanı, ihtiyaç
miktarınca zâhir olur.
3280. Yürü, çabuk ihtiyacını arttırır da Allah’nın kereminden cömertlik denizi cossun.
Su yol üstünde dilenen, su dilencilige düsmüs olan yoksullar, halka ihtiyaçlarını arz ederler.
Kör , sakat, hasta, illetli olduklarını gösterir, bu suretle halkın merhametini costurmak isterler.
“ Ey halk, ekmek verin. Benim de ambarım var, benim de malım, benim de sofram var” derler mi hiç?
Köstebegin yemek içmek için göze ihtiyacı yoktur. Onun için Allah onu gözsüz yarattı.
3285. Köstebek, gözsüz de pekâlâ yasayabilir. Ter-ü taze toprakta göze ne ihtiyacı var?
Zaten ancak hırsızlık etmek için topraktan çıkar, baska bir is için degil, Allah, onu bu hırsızlıktan arıtsa,
O da kanatlanır, kus olur; melekler gibi göklere uçup gider.
Allah’nın gül bahçesinde her an bülbül gibi yüzlerce nagme çıkarır.
“ Ey beni çirkin sıfatlardan kurtaran, ey cehennemi cennet haline getiren,
3290. Bir yag parçasına aydınlık bahsetmekte, bir kemige isitme kabiliyeti vermektesin ey gani Allah.
Fakat o maanınin cisimle ne alâkası var?Esyanın adlarıyla,anlayısın ne münasebeti var?
Söz yuva gibidir,mâna kus gibi.Cisim ırmak gibidir, ruh akıp giden su gibi.
O ırmak akıp gitmektedir, fakat sen ona duruyor dersin.. o kosup gelmektedir, sen onu bir yere kımıldamıyor
sanırsın.
Eger su, yerden yere gitmiyorsa, eger su akıp durmuyorsa üstündeki yeniden, yeniye görünen çerçöp nedir
ki?
3295. Senin çerçöpün de fikrî suretlerindir. Aklına her an yeniden yeniye el dokunmamıs düsünceler
gelmektedir.
Düsünce ırmagın yüzü de güzel ve sevimsiz çerçöpten halî degil.
Bu kadar suyun üstünde görünen kabuklar, gayp bagı meyvelerinin kabuklarıdır.
Bu kabukların içini suda ara. Çünkü su ırmaga bagdan kaynamakta, bagdan gelmektedir.
Âbıhayatın akısını görmüyorsan ırmagın üstündeki dalların, yaprakların,çerçöpün akısına bak.
3300. Su, yegin akarsa üstündeki kabuklar ve çerçöp de daha çabuk sürüklenip gider.
Bu feyiz siddetle zuhur etti mi gayri âriflerin gönüllerine gam gelmez, o gönüllerde elem eglesmez olur.
Nitekim ırmak da, dopdolu olur, pek hızlı akarsa üstünde çerçöp eglenmez!
Halden bigâne birisinin bir seyhi kınaması ve müridin seyhe cevap vermesi
Birisi, seyhin birini “ Kötü adam, dogru yolda degil.
Sarap içiyor, mürai ve pis herif. Böyle adam nereden müritlerin imdadına yetisecek?” diye kınadı.
3305. Baska biri de ona dedi ki “ Edebe riayet et. Büyükler hakkında böyle zanda bulunmak yarasmaz.
Onun sâf seli, bulanıversin.. bu ondan ve onun sıfatlarından ne kadar uzak!
Hak ehline böyle bühtanlarda bulunma. Bu, senin hayalinden ibaret, çevir yapragı!
Böyle bir sey olmaz ya.. sayet olsa bile ey toprakta uçan kus, bahrimuhite pislikten ne zarar!
O, iki testiden az, yahut küçük bir havuz degil ki.. bir katracık pislik onu nasıl bulandırır, nasıl kirletir.?
3310. Ates, brahim’e bir ziyan veremedi. Kim Nemrutsa sen ona de : Kork atesten!
Nefis Nemrut’tur, akılla can da Halil. Ruh, isin tam içindedir. Kılavuza ihtiyaç yok.. kılavuza muhtaç olan
nefistir.
Kılavuz yolcuya, çöllerde her an kaybolana lâzımdır.
Menzile ulasanlara gözden, ısıktan baska bir sey lâzım degil. Onlar kılavuzdan da kurtulmuslardır, çölden de.
Eger o vuslat eri bir delil getirirse henüz mücadele içinde bocalayanlar anlasınlar diye getirir.
3315. Baba, küçük çocuguna onun dilince “ Ti, ti” der, aklı, âlemi ölçüp biçse bile!
Üstat “ Elifte bir sey yok” dese fazileti eksilmez, yücelikten düsmez.
Henüz söz bilmez cahile bir seyler ögretmek için kendi dilini terk etmek,
Onun dilince konusmak gerek. Ancak bu suretle senden bir bilgi, bir fen ögrenebilir.
Bütün halk da seyhin çocukları mesabesindedir. Nasihat verdigi zaman pîre, onların seviyesine inmek lâzım”
*Seyhin müridi, o kötü sözlüye, o küfürle, sapıklıkla dopdolu kisiye dedi ki:
*“Kendini keskin kılıç üstüne atma. Aklını basına al, padisah ve sultanla savasa girisme.
*Havuz ,deryaya omuz vurur, onunla boy ölçüsmeye kalkısırsa mahvoldu gitti.
*O, öyle bir deniz degil ki ucu, kıyısı bulunsun da sizin pisliginize bulansın!
3320. Küfrün de bir haddi, hududu var. Fakat seyhe ve seyhin nuruna bir kenar, bir had yok!
Haddi hududu olmayanın yanında mahdut olan sey, yok demektir. Allah’dan baska her sey fanidir.
Onun bulundugu yerde ne küfür var, ne iman.Çünkü, o içtir, küfürle imansa deri.
Bu yokluklar, yüze perdedir.O, legen altında gizli ısıga benzer.
Hulâsa bu ten bası, o basa perdedir. O basın önünde bu ten bası kesilmis gibidir, bir seye yaramaz.
3325. Kâfir kimdir? Seyhin imanından gafil olan. Ölü kimdir? Seyhin canından haberdar olmayan!
Can, tecrübelerle sabittir ki haberdar olmaktan ibarettir. Kim, daha fazla haberdarsa daha ziyade canlıdır.
Canımız hayvan canından daha üstündür, neden? Çünkü daha fazla biliyoruz.
Meleklerin canı da bizim canımızdan üstün.Çünkü onlarda Hissi Müsterek yoktur.
Ehil olanların canlarıysa meleklerin canlarından üstündür, saskınlıgı bırak!
3330. Melekler, Âdeme secde ettiler; çünkü onun canı, meleklerinkinden üstündür.
Üstün olmasaydı secde ederler miydi? Üstün olanın daha asagı mertebede bulunana secde etmesini emretmek
dogru bir sey degil degildir, yarasmaz.
Allah’nın adaleti, Allah’nın lûtfu bir gülün dikenine secde etmesini hos görür mü?
Bir can, oldu da son mertebeyi de astı mı artık her seyin canı, ona mûti olur;
Kus, balık, in,cin,insan.. hepsi ona itaat eder. Çünkü o üstündür, öbürleri noksan.
3335. Balıklar, hırkasını diksin diye ona igne getirirler. Bu, ipligin igneye tâbi olmasına benzer.
--Allah rahmet etsin—brahim Ethem hikâyesinin sonu
O emîr, balıkların brahim Ethem’in emrini yerine getirdiklerini, balıkların agızlarında igneyle sudan bas
çıkardıklarını görünce vecde geldi.
Bir ah çekip “ Balık bile pîri tanıyor. Yuh olsun o tapudan sürülen tene!
Balıklar bile pîri biliyorlar da biz ondan uzagız. Biz, bu devletten mahrumuz da onlar erismis” deyip,
Secde ederek aglaya ,aglaya perisan bir halde yola düzüldü; bu kerametin askından divaneye döndü.!
3340. Hey yüzünü yıkamamıs pis herif, neredesin sen ? kiminle kavgaya girisiyor, kime haset ediyorsun?!
Sen aslanın kuyruguyla oynamakla, meleklere saldırmaktasın.
Hayırdan ibaret olana neden kötü söylüyorsun. Kendine gel, o alçalısı yücelme sayma.
Kötü nedir? Asagılık ve muhtaç bakır, Seyh kimdir? Ucu, sonu olmayan kimya!
Bakır, kimya yüzünden altın olmak kabiliyetinde degilse kimya, bakır yüzünden bakırlasmaz ya!
3345. Kötü nedir? si ates gibi serkes kisi, seyh kimdir? Ezel denizinin ta kendisi.
Atesi daima su ile korkuturlar. Fakat suyu hiç atesle korkutabilirler mi?
Sen ayın yüzünde ayıp noksan buluyor, cennette diken topluyorsun.
Ey diken arayan, cennete gitsen bile orada senden baska bir diken göremezsin.
Günesi balçıkla sıvıyor, kâmil bedirde gedik arıyorsun.
3350. Âlemde parlayıp duran günes bir yarasa için nasıl gizlenir?
Ayıplar, pîrler ret ettiginden ayıp oldu.Kayıplar onların hasedi yüzünden kayıp kesildi.
Huzurdan uzaksan bari dost ol, çabucak nedamet getir, ise güce koyul,
Da o yoldan sana da bir rüzgâr essin. Rahmet, suyuna neden hasetle mani oluyorsun?
Uzaktaysan bile bulundugun yerden o tarafa yönel, “ Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa dönün!”
3355. Esek bile hızlı yürüyeyim derken balçıga saplandı mı oradan kurtulmak için anbean oynar durur.
Orada kalmak için yerini düzeltmege kalkısmaz, bilir ki orası geçim yeri degildir.
Duygun, esek duygusundan daha asagı mı ki gönlün bu balçıktan sıçramadı bile.
Balçıgın içinde tevile ruhsat vermektesin.Çünkü oradan gönlünü almak istemiyorsun ki.
“ Bana bu lâyık..ihtiyarım elimde degil. Allah kerimdir. Bir âcizi de suçlu tutacak degil ya” dersin.
3360. Ey sırtlan gibi kötülüge giriftar olmus kisi, sen gafletinden bu muahezeyi görmüyorsun.
Sırtlanı magaranın içinde degil, dısarıda arayın derler,
De magarayı kapatırlar, halbuki sırtlan “ Benden haberleri yok.
Bu düsmanlar, benden haberdar olsalardı sırtlan nerede, hani ya? diye bagırırlar mıydı” der.
Birinin Ulu Allah günah yüzünden beni suçlu tutmuyor,bana ceza vermiyor diye iddiaya girismesi ve
Suayb aleyhisselâm’ın ona cevap vermesi
Suayb zamanında birisi, “Allah benden nice ayıplar gördü.
3365. Nice suçlarda bulundum. Böyle oldugum halde kereminden bana ceza vermiyor,beni muahaze etmiyor”
dedi.
Ulu Allah, Suayb’ın kulagına dedi ki. “ Ona gayp âleminden fasih bir dille cevap ver:
Sen, ben ne kadar suç isledim, öyle oldugu halde Allah kereminden suçuma bakmıyor, bana mücazat etmiyor
dedin ama,
Ey aykırı düsünceli, ey sersem, ey yolu bırakıp da çölü tutmus!
Seni nice kereler cezalandırdım. Fakat senin haberin yok. Ayagından tepene kadar zincirler içinde kalmıssın.
3370. A kara kazan, isin, pasın kat,kat; için, yüzün berbat!
Gönlünde is üstünde is, kurum üstünde kurum. Bu is ve kurum bir derecede ki nihayet gönlün, bütün sırlara
karsı kör olmus.
Eger o is, kurum, yeni bir kazana ursa bir arpa tanesi kadar küçük bile olsa eseri görünür.
Çünkü her sey, zıddı ile meydana çıkar. Bembeyaz kazanın beyazlıgı ütünde o kara is berbat bir sekilde
kendini gösterir.
Fakat dumanın tesiriyle kazan karardı mı artık onun üstünde isi, kurumu kim görür a inatçı?
3375. Demirci zenci olursa yüzü, dumanla isle aynı renktedir.
Fakat beyaz adam demircilige kalkısırsa yüzü yer ,yer kararır, kızarır.
Bu takdirde de günahın tesirini derhal anlar da aglayıp sızlamaya baslar ve “ Aman Yarabbi” demeye koyulur.
Fakat bir adam ,günahta ısrar eder,kötülügü kendine sanat edinir,düsünce gözüne toprak saçarsa,
Artık tövbe etmeyi bile aklına getirmez; o suç gönlüne tatlı gelir;böyle böyle nihayet dinsiz olur gider.
3380. O pisman olus,o “Yarabbi” deyis ondan zail olur, gönül aynasının yüzünü bes kat pas örter.
Paslar, demirini yemeye gevherini yok etmeye baslar.
Beyaz bir kâgıda yazı yazarsan o yazı, kâgıda bakar bakmaz okunur.
Yazılı kâgıda bir yazı yazarsan okunur ama iyi anlasılmaz, insan yanılabilir.
Çünkü o karalanmıs kâgıt üstüne kara yazı yazıldı mı her iki yazı da körlesir, hiçbir mânası kalmaz.
3385. O kâgıda üçüncü defa bir sey yazarsan kâfirlerin canı gibi tamamıyla kapkara olur.
Su halde her seye çare bulan Allah’ya sıgınmaktan baska ne çare var? Bakırın ümitsizligine iksir, ancak onun
nazarıdır.
Ümitsizlikleri ona arz edin de devasız derdinizden kurtuluverin!”
Suayb ona bu nükteleri söyleyince Suayb’ın nefesleri yüzünden adamın gönlünde güller açıldı.
Canı, gökyüzünden gelen vahiy sesini duydu. Dedi ki. “ Eger bizi cezalandırdıysa nisanesi nerede?”
3390. Suayb “ Yarabbi, beni kabul etmiyor. Bu muhazeye, bu cezaya nisane aramakta” dedi.
Allah “ Ben ayıpları örtücüyüm, sırlarını söylemem. Ancak iptilâsına dair su tek remzi söyleyeyim:
Onu cezalandırdıgımın bir nisanesi su: Oruç tutmak da dua etmekte..
Namaz kılmakta, zekât vermekte.. baska ibadetlerde bulunmakta. Fakat ruhu bir zerre bile zevk duymuyor.
Ne güzel ibadetler ediyor, ne hos islerde bulunuyor. Fakat bir parçacık bile tat yok.
3395. badeti kısırdan ibaret, iç, yok. Cevizler çok ama içleri bos!
badetlerin netice vermesi için zevk gerek.. tohumun agaç olması için iç gerek!
çsiz tohum, fidan olur mu? Cansız surette hayalden baska bir sey degil.
O hale âsina olamayan müridin seyhi kınaması hikâyesinin sonu
O habis, seyh hakkında hezeyanlarda bulunmaktaydı. Egri bakan kisinin gözü daima egri ve aykırı görür.
“ Ben, onu bir mecliste gördüm, takvası yok, bir müflisten ibaret.
3400. nanmıyorsan bu gece kalk da seyhinin fıskını apaçık gör” dedi.
Geceleyin o adamı bir pencere basına götürdü, dedi ki : “ Fasiklige bak, isreti gör”
Gündüzün riyasiyle gecenin fıskını seyret. Gündüz Mustafa gibi, gece Ebuleheb gibi!
Gündüz adı Abdullah ,gece elinde kadeh, nezübillâh!”
Pîrin elinde dolu bir kadeh vardı. Mürit bunu görünce “ Seyhim, sen de mi aldatıcısın?
3405. Sen, “Seytan, sarap kadehine hemencecik iseyiverir” demez miydin?” dedi.
Seyh dedi ki: “Benim kadehimi öyle doldurdular ki içine tek bir üzerlik tohumu bile sıgmaz.
Bir bak hele.. buraya bir zerre bile sıgar mı? Sen sözü yanlıs anlamıssın, aldanmıssın.
Bu zâhiri sarap, zâhiri kadeh degil ki. Onu, gaybı bilen seyhten uzak bil.
Be ahmak, sarap kadehi, seyhin varlıgıdır. Oraya Seytan’ın sidigine asla yol yok!
3410. O varlık, Allah nuruyla dolu, hem de dudagına kadar. Ten kadehi kırılmıs, mutlak nur kalmıstır.
Günesin nuru, pislik üstüne düsmekle pislenmez ya, yine aynı nurdur”
Seyh bu sözleri söyledikten sonra “ Bu, ne kadehtir, nasıl sarap, bir gel de bak be hey münkir” dedi.
Mürit gelip baktı, gördü ki halis bal. O mânasız düsmansa kör oldu, bir sey göremedi.
O zaman pîr müridine dedi ki: “ Yürü ey ulu mürit bana sarap bul,
3415. Bir hastalıgım var, sarap içmek zaruretindeyim. Hastalıktan ölüm haline geldim, hattâ bu halden de ileri
bir hale düstüm.
Zaruret vakti her pis, temiz sayılır. nkâr edene lânet, basına toprak!
Mürit, meyhaneleri dönüp dolasmaya,seyh için her küpten sarap tasımaya basladı.
Fakat küplerin hiç birin de sarap bulamadı. Hurma sarabıyla dolu olan küpler, balla dolmustu.
“ Rintler, bu ne hal, bu ne is? Hiçbir küpte sarap bulamıyorum” dedi.
3420. Bütün Rintler, aglayıp ellerini baslarına vurarak Seyhin yanına geldiler.
“ Ey ulu Seyh, sen meyhaneye geldin, bütün saraplar, kudümünün hürmetine bal oldu.
Sarabı arıttın, bizim canlarımızı da kötü huylardan arıt, tebdil et “dediler.
Cihan, bastanbasa agız, agıza kanla dolu olsa Allah kulu yine ancak helâl yer.
Allah razı olsun,Ayse’nin Mustafa Sallâllahü Aleyhi Ve Sellem’e “Sen seccade yaymadan her yerde
namaz kılıyorsun” demesi
Bir gün Ayse, Peygamber’e dedi ki. “ Ey Allah Resulü, sen asikâr, gizli,
3425. Neresini bulursan orada namaz kılmaktasın. Halbuki evde pis adamlar da gezip tozuyor.
Sen de bilirsin ki pis çocuklar, nereye varırsa orasını pislerler.”
Peygamber, “Sunu bil: Allah, büyükler pis seyleri temiz etmistir.
Hakk’ın lûtfu, bu yüzden secdegâhımı, ta yedinci kat göge kadar arıttı” diye cevap verdi.
Kendine gel, kendine. Padisahlara hasede kalkısma. Terk et hasedi.Yoksa âlemde sen de bir iblis olursun.
3430. Veli,zehir yese bal olur.. sen bal yesen zehir kesilir.
O, varlıgını Allah varlıgına tebdil etmistir. si de esyayı tebdil etmedir.O, lûtuftan ibaret bir hale gelmistir, her
türlü atesi de nur olmustur.
Ebabil kuslarında Allah kuvveti vardı. Yoksa bir kuscagız nasıl olurda bir fili helâk edebilirdi?
Koca bir orduyu birkaç kus kırıp geçirdi. Bak da bu kudretin Allah’dan oldugunu bil.
Eger bundan süpheye düsersen yürü var, Eshabı fil suresini oku.
3435. Onunla inada kalkısır, beraberlik dâvasına girisirsen, yok mu? Eger onlardan basını kurtarabilirsen beni de
kâfir bil sen!
Farenin deve yularını çekmesi ve kendi kendisine gururlanması
Bir farecegiz, bir devenin yularını eline aldı, kurula, kurula yola düstü.
Deve , tabiatındaki mülâyimlik yüzünden onunla beraber yürümeye koyuldu. Fare “ Ben, ne de pehlivan, ne
de yigit ermisim” diye gurura düstü.
Düsüncesinin ısıgı deveye aksetti. “ Hele hosindi. Ben sana gösteririm!” dedi.
Gide, gide bir büyük ırmak kenarına geldiler. Öyle büyük, öyle derindi ki ulu bir fil bile o ırmakta zebun
olurdu.
3440. Fare orada duru, kaskatı kesildi. Deve “ Ey dagda, ovada bana arkadas olan,
Bu duraklama ne, niye sasırdın? Irmaga ercesine ayak bas, gir suya!
Sen kılavuzsun, benim öncümsün. Yol ortasında durup susma” dedi.
Fare dedi ki: “ Bu su, pek büyük, pek derin bir su. Arkadas,ben bogulmaktan korkuyorum.”
Deve “ Hele bir göreyim, ne kadarmıs bu su ?” deyip hemen ayagını attı.
3445. Dedi ki: “ A kör sıçan, su diz boyuymus. A hayvanların kusuru, neden sasırdın?”
Fare, “ Sana karınca ama bize ejderha! Dizden dize fark var.
Ey hünerli deve, sana diz boyu ama benim tepemden yüz arsın geçer.” dedi.
Deve dedi ki: “ Öyleyse bir daha küstahlık etme de cismin, canın yanıp yakılmasın.
Sen, kendin gibi farelerle boy ölçüs. Deveyle sıçanın sözü yoktur.”
3450. Fare, “ Tövbe ettim, Allah hakkı için beni bu helâk edici sudan geçir.” dedi.
Deve acıdı, “ Haydi hörgücüme sıçra, otur.
Bu geçis, benim isim. Seni de, senin gibi yüzlercesini de geçiririm” dedi.
Madem ki peygamber degilsin, yola düs de günün birin de kuyudan kurtulup yüce bir makama erisesin.
Sultan degilsen yürü, raiyet ol. Kaptan degilsen gemiyi öyle alabildigine yürütme.
3455. Ticarette kâmil degilsen yalnız basına dükkân açma; yogrulup kemale gelinceye dek birisinin hükmü
altına gir.!
“ Susun, dinleyin” emrini isit, sükût et. Madem ki Allah dili olamadın, kulak kesil.
Söylersen bile sual tarzında söz söyle. Padisahlar padisahıyla edepli konus!
Kibir ve kinin baslangıcı sehvettendir. Sehvetinin yerlesip kuvvetlenmesi de itiyat yüzündendir.
Kötü huy, âdet edindiginden dolayı saglamlasır, yerlesir. Seni ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın.
3460. Toprak yemeye alısırsan kim seni bundan menetmeye kalkısırsa onu düsman sayarsın.
Puta tapanlar, bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düsman olmuslardır.
blis, ululanmayı huy edinmisti de esekliginden Âdem’i kendisinden asagı gördü.
“ Benden daha ulu baska birisi yok ki. Benim gibi bir kisi, ona secde eder mi?” dedi.
Ululuk zehirdir. Ancak, ta ezelden panzehire sahip olan ruh müstesna.
3465. Dag, yılanla dolu ise içersinde panzehir yeri bulundukça korkma.
Kafana ululuk yerlesmis, onun için kim seni kırarsa onu ezelî düsman sayarsın.
Birisi huyuna aykırı söz söylerse ona bir hayli kinlenirsin.
Beni huyumdan çevirecek, sakirt haline sokacak, kendisine tâbi kılacak dersin.
Böyle adamın kötü huyu serkes olmasa, o huya aykırı seylere niye ateslenir, kızar;
3470. Yahut muhalife müdana eder, onun gönlünde bir yer kazanır?
Çünkü kötü huyu adamakıllı kuvvetlenmistir.Karınca gibi olan sehvetti, itiyat yüzünden adeta ejderha
kesilmistir.
Sehvet yılanını önceden öldür. Yoksa hemencecik ejderhalasır.
Fakat herkes, yılanını karınca görür. Sen kendini bir gönül sahibine sor!
Bakır, altın olmadıkça bakırlıgını; gönül padisah olmadıkça müflisligini bilmez.
3475. Bakır gibi sen de iksire hizmet et.Gönül, dildarın cevrini çek.
Dildar kimdir? yice bil. Dildar ehli dildir. Çünkü ehli dil olan, gece ve gündüz gibi cihandan kaçıp durmakta,
âlemde eglesmemektedir.
Allah kulunun ayıbını az söyle, padisahı hırsızlıkla az kına.
Gemide bir dervisi hırsızlıkla töhmet altına almaları
Bir gemide bir dervis vardı. Erligi kendisine arka yastıgı yapmıs, ona dayanmıstı.
Gemide bir kese altın kayboldu.O, uyuyordu.Herkesi aradılar. Birisi onu da gösterip,
3480. “ Bu uyuyan yoksulu da arayalım” dedi. Para sahibi derdinden onu da uyandırdı.
“ Bu gemide bir kese kayboldu. Herkesi aradık, bu arayıstan sen kurtulamazsın.
Hırkanı çıkar, soyun da senin hakkında kimsenin süphesi kalmasın” dedi.
Dervis “Yarabbi, su asagılık kisiler, kulunu töhmet altına alıyorlar, fermanını eristir” dedi.
Dervisin gönlü dertlenir dertlenmez hemen denizin her tarafından,
3485. Yüzbinlerce balık bas çıkardı. Her birinin agzında bir inci vardı. Ama ne inci?
Her tanesi bir memleket haracı. Allah’dan geliyor, elbette esi bulunmaz.
Dervis gemiye birkaç inci atıp fırladı, havayı âdeta kendisine bir taht edip oturdu.
Padisahlar gibi tahtının üstüne bagdas kurup kuruldu.
O, havanın yücesinde, gemi de onun önünde!
3490. Dedi ki: “Yürüyün, gidin. Gemi sizin Hak benim, yoksul bir hırsız sizinle bir arada olmasın!
Bakalım, bu ayrılıktan kim ziyan eder? Ben hosum, Hak’la çift, halktan tek!
O,ne beni hırsızlıkla töhmet altına alır ne yularımı bir gammaza verir!”
Gemidekiler dediler ki: “ Ey ulu, sana bu yüce makamı ne yüzden verdiler?”
Dervis, “Yoksulu töhmet altına almak, hor hakîr bir sey için Hakk’ı incitmek yüzünden.
3495. Hâsa, bu yüzden degil. Ululara tâzim ettigimden. Çünkü ben, yoksullar hakkında hiç kötü zanna
düsmedim.
Onlar öyle lâtif, öyle nefesleri hos kisilerdir ki onları ululamak için Allah’dan “ Abese” suresi geldi.
Onların yoksullugu, dünyayı dönüp dolasma yüzünden ve dünyalık için degil. Hak’tan baska hiçbir sey
olmadıgından onlarda yoklugu, yoksullugu kabul etmislerdir.
Nasıl töhmet altına alabilirim ki. Hak, ondan yedinci kat göge kadar hazinelerine emin etmistir” dedi.
Töhmetli nefistir;yüce akıl degil.Töhmetli duygudur; lâtif nur degil.
3500. Nefis Sofestai olmustur, vur nefsin kafasına! Çünkü hakikati kötekle anlar, delil getirmekle degil.
Mucize görür, aydınlanır. Sonradan der ki: O bir hayaldi.
Hakikat olsaydı o gördügüm sasılacak sey gece gündüz gözümün önünde dururdu.
Halbuki o temiz gözlerde mukimdir, hayvan gözüne karin olmaz.
O sasılacak sey, o mucize, bu duygudan utanır çekinir. Tavus kusu, hiç dar bir kuyuya girer mi?
3505. Sakın bana, çok söylüyor deme. Ben, yüzde birini söylüyorum, söyledigim de pek cüzi, muhtasar!
Sofilerin,seyhin huzurunda çok söz söyleyen sofiyi kınamaları
Sofiler, bir sofiyi kınayıp tekke seyhinin yanına gelerek,
Seyhe “ Ey ulumuz, medet.. bu sofiden öcümüzü al”dediler.
Seyh “ Sofiler, sikâyetiniz neden” diye sorunca birisi “ Bu sofinin üç kötü huyu var;
Söze basladı mı çan gibi susmak bilmez, boyuna söyler. Yemege giristi mi yirmi kisinin ögününden fazla
yemek yer.
3510. Yattı mı uyudu mu Eshabı Kehf’ benzer” dedi. Sofiler, bu üç huy, yol ehline yarasmaz diye seyhin
huzurunda savasa giristiler.
Seyh o fakire yüz çevirip dedi ki: “ Ne halin olursa olsan, o halde itidali koru.
“ slerin hayırlısı orta hallisidir” diye haberde bile var. Vücuttaki Ahlât itidal yüzünden faydalı.
Bunların biri herhangi bir ârızî sebeple fazlalastı mı insanın bedeninde hastalık meydana gelir.
Yoldasına pek yüklenme, çok söz söyleme, onu pek övme, çünkü bu, nihayet ayrılıga sebep olur.
3515. Musa’nın sözü, kendince haddindeydi ama o iyi dosta fazla geldi.
O fazlalık da Hızır’la arasının açılmasına sebep oldu. Musa’ya “ Haydi, git.. sen çok söylüyorsun.. gayri ayrılık
geldi, çattı!
Musa, sen ne fazla konusuyorsun, git, uzaklas.. Yahut da benimle olunca kör dilsiz kesil.
Yok.. eger gitmez, inadına oturursan hakikatte de bence gitmis, benden ayrılmıs sayılırsın” dedi.
Meselâ namazda ansızın yellensen , biriside sana git yeniden aptes al dese,
3520. Gitmez, orada kakılır kalır namaz kılmaya devam edersen istedigin kadar egil bükül, yat kalk.. be saskın,
zaten namazın gitti!
Yürü, seninle es olanların, sözünü sohbetini susamısçasına sevenlerin yanına var.
Bekçi, uyuyanlara göredir. Balıkların bekçiye ne ihtiyacı var?
Çamasırcıya elbise giyenler muhtaçtır. Çırçıplak canın ziyneti Allah tecellisidir.
Ya çıplakları bırak, bir yana çekil.. yahut onlar gibi elbiseden vazgeç!
3525. Yok.. eger tamamıyla soyunamıyorsan bari elbiseni azalt da orta halli ol!”
Fakirin seyhe özrünü arzetmesi
Fakir, o seyhe ahvalini anlattı, suçuna özürler diledi.
Seyh’in sualine, Hızır’ın cevapları gibi güzelce, dogruca cevaplar verdi.
Nitekim Kelîmin suallerine Hızır’ın Alîm Allah’dan verdigi cevaplarlarla;
Musa’nın müskülleri halloldu. Hızır, Musa’ya her müskülü için anlatılamayacak derecede miftahlar verdi.
3530. Dervise Hızır’dan mirastı, o da seyhin suallerine cevap vermede himmet etti.
Dedi ki : “Orta yol hikmetse de bu orta hallilik de nispidir.
Su, deveye göre azdır, fakat fareye göre deniz gibiydi.
Birisinin dört ekmege ihtiyacı olurda iki, yahut üç tanesini yerse bu, orta bir yiyistir.
Fakat dördünü de yerse bu yiyis, orta bir yiyis degildir ki. O adam, kaz gibi hırsına esir olmustur.
3535. Birisinin on ekmege istahı olsa da altısını yese bu orta sayılır.
Fakat benim elli ekmege ihtiyacım var, senin altı yufkaya müsavi degiliz ki.
Sen on rekât namaz kılınca usanırsın, ben bes yüz rekât namaz kılsam usanmam.
Birisi, ta Kâbe’ye kadar yaya gider, öbürü mescide varıncaya kadar kendisinden geçer.
Birisi o kadar cömerttir ki gönlü bulanmadan canını bile verir, öbürü bir dilim ekmek verebilmek için can
çekisir.
3540. Bu orta halli olus, sona göredir; önü, sonu olan seye nispetledir.
Bir seyde evvel, âhir olmalı ki ortası tasavvur edilebilsin.
Sonsuz seyin önü, sonu nasıl olur.. önü, sonu olmayanın ortası nasıl bulunur?
Allah, “ Deniz mürekkep olsa biterdi de Rabbimin kelimeleri bitmezdi” dedi. Kimse Allah tecellisinin evvelini,
âhirini göremedi.
Hattâ yedi deniz, tamamıyla mürekkep olsa gene bitecegini umma.
3545. Bag, orman bastanbasa kalem olsa bu söz, yine eksilmez.
O mürekkebin, o kalemlerin hepsi biterde sonu olmayan bu söz yine kalır.
Benim halim uyuyan adamın haline benzer. Gören sapık, beni uyuyor sanıyor.
Halbuki bil ki gözüm uyur, gönlüm uyanıktır. Bil ki issiz güçsüz gibi duruyorum ama isimde var, gücüm de!
Peygamber “ Gözlerim uyur ama Allah lûtfuyla kalbim uyumaz” dedi.
3550. Senin gözün açık, kalbin uyuyor; benim gözüm uyuyor, gönlüme kapı açılmıs!
Gönlün ayrı bes duygusu var, gönül duygusuna iki cihan da pencere.
Sen, kendi zayıflıgınla bana bakma.. sana gece çagı ama o gece, bana kusluk vakti.
Sana zindan, fakat o zindan bana bahçe gibi. Mesguliyetin ta kendisi bana istirahat hali.
Senin ayagın balçıkta, bana balçık gül kesilmis .. sana yas, bana dügün, dernek davul zurna !
3555. Seninle yeryüzünde oturup duruyorum ama Zuhal yıldızı gibi yedinci kat gögün üstünde kosup
durmaktayım.
Seninle oturan ben degilim, benim gölgem. Mertebem, düsüncelerden üstün.
Çünkü ben düsüncelerden, vesveselerden geçtim, onların dısında kosup gezmekteyim.
Ben endiselere hâkimim, mahkûm degil. Usta, binaya hâkimdir.
Bütün halk, endiselere, vesveselere mahkûmdur. O yüzden hepsinin gönlü hasta, hepsi gamlı, gussalıdır.
3560. Onların arasından çıkıp kurtulmak istersem kendimi mahsustan endiseli gösteririm.
Ben, yücelerde uçan bir kusum, endise sinek! Sinek nasıl olurda beni elde edebilir?
Ayakları kırık olanlar da benimle bulussunlar, konussunlar diye gögün yücelerinden kasten asagıya inerim.
Asagılık sıfatlardan usandım mı melekler gibi uçuveririm.
Benim kanadım, kendinden çıkmadır. Vücuduma iki kanat yapıstırmadım ben.
3565. Cafer-i Tayyar’ın kanadı kendindendir, Cafer-i Tarrar’ın kanadı ise igreti.
Tatmayan adama göre bu, dâvadan ibarettir. Fakat makamı yüce kisilere göre dâva degil, mânadır.
Bu söz,kargaya göre lâftan, kuru iddiadan ibarettir. Nitekim sinege göre dolu tencere ile bos tencere birdir.
çinde lokma gevher olduktan sonra çekinme muktedir oldugun kadar ye!
Seyhin biri bir gün, halkın kötü zannını gidermek için legene kustu, legen inciyle doldu.
3570. Bu suretle o basiret sahibi pir, halkın az akıllılıgına acıyıp ancak akılla anlasılır inciyi gözle görülür inci
haline getirdi.
Fakat midende temiz de pis murdar bir hale geliyorsa bogazını kilitle, anahtarı da sakla.
Lokma, kimde ululuk nuru haline gelirse ne dilerse yesin.. Ona helâl!
Dogruluguna kendisi tanık olan iddia
Eger benim canıma âsina isen bilirsin ki su mânalı sözüm bos dâva degildir.
Gece yarısında bile senin yanındayım; kendine gel.. geceleyin korkma; ben senin adamınım, hısmınım
dersem,
3575. Bu iki iddia da, eger hısımlarının sesini tanırsan sence dogrudur.
Yanında olmak da, hısmın bulunmak da iddiadır ama iyi anlayan kisiye göre ikisi de mânadan ibarettir ve
dogrudur.
Sesinin yakından gelisi de sehadet eder ki bu nefes, bir sevgilinin yanından gelmekte.
Hısımların seslerindeki tat da o hısmın dogruluguna sahittir.
Fakat Allah ilhamına mazhar olmayan ve bilgisizliginden yabancı sesiyle akraba sesini birbirinden ayırt
edemeyen ahmaga göre,
3580. Bu adamın sözü dâvadan ibarettir. Bu ahmagın bilgisizligi, inkârına sebep olur.
Fakat gönlünde Allah nurları olan akıllı, anlayıslı kisiye göre bu ses, mânanın ta kendisidir ve dogrudur.
Bu, suna benzer: Arapça bilen birisi, Arapça “Ben Arapça bilirim” dese,
Onun Arapça bilirim demesi dâvadır ama Arapça söyleyisi de mânadır, dâvasının ispatıdır.
Yahut bir kâtip, kâgıdın üstüne “ Ben kâtibim, yazı okuyabilirim, yüce bir kisiyim” diye yazsa,
3585. Bu yazı filvaki dâvadır ama, yazılan seyde dâvanın dogruluguna sahittir.
Yahut da bir sofi “ Dün aksam rüyada birisini gördün ya.. hani omuzun da seccade vardı.
ste o benim. Rüyada sana nazardaki feyizleri anlatmıstım.
Onları kulagına küpe et. O sözü aklına rehber yap, sözlere uy” dese,
Bu söz, sana rüyayı hatırlatır. Yeni bir mucize, eski bir altındır.
3590. Bu söz, dâva gibi görünür ama rüyayı görenin ruhu” Evet” der. Tasdik eder.
Hikmet, müminin kaybolmus malı oldugundan kimden duysa inanır, kabul eder.
Fakat kendisini hikmetin yanında bulursa nasıl süphe edebilir. Nasıl yanılabilir?
Susuz birisine “ Acele et, çabuk, kadehteki suyu al iç” desen,
Susuz, “Bu bir dâvadan ibaret. Yürü ey dâvacı benden uzaklas”
3595. Yahut “Kadehtekinin su, o içilen güzel, berrak su olduguna dair bana bir delil göster!"”der mi?
Ana, süt emer çocuguna “Gel yavrum, süt em, ben senin ananım” dese,
Çocuk “Ana, sütünü emersem karnım doyacak mı bir delil göster!” der mi?
Her ümmetin gönlünde Hak’tan bir tat vardır. Peygamberlerin yüzü ve sesi de mucizedir.
Peygamber, dısardan seslendi mi ümmetin canı, içerden secde eder.
3600. Çünkü can kulagı, âlemde hiç kimseden o sese benzer bir ses duymamıstır.
O misilsiz ruh, o misli olmayan sesten neselenir, Allah’ya yaklasır.
Yahya aleyhisselâm’ın,anasının karnındayken sa aleyhisselâm’a secde etmesi
Yahya’nın anası, Meryem’e hamlini vazetmeden az önce gizlice dedi ki:
“ Karnında bir padisah var. Ülülazm ve her seyi bilen bir peygamberdir. Ben bunu yakinen gördüm.
Sana rastlayınca karnımda ki çocugum hemen secdeye vardı.
3605. Karnımdaki çocuk, karnındaki çocuga secde etti. Secdesinden bedenime titreme düstü”
Meryem de “Ben de karnımdaki çocugun secde ettigini hissettim” dedi.
Buna karsı süphe
Ahmaklar derler ki: “Bırak su masalı. Yalan, yanlıs.
Meryem, doguracagı zaman yabancıdan da uzaktı, akrabadan da.
O güzel hatun sehirden dısarı çıktı. Dogurmadıkça sehre girmedi.
3610. Dogurunca yavrusunu kucagına alıp, bagrına basıp soyunun, sopunun yanına geldi.
Yahya’nın anası, onu nerede gördü de bu hikâyeyi anlattı, bu sözü söyledi?”
Bu süpheye verilen cevap
Bunu ilhama mazhar olan, afakta, gayp âleminde bulunan seyleri yanındaymıs gibi bilen kisi anlar.
Yahya’nın anası, uzakta olmakla beraber Meryem’in yanında bulunabilir.
Vücut, göz göz olunca gözler kapalı oldugu halde de sevgilinin yüzü görülebilir.
3615. Mamafih bas gözüyle de göremedigini,can gözüyle de göremedigini farzet, ne çıkar? Ey düskün, sen
kısadan hisse almaya bak!
Kıssaları duyup” Nakıs” kelimesine “ S” harfinin eklendigi gibi o kıssaların suretine baglanan, dıs yüzüne
kapılan kisiye benzeme.
Dilsiz Dimne, Kelile’ye nasıl söz söyler?Söz söylemekten ‘aciz Dinme,Kelile’ye meramını nasıl anlatırdı?
Tutalım, bunlar, birbirlerinin sözlerini anladılar, söz söylemeden meramlarını ifade eden bu hayvanların ne
demek istediklerini insan nasıl anlayabilir?
Dimne, aslanla öküz arasında nasıl bir elçi oldu, ikisini de nasıl kandırdı?
3620. O akıllı öküz nasıl aslana vezir oldu. Fil ayın aksinden nasıl korktu?
Bu Dimne ve Kelile hikâyesinin hepsi yalan. Yoksa karganın leylekle ne alısverisi olur,nasıl leylekle savasır?”
deme.
Kardes, kıssa bir ölçege benzer, mâna içindeki taneye.
Akıllı kisi taneyi alır, ölçek var mı, yok mu ? Ona bakmaz.
Aralarında sözden eser yok, fakat bülbülle gülün macerasına dinle!
Hâl diliyle söz söyleyis ve anlasılması
3625. Mumla pervanenin basından geçenleri duy, bunların mânasına vâkıf ol güzelim.
Aralarında bir söz yok ama sözün sırrı, mânası var ya. Agâh ol, yücelere uç, baykus gibi asagılarda uçma.
Birisi “ Burası satrançta ruh hanesi” demis. Bu sözü duyan “ O, evi nereden elde etmis?”
Satın mı almıs, yoksa mirasa mı konmus?” diye sormus. Ne mutlu mâna anlayana!
Nahivcilerden biri “ Zeyd, Amr’ı dövdü” diye bir misal getirmis. Dinleyen “Suçu yokken neye dövmüs?
3630. Amr’ın ne suçu varmıs ki o çig Zeyd, onu köleler gibi suçsuz dövüyor?” der.
Nahivci, “ Bu, mâna ölçeginden ibaret. Sen bugdayı almaya bak, ölçege lüzum yok.
Zeyd’le Amr, irap için kullanılan misallerde geçer, onlar yalan olsa bile sen irabı düzeltmeye çalıs!” derse de,
Öbürü “ Ben onu,bunu bilmem. Zeyd, Amr’ı suçsuz,sebepsiz nasıl dövdü”deyince,
Nahivci naçar kalır,alaya baslar:Amr,, fazla olarak bir “V” çalmıstı.
3635. Zeyd, anlayınca o hırsızı dövdü. Çünkü Amr, haddi asmıstı, tabii haddini bildirmek lâzım!
Bâtıl gönüllerin bâtıl sözü kabul etmesi
Bunun üzerine o adam “ Hah, dogru.. simdi bunu canla basla kabul ettim” der. Dogru bile egrilere egri
görünür.
Bir sasıya “ Ay birdir” desen “ kidir, bir olmasında süphe var” der.
Birisi alay eder, güler ve “ Sahi, iki” derse bu sözü dogru olarak kabul eder. Kötü huyun lâyıgı budur.
Yalancılar yalanla konusurlar “Pis seyler, pislere aittir” sözü ısık verip durmaktadır.
3640. Gönlü açık olanların elleri de açık olur. Körlerin taslık erde düsmeleri de pek tabiîdir.
Birisinin,meyvesini yiyenin ölümden kurtulup ebedî hayata ulasacagı agacı aramaya kalkısması
Bilgili biri, hikâye yollu “Hindistan’da bir agaç vardır.
Meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne ölür!” der.
Bir padisah bunu duyar, dogru sanıp o agaca ve meyvesine âsık olur.
Bu agacı bulmak, meyvesini getirmek üzere divan adamlarından bilgili birisini Hindistan’a yollar.
3645. Adamcagız yıllarca Hindistan’da o agacı arar, tarar.
Bulmak için sehir sehir gezer, ne ada bırakır, ne dag bırakır, ne ova bırakır!
Kime sorduysa “ Bu ne arıyor, deli mi, ne?” diye güler, alay eder.
Niceler alaya alıp döverler, niceler istihza edip “Akıllı,
Senin gibi zeki ve temiz kisinin bu arayısında elbette bir esas var, hiç bos olur mu?” derler.
3650. Ona alay yollu ettikleri bu riayet de ayrı bir tokat hattâ bu eni konu tokattan da beter!
Bazıları alaya alıp “ Ey ulu kisi pek korkunç, pek genis bir iklim olan filân iklimde,
Falan ormanda yemyesil bir agaç vardır. Pek yüce, pek korkunç.. her dalı koskocaman” derler.
Padisah adamı, kimden ne duyarsa aramak için gayret kemerini kusanır.
Orada nice yıllar gezip tozar. Padisah da ona mallar yollar durur.
3655. Gurbet diyarında bir hayli zahmetlere ugrar, nihayet âciz kalır.
Ne maksudundan bir eser görünür, ne de sözden baska bir sey!
Ümit ipi üzülür, aradıgını aramaz olur, usanır.
Padisah yanına dönmeye niyet eder, aglaya, aglaya yola düser.
Seyhin o mukallit talibe,o agacın sırrını anlatması
Megerse o nedimin ye’se kapılıp geriye döndügü memlekette kerem sahibi, kutuplardan âlim bir seyh varmıs.
3660. Nedim ümitsiz bir halde “ Önce onun tekkesine gideyim de oradan yola düseyim.
stedigimi bulamadım, ümidim kesildi. Bâri duası yoldasım olsun” der;
Gözleri yaslı bulut gibi yas döke, döke Seyhin huzuruna varır.
“ Seyhim,acımanın, esirgemenin tam zamanı. Ümidim kesildi.. lûtfedecek an, bu an!” der.
Seyh, “ Ümitsizsen bile söyle. Matlûbun ne? Neye yüz tutun?” diye sorar.
3665. Nedim, “ Bir padisahım var, beni bir agaç aramak üzere gönderdi.
Ama nasıl agaç? Âlemde bulunmaz bir sey. Meyvesi, Âbıhayatın aslı.
Yıllardır aradım bir nisanesini bile bulamadım, ancak bu sarhoslar, benimle eglendiler, beni alaya aldılar.. iste
o kadar!” der.
Seyh gülümser de der ki: “Ey sâf adam, bu agaç, ilim sahibindeki ilimdir.
Pek yüce, pek büyük ve etrafa yayılmıs bir agaçtır o! Hattâ agaç da ne demek her tarafı kaplayan deniz gibi
Âbıhayattır!
3670. Sen surete kapılmıs yolunu yitirmissin. Mânayı elden bıraktıgın için onu bulamıyorsun.
Ona gâh agaç derler, gâh günes. Gâh deniz adını takarlar, gâh bulut!
Hulâsa o öyle seydir ki yüz binlerce eseri var. En asagılık hassası, sahibine ebedî bir hayat bagıslamasıdır.
Tektir ama binlerce eseri, nisanesi var. O bire sayısız adlar gerek.
Bir adam senin baban olur ama baska birisinin de ogludur.
3675. Birisine düsmandır, onun hakkında kahırdan ibarettir.. diger birine lûtfeder, iyilikle bulunur, onca iyidir.
Bir tek adam oldugu halde bak, yüz binlerce adı var. Bir vasfını bilen öbüründen âmadır, öbür vasfını
bilmeyebilir.
Kim, bu ad dogru ad diye isme yapısır. Onu arasa senin gibi ümitsizlige düser, perisan olur.
Niye bu agacın adına yapısırsın da dili, damagı acı, talihsiz bir hale düsersin?
Addan geç, sıfatına bak da sıfatlar, seni zata ulastırsın.
3680. Halkın ihtilâfı addan meydana gelir. Fakat mânaya ulasınca rahatlasırlar.
Birbirlerinin dedigini anlamayan dört kisinin üzüm için kavgaya tutusmaları
Adamın biri, dört kisiye bir dirhem verdi, Adamlardan birisi “Ben bu parayı “engûr’a” verecegim” dedi.
Öbürü Araptı, Lâ dedi, “Ben “nep” isterim herif, engûr istemem.”
Üçüncü Türk’tü, “ Bu para benim “ dedi, “ Ben inep istemem, üzüm isterim.”
Dördüncüde Rum’du, dedi ki: “Bırak bu lâfları, biz stafil isteriz.”
3685. Derken savasa basladılar. Çünkü adların sırrından gafildiler.
Ahmaklıktan birbirlerini yumruklamaya koyuldular. Bilgisizlikle dolu, bilgiden bos adamlardı bunlar.
Sır sahibi, yüzlerce dil bilir, kadri yüce birisi orada olsaydı, onları uzlastırırdı.
Onlara “ Ben bu bir dirhemle hepinizin istegini yerine getiririm.
Gönlünüzü gıllügıssız bana teslim edin. Bu bir dirheminiz, sizin istediginiz seylerin hepsini yapar.
3690. Bir dirheminiz dört muradı da yerine getirir, dört düsman da uzlasır, birlige ulasır, bir olur.
Sizin sözleriniz savasa, nifaka sebep olur. Fakat benim sözüm, sizleri birlestirir.
Siz susun, dinleyin de konusma hususunda diliniz ben olayım.
Sizin sözünüz yüz türlüdür, eseriyse ancak savas ve kızgınlıktan ibaret.
greti hararetin tesiri yoktur. Fakat insanın kendisinden olan hararet müessirdir.
3695. Sirkeyi ateste ısıtsan da yiyince yine bürudeti arttırır.
Çünkü o hararet, igretidir. Asli tabiatında bürudet ve keskinlik vardır.
Ogul, pekmez buz tutsa da yine yiyince cigerdeki harareti fazlalastırır.
Su halde seyhin riyası, bizim ihlâsımızdan daha yeg. Çünkü o riya basiretten meydana gelmedir,bu ihlâs
körlükten!
Seyhin sözü, insana cemiyet-i hâtır verir, hasetçilerin nefesi ise tefrika.
3700. Süleyman, Allah tecellisine ugrayınca bütün kusların dillerini ögrenmis oldu.
Onun adalet devrinde ceylân, kaplanla uzlasmıs, savası bırakmıstı.
Güvercin doganın pençesinden emindi, koyun kurttan çekinmiyordu.
Süleyman, düsmanlar arasında meyancılık etti, bütün kusların arasında birlik husule geldi.
Sen bir karıncaya benzersin, tane toplamak için kosup durmaktasın. Fakat behey azgın. Süleyman buracıkta,
sen ne arıyorsun?
3705. Tane arayana tane, tuzaktır. Fakat Süleyman arayan hem Süleyman’ı bulur, hem taneyi elde eder.
Bu ahir zamanda kuslara bir an bile birbirlerinden aman yoktur.
Devrimizde de Süleyman var, bizi sulha kavusturur, zulmümüzü giderir.
“Hiçbir ümmet yoktur ki aralarında bir korkutucu olmasın” âyetini oku.
Allah “ Hiçbir ümmet bulunamaz ki içlerinde bir Allah halifesi, bir himmet sahibi bulunmasın” dedi.
3710. O halife, onların gönüllerini o kadar birlestirir gibi sâflıktan hiçbir gıllügısları kalmaz.
Hepsini ana gibi birbirini esirger bir hale getirir. Onun için Müslümanlara “Tek bir nefis” demistir.
Onlar Allah Resulü yüzünden tek bir nefis oldular, yoksa her biri, öbürüne tam bir düsmandı.
Resul Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in yüzünden Ensarın arasındaki aykırılık ve düsmanlıgın
kalması
Medine’lilerin iki kabîlesi vardı, birine Evs, öbürüne Hazrec denirdi. Âdeta bir kabile öbürünün kanına
susamıstı.
Mustafa’nın yüzünden o eski kinleri slâm ve sâflık nuruyla mahvoldu.
3715. Önce o düsmanlar, bagdaki üzümler gibi kardes oldular.
“ Süphe yok, söz bundan ibaret; Müminler kardestir” nasihatiyle de, bu nefesle de kardesligi bıraktılar,tek bir
ten oldular.
Üzümlerin suretleri kardestir. Fakat sıktın mı tek bir üzüm suyu olur.
Korukla üzüm birbirine zıttır ama koruk, olgunlasınca güzellesir, tatlılasır, iyi bir dost olur.
Koruk halinde kalan üzüme Allah ezelden kâfir demistir.
3720. Degil kardesim degil.. artık o tek bir nefis olamaz. Azgınlıkta menhus bir mülhitten ibarettir.
Ondaki gizli seyleri bir söylesem âlemde fikirler fitneye düser, karmakarısık olur.
Kör gâvurun sırrının anılmaması daha iyi. Cehennem dumanın rem bagından uzak olusu daha hos!
Ne de olsa üzüm olmaya kabiliyetli korukların gönülleri, ehli dilin nefesleriyle birdir.
Hepsi üzüm olmaya kosarsa, sonunda ikilik kalkar, kin ve savas kalmaz.
3725. Hepsi de üzüm olup derilerini yırtarlar da birlesirler, vasıfları da birlik olur.
Dost, düsman ikiliktedir. Fakat hiç, bir olan, kendisiyle savasır mı?
Aferin, üstat Aklı Küll’e, yüz binlerce zerreye birlik bahsetti.
Yerde topak, topak dagınık topraklara benzerlerken testici, hepsini de birlestirdi, bir testi yaptı.
Gerçi suyla topragın birlesmesi, nakıstır, can, buna benzemez.
3730. Fakat burada apaçık bir misal getirsem korkarım aklın karısır.
Süleyman simdi de var ama biz uzagı görme nesesiyle onu göremiyoruz.
Uzaga bakıs, insanı kör eder. Sarayda uyuyanın sarayı görmedigi gibi.
Biz ince sözlere dalmısız, onlarla ugrasıp duruyoruz. Dügümleri çözme sevdasına tutulmusuz.
Dügümleri baglayıp çözdükçe süpheye düsmeyi, cevap vermeye kalkısmayı uzatıp gideriz.
3735. Tuzagın bagını gâh çözüp baglayan, bu suretle bu iste maharet kazanan kus gibi..
Böyle kus sahradan, çayırdan mahrumdur, ömrü dügümü açıp çözmede harcolur gider!
Filvaki hiçbir tuzaga zebun olmaz ama günden güne kanatları tutulur, uçmaz olur.
Bag çözüp baglamakla az ugras da kanatların tutulmasın, uçmadan kalmayasın.
Yüz binlerce kusun kanadı kırıldı da yine o ârızalı yerlerdeki tuzakları gidermedi.
3740. Kuran’da onların ahvalini oku haris adam: “Bütün sehirlerde gezip dolastılar, her tarafı elde ettiler.” Bak
hele “ Bir kurtulus var mı?”
Türk, Rum ve Arabın kavgasından engûr ve inep süphelerine düsmekten baska bir sey çıkmaz.
Mânevi dilleri bilen Süleyman gelmedikçe bu ikilik kalkmaz.
Kavgacı kuslar, hepiniz dogan gibi sehriyarın su davulunu duyun!
Aranızdaki ihtilâfı bırakın da ruhunuzu her yandan sâdedin.
3745. Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa dönün.O Süleyman, sizi kendine teveccühten men etmedi ki.
Fakat kör kuslarız, terbiyeden hayli uzagız. O Süleyman’ı bir an bile tanımadık gitti!
Baykuslar gibi doganlara düsmanız, hulâsa viranelerde kalmısız.
Bilgisizligimiz, körlügümüz son derecede. Bu yüzden de Allah azizlerini incitmeye kastediyoruz.
Süleyman’dan aydınlanan kuslar, nasıl olur da suçsuz, sebepsiz bir kusun kanadını yolarlar?
3750. Kanadını yolmak söyle dursun, onlar, âcizlere yem verirler. O kuslarda aykırılık ve kin yoktur. Hos kustur
onlar, hos kus!
Onların hüthüteleri kutlulamak üzere yüzlerce Belkıs’ın yolunu açar;
Kargaları surette kargadır, hakikatte himmet doganı “ Mâzâga” sırrına mazhardır onlar.
Leylekleri “lek, lek “ der ama süpheye birlik atesini salar;
Güvercinleri, doganlardan korkmaz. Hattâ dogan, o güvercinlerin önünde bas kor.
3755. Bülbülleri, insana vecit ve halet verir; gülistanları, kendi gönüllerindedir.
Duduları, seker kaydında degildir. Ebedî sekeri, kendi içlerinde bulurlar.
Tavusların ayakları bile, bakılsa, öbür tavusların kanatlarından daha güzel görünür.
Hakan kuslarının kuru bir sesten ibaret kus dilleri nerede, Süleyman kuslarının söyledikleri kusdili nerede?
Sen ne bilirsin kusların seslerini? Bir an olsun Süleyman’ı görmedin ki!
3760. nsana sesi nese veren o kusun kanadı mesrıktan da hariç, magripten de.
Her ahengi, Kürsi’den ta yere kadar bütün âlemi doldurur. Azameti yeryüzünden Arsa kadar bütün cihanı istilâ
eder.
Bu Süleyman’a uymayan kus, karanlıga âsıktır. Yarasaya benzer.
Ey kötü yarasa, Süleyman’a alıs da ebediyen zulmette kalma.
Oraya dogru bir arsın gitsen arsın gibi ölçü kutbu kesilir, her tarafı ölçer biçersin.
3765. Irgalaya bocalaya topal ,topal bile olsa o tarafa sıçradın mı topallıktan da kurtulursun, sakatlıktan da!
Tavuktan çıkan kaz palazları
Seni tavuk yetistirdi, kanadının altında büyüttü. Sana dadılık etti ama sen yine kaz palazısın.
Anan o denizin kazıdır. Ancak dadın topraga mensuptu, dadın bu kuruluga tapardı.
Gönlündeki denize olan meyil yok mu.. o tabiat, sana anandan mirastır.
Fakat kuruluga olan meylin de dadından geçme. Bırak dadıyı, onun reyi kötü, isabetsiz!
3770. Dadıyı karada bırak,yürü, kazlar gibi mâna denizine kos, dal denize!
Anan seni sudan korkutursa sakın sen korkma, hemen denize kos!
Sen kazsın, karada da yasarsın, denizde de. Kümes hayvanları gibi kokusuk kümesli bir hayvan degilsin ya.
Sen “Kerremnâ” hükmünce bir padisahsın ki hem karaya ayak atabilirsin, hem denize!
“ Ve hamelnâhüm fil berri vel bahri” hükmüne mazharsın. Canını karadan kurtar, denize yürüt!
3775. Melekler için karaya yol yoktur. Hayvanların da denizden haberleri yok.
Sen, ten itibarıyla hayvansın, can bakımından melek. Bu suretle hem yerde yürürsün,hem gökte.
Bu suretle, ben de zahiren sizin gibi insanım ama hakikatte gönlüm, vahye kabiliyetli.
Bu topraga mensup kalıp, yer üstüne düsmüs ama bu çesit adamın ruhu, o güzelim gökte çark urup
durmakta.
Yavrum, biz umumiyetle su kuslarıyız, dilimizden de ancak deniz anlar.
3780. Hulasâ Süleyman denizdir,biz kuslara benzeriz. Ebede kadar Süleyman’da seyredip duruyoruz.
Süleyman’la gel , ayagını denize bas ki su, Davud’a oldugu gibi sana da yüzlerce zırh yapsın.
O Süleyman, meydanda, herkesin gözü önünde. Fakat haset kıskançlık göz bagıcı ve büyücü.
O bizim önümüzde.. bizse cahillikten, uykudan, herzevekillikten onu görmemekte, ondan meyus olmaktayız.
Gök gürlemesi, susuzun basını agrıtır.Bilmez ki kutlu bulutlardan rahmet yagdıracak!
3785. Onun gözü akar suda.. gökten yagan rahmet suyunun zevkinden haberi bile yok!
Himmet atını sebebe dogru sürdü de bu yüzden müsebbipten mahrum kaldı.
Fakat müsebbibi apaçık gören cihan sebeplerine gönül kor mu?
Hacıların ,çölde tek ve tenha ibadet eden bir zâhidin kerametine hayran olmaları
Çöl ortasın da bir zâhit vardı. Abbadiye kabîlelerine mensup olanlar gibi ibadete de dalmıs, kendisinden
geçmisti.
Hacılar civar sehirlerden gelip oraya ulastılar, o kupkuru yerde bir zâhit gördüler.
3790. Zâhidin yeri kaskatıydı. Fakat kendisinin mizacı yumusak. Çölün samyeli, âdeta ona ilâç kesilmisti.
Hacılar, onun yalnızlıgına ,o âfetler içinde selâmette olusuna sastılar.
Kum üstünde namaza durmustu. Kum, öyle bir kumdu ki hararetinden tenceredeki su bile kaynar, cosardı.
Halbuki dersin ki o,sanki bir yesillikte bir gülistanda, yahut Burak’a ,Düldüle binmis!
Yahut da ayagının altında ipekli örtüler, kumaslar var samyeli ona sabah rüzgârından daha hos!
3795. O namaz kılarken hacılar beklediler. Zâhit, uzun bir fikre dalmıs, kendisinden geçmisti.
Neden sonra istigraktan ayıldı, kendisine geldi. Hacıların içinde gönül gözü açık birisi,
Gördü ki, zâhidin elinden, yüzünden sular damlamakta, elbisesi aptes suyundan ıslak.
“ Bu su nereden?” diye sordu. Zâhit , elini kaldırıp “Gökten” diye cevap verdi.
Adam, “ Kuyu” ip yokken ne vakit istesen su bulabilir misin? Hemen yagmur yagar mı?
3800. Ey din sultanı, müskülümüzü halleder hallet de yakına erelim.
Sırlarından bir sırrı bize de göster de bellerimizden zünnarları kesip atalım” dedi.
Zâhit, gözlerini göge kaldırarak dedi ki: “Yarabbi, hacıların duasına icabet et.
Ben gökten rızık aramaya alısmısım, sen bana gökten kapı açtın.
Ey Lâmekân âleminden mekân izhar eden, ey “Rızkınız göktedir” sırrını ayan eyleyen!”
3805. ZÂhit, bu münacattayken hemen su sömüren fil gibi bir lÂtif bulut peyda oldu.
Bardaktan bosanırcasına yagmur yagmaya basladı, derelerde, magaralarda gölcükler meydana geldi.
Bulut, tulumlar gibi gözyası döküyordu.Hacıların hepsi mataralarını açtı.
çlerinden bir bölük halk o sasılacak seyler yüzünden bellerindeki zünnarları kestiler.
Bir bölügünün de bu hayret edilecek sey yüzünden yakini arttı. Allah, dogru yolu daha iyi bilir.
3810. Bir bölügüyse bu kerameti kabul etmeyip hamhalat bir halde ebedî nâkıs olarak kaldı, söz de burada bitti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder